FOTO: IŞİD'in Şengal'e yönelik saldırılarının yıl dönümünde Şengal'de Ezîdî kadınların protesto yürüyüşü
Savaşlar artık sadece fiziksel olarak yürütülmemekte, psikolojik, kültürel, ideolojik, teknolojik vb. yöntemlerle toplumların karşısına çıkmaktadır. Sistem her konuda olduğu gibi savaş konusunda da kendini yenileyerek birçok yeni aygıt yaratmaktadır
“Soruyorum size, bütün savaşlar, dökülen kanlar ve sefalet, bir insanın çıkıp da başka bir insanın efendisi olmaya kalkması yüzünden yaşanmadı mı?… Ve her insan yeryüzünü herkese ait ortak bir hazine olarak gördüğünde … bu sefalet son bulmayacak mı?”
Gerrard Winstanley, The New Law of Righteousness, 1649
Savaş insanlığın yeryüzündeki varlığıyla ortaya çıkmış, maddi manevi birçok sebepten meydana gelmiştir ve gelmeye de devam etmektedir. Tarih boyunca iç ve dış odaklı savaşlar ülkelerin varlıklarını özgür mü? Yoksa bağımlı mı? sürdürüp sürdüremeyeceklerinin bir sınavı olmuştur. Bu noktada savaşın belirleyicisi konumunda olan erkek aklı ve hegemonyasının kadına yüklediği sorumluluğu ve misyonu tartışmak gerekmektedir. Sorulması gereken en önemli sorulardan biri kadının savaşın içinde hangi pozisyona konulduğudur. Konulmak diyorum çünkü savaşa karar veren erkek akıl kadını zaten savaş içinde yine kendi aklıyla konumlandırıyor. Günlük yaşamda kadının özne olma sorunu yetmezmiş gibi savaş gibi kaosun olduğu bir süreçte kadının konumlandırılışını sorgulamak gerekir.
Savaş olgusu geçmişten günümüze siyasal ve sosyal birçok toplumsal olguyu yaratır. Özellikle sosyal olarak en büyük ve köklü değişimlerin yaşandığı birinci dünya savaşı gibi savaşlar tüm dengeleri kökünden değiştirmiştir. Birinci dünya savaşı sonrası modernizm şahlanmış, milliyetçilik artmış ve bunların bir sonucu olarak imparatorluklar yıkılmış, birçok ulus devlet hegemonik yapısı ortaya çıkmıştır. Ardından ikinci dünya savaşı yaşanmıştır. Bu iki büyük savaş dünyanın hem siyasal hem ekonomik hem de sosyal birçok yapısını yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıl, ulus devletlerin kapitalist modernite aklıyla hegemonik dürtülerini ön plana çıkarmasıyla güç, mezhep, etnik grup, din kökenli çatışmaların zirve yaptığı bir zaman dilimine dönüşmüştür.
Günümüze kadar birçok savaş sıralayabiliriz, savaşında birçok şeklini sıralayabiliriz ama değişmeyen tek gerçek savaş ve kadının asla uzlaşmayan iki gerçeklik olduğudur. Hem doğası gereği hem de yaşamdaki misyonu gereği kadın barışla ve yaşamla özdeşleşmektedir. Kuşkusuz savaş en çok kadın ve çocukları etkiler. Sonuçları onlar açısından oldukça ağırdır.
Yakın tarihte (ve hala) Ortadoğu coğrafyasında birçok savaş meydana gelmiştir. Etkilerini neredeyse tüm dünyanın hala hissettiği en güncel olanı ise Suriye’de yaşanan iç savaştır. Bu iç savaşta cinsiyete dayalı şiddetin bir savaş silahı olarak kullanıldığına hepimiz tanık olduk. Çünkü erkek aklın kadına biçtiği misyon “namus, meta, cinsel obje, soyunu devam ettiren bir köle, mülkiyet” üzerinden şekillendiği için bir savaş silahı olarak kadınlara tecavüz edilmiş, fuhuş yaptırılıp köle gibi kullanılmıştırlar. Altını çizmek gerekir ki savaş ve militarizm ulus devletin sac ayaklarından biridir. Çünkü hiyerarşik ilişkileri, erkek aklı, iktidarı ve milliyetçiliği besler ve ulus devlet toplum yapısına uygun düşer. Bu çerçevede Suriye’de yaşanan iç savaşta kadının köleleştirildiği, düşürüldüğü, tecavüz edildiği, seks kölesi yapıldığının en ağır örneklerden birini Ezidi kadınlar yaşamışlardır.
IŞİD’in Ezidi kadınları maruz bıraktığı bu işkenceler ve tecavüzler yıllarca sürmüş ve kadınlar seks kölesi haline getirilerek pazarlanmış, kadınların bedenleri üzerinden ticarete dönüştürülmüştür. 8 yaşındaki çocuklara yüzlerce kez tecavüz edilmiş, defalarca satılmış, küçük kız çocukları dahil aylarca esir olarak tutulmuştur.[1] Ezidi kadınlara yapılan bu vahşet kuşkusuz IŞİD’in ideolojisinden bağımsız değildir. Çünkü İŞİD ideolojisine göre tecavüz ettikleri kadınlar, IŞİD’in “malıdır”. Savaş eril, vahşi bir alan ve düşmanına boyun eğdirmenin, düşmanını aşağılamanın küçük düşürmenin yollarından biridir. Ayrıca bir paradoks olarak, savaş olmayan zamanlarda asla meşru sayılmayacak birçok eylem savaş sırasında suç olarak nitelendirilmekten çıkmıştır.
Savaşlar erkekler için kahramanlık hikayeleri yaratabilir fakat kadınlar savaşın tecavüz ve kölelik demek olduğunu, insanlığı yıkıp yok ettiğini bilir. On yıldan fazla süren Suriye savaşının da tüm savaşlar gibi, kadınların ve kız çocuklarının yaşamları üzerinde korkunç ve yıkıcı sonuçları oldu. Ezidiler 3 Ağustos 2014'teki saldırıyı "73. ferman" olarak adlandırıyor. Ezidiler tarih boyunca birçok defa kırımla, kıyımla karşılaşmış bir topluluktur. Savaşın Ezidilerin varoluşuna yönelik bitmeyen yok edici bir tehdit olarak kültürü nasıl etkilediğini, şekillendirdiğini, daha önceki kırımların kadınların üzerindeki etkilerini de görmek mümkün. Êzidî kadın-kırımının tarihten bugüne kadar süregelen kadın-kırımının bir parçası olduğunun altını çizmek gerekmektedir.
Savaşlar artık sadece fiziksel olarak yürütülmemekte, psikolojik, kültürel, ideolojik, teknolojik vb. yöntemlerle toplumların karşısına çıkmaktadır. Sistem her konuda olduğu gibi savaş konusunda da kendini yenileyerek birçok yeni aygıt yaratmaktadır. Özel savaş politikaları ile gücü elinde bulundurup, her türlü baskı aracını kullanıp, toplumları boyunduruk altına almaya, ideolojik fetihler gerçekleştirmeye son sürat devam etmektedir.
İnsanlık tarihinde gördüğümüz savaş olgusunun günümüz koşullarında çevreyi yok olmanın eşiğine getirdiği, savaşların öz itibariyle en toplum dışı, doğa dışı, vahşetten öte fenomenler olduklarını bilmek gerekir. Savaşların en önemli amaçlarından biri, “en değerli nesne/meta” olarak gördükleri çocukları, kızları ve genç erkekleri içlerinde eritecek alanlar oluşturmaktır. Savaşın girdabında en çok kadınlar, kız çocukları ve gençler yitirilmektedir. İlkel bürokrasinin temeli böyle başladığı gibi, uygarlık tarihi de bir açıdan bu yöntemle hem toplumu zayıflatma hem de bürokratik aygıtların gücünü oluşturma eylemine dönüşmektedir. Yani savaş iç veya dış fark etmeksizin topluma karşı toplum oluşturmak, doğal topluma karşı iktidar ve devletin toplumunu oluşturmak amacına hizmet eder. Bu oluşturulmak istenen devletin toplumuna karşı direnen Mahsa Amini gibi kadınlar ölümsüzleşerek “Jin Jiyan Azadi” demeye devam edecektir. Savaşı ve tahakkümü değil barışı ve özgürlüğü esas alacaktır.