Bu ablaların sırtında rengarenk, 4 köşeli kumaştan koca bir bohça olurdu. Önce iki yaka birleştirilir düğüm atılır sonra 3. ve 4. köşe birleştirilir bohça düğümlenirdi. Sokakta yankılanan "Bohçacı geldi hanımmmm' sesiyle 'ben geldim çağrısı' yapılırdı
Şimdilerde neredeyse yok olmaya yüz tutmuş, yaşıtlarımın bir kez bile olsa denk geldiği bir kültürden, bizim zamanımızın gezici AVM'lerinden bahsedeceğim; Bohçacı kadınlardan
Bizim zamanımızda bu kadar dükkân, internet alışveriş siteleri, AVM'ler olmadığı için (iyiki de yoktu) insanların birkaç alışveriş seçeneği vardı. Ya arabalarla gezip eşya satan 'Taksitçi abiler'den ya da 'Bohçacı ablalar'dan ihtiyaçlarını alırlardı. Taksitçiler daha çok mutfak eşyası, halı, kilim vb. zamanına göre ağır ve değerli eşyalar satarken Bohçacılar daha çok perde, örtü vb. tekstil ürünleri satarlardı. Bu ticaret insanlarının lokasyonları daha çok kırsal yani gecekondu mahalleleri olurdu. Şimdilerde birçok kentte yok edilen, yok olmayan için de kentsel dönüşüm adı altında yok edilmesi için fermanı çıkarılmış gecekondu mahallelerine çocukluğumda gelen Bohçacıların çoğunluğu Roman ablalar olurdu. Bu ablaların sırtında rengarenk, 4 köşeli kumaştan koca bir bohça olurdu. Önce iki yaka birleştirilir düğüm atılır sonra 3. ve 4. köşe birleştirilir bohça düğümlenirdi. Sokakta yankılanan "Bohçacı geldi hanımmmm' sesiyle 'ben geldim çağrısı' yapılırdı. Bohçanın ağırlığından taşıma sırasında düğümler gerilir daha bir sıkılaşırdı. Bohçacıyı gören mahalleden bir kadın mutlaka el edip "Bohçacı gel bakalım ne var bohçanda" diye çağırırdı. Bizim mahallede bunu en çok yapan sanırım benim annemdi. Hatta onun alışveriş yaptığı tek bir bohçacı vardı: Bohçacı Fatoş. Fatoş abla mutlaka her hafta mahalleye gelir ve bizim eve uğrardı. Çünkü annemle ilişkisi ticaretten öteye geçmişti. Önce oturur karnını doyurur, dinlenir, şakalaşır en son bohçasını açardı. Ama tabi annem öyle tek başına bakmazdı. O zamanın kuralı öyleydi kimin evine bohçacı gelirse mutlaka konu komşuya haber etmek zorundaydı. Haber etmeyenin vay haline asıl şamata o zaman olurdu. Çocuk olmama ve içinden çıkan şeylere en az benim ihtiyacım olmasına rağmen o bohçanın içindekileri ben merak ederdim. Sıkışan düğümlerin açılması en çok beni sabırsızlandırırdı. Renkli bohçanın düğümleri açılıp içindekilerin etrafa dağılması ile daha da büyülü bir ortam oluşurdu sanki. Etrafa danteller, kanaviçeler, örtüler, havlular dağılırdı. İhtiyacı olan ihtiyacını alır, ihtiyacı olmayan ise kızının, oğlunun çeyizi için alışveriş yapardı.
Yüz yüze alışverişin en çok olduğu bir süreçte Bohçacıların ziyaretleri bir çeşit sosyalleşme aracı bile sayılabilinirdi. Çünkü bazen haftanın belli bir gününe konulmuş olan bu ziyaretler rutine oturtulmuştu. O gün toplaşmak için işler önceden yapılır, geceden alınabilinirse paralar alınır sabaha hazırlık yapılırdı. Parası olmayanın da veresiye alma gibi şansı vardı. Hem öyle bir veresiye ki satıcının ‘acaba parası var mıdır?’ demeye ve istemeye utandığı bir veresiye. Şimdilerde taksitlendirdiğimiz şeyleri bir tık’la erteliyoruz ama karşımızdakinin nezaketinden değil bizim zorunluluğumuzdan.
Kırsalda, gecekondu mahallelerinde kadınların evlerinde yarattığı sosyal hayatları bu kadar basit ama derindi. Şimdilerde alışverişlerimizi yüzünü dahi görmediğimiz, ekrandan sorduğumuz sorularla iletişim kurabildiğimiz satıcılarla yapıyoruz. Başkalarının ekranda yaptığı yorumlara göre karar veriyoruz. Yüz yüze alışverişlerde bile soru sormadan ayak üstü kısıtlı zamanlarda yapıyoruz.
Bir halı etrafında dökülen çal çaputun yerini koca koca AVM’ler alsa da hâlâ bir yerlerde seyyar dükkân görevi gören Taksitçi abiler ve Bohçacı ablaların olduğunu biliyorum. Ama ne yazık ki artık ne bir halı serilecek bahçe ne de bir araya gelecek komşular kaldı. Gecekonduların içinden geçmekle kalmayıp ruhunu da yok eden kentsel dönüşümle tüm an’larımızı yitirdik. Yine de gördüğümüzde kulağımızda çınlanan ‘Tavalar, tencereler geldi’, ‘Bohçacı geldi hanımm’ diyen sesleri içimizde duymak yetecek.
Geçmiş güzellemesi yapmak için yazılan bir yazı olmasa da sanırım biraz o yöne doğru bir kayma oldu. Bu yazıyı aklıma düşüren şeyse geçtiğimiz günlerde Üsküdar metrosunda karşılaştığım iki bohçacı kadındı. Yorgun, asık suratlar arasında herkesten ve her şeyden izole bir şekilde sohbet eden bu insanları yol boyunca izlemek tüm bu an’ları hatırlamama vesile oldu. Bu yazıyı okurlar mı bilmem ama ben bu yolculuk için onlara müteşekkirim.