‘Verdingkinder’ yani ‘çıplak ayaklı çocuklar.’ Onlar köle çocuklardı ve diğer çocuklarla karışmasın diye çıplak ayakla geziyorlardı. Heidi de bu çocuklardan biriydi
Çizgi filmler çoğunluğumuzun yaşamına eğlence katan TV programlarıydı. Her birimiz zevklerimize ve hayal dünyamıza hitap eden çizgi filmleri izleyerek büyüdük. Kimimiz ise hâlâ izlemeye devam etmekteyiz. Çocukluğumda severek izlediğim çizgi filmlerin sayısı hayli kabarık, Heidi de onlardan yalnızca bir tanesi. 80’li 90’lı kuşaktaki çocukların çoğunluğunun severek izlediği çizgi filmdi. Şu süreçlerde yeniden yayınlanan ve yine aynı ilgiyle izlenen bir çizgi film Heidi.
İsviçre’nin dağlarında çıplak ayaklarıyla dolaşan, dedesi ile beraber yaşayan, çevresine duyarlı ve yardımsever bir kız çocuğu olarak canlandırılan karakterin gerçekliği ya da Heidi’nin arka dünyası yaratılan bu karakter kadar sevimli değil ne yazık ki. Peki tüm bölümler boyunca yalın ayak dolaşan bu kız çocuğun ayakkabı giymemesi tercihinden ötürü müydü yoksa bir kimliğin simgesi miydi?
Çoğumuz gerçekleri görmeden, öğrenmeden önce Batı dünyasının yaşadığımız Ortadoğu atmosferinden farklı olduğunu düşünürdük ya da belki de içsel bir ‘orada bir ülke var, o ülke bizim ülkemizden iyidir’ tesellisi de olabilir. Heidi’nin yaşadığı İsviçre’de imrenilen o ülkelerden biri. Oysaki bu imrenilen ülkenin çocuklar açısından geçmişi o kadar da parlak değil.
Heidi’nin yazarı Johanna Spyri, o karanlık tarihe vurgu yapmak için bu karakteri oluşturur. 1789 yılında İsviçre’de 14 yaşın altındaki çocukların fabrikada çalışması yasaktı ama böyle bir yasağın olması çocuk işçiliğin olmadığı anlamına gelmiyordu. Resmiyeti olan yerlerde çalışmayan çocukların çalıştığı yerler ve alanlar vardı hatta bir adları bile vardı “Verdingkinder” yani “çıplak ayaklı çocuklar.” Onlar köle çocuklardı ve diğer çocuklarla karışmasın diye çıplak ayakla geziyorlardı. Heidi de bu çocuklardan biriydi.
18. yüzyılda İsviçre’de boşanan çiftlerin, devlete borcu olan ya da suç işlemiş bireyin çocukları devlet ve kilise eliyle başka ailelere veriliyordu. Ama elbette ki evlat edinme mantığı ya da koruyucu aile mantığı ile çocuklar aileye alınmıyordu. Devlet ve kilisenin el birliği ile verdiği bu çocuklar yanına gittikleri ailelerin çiftlik işlerine yardım ediyorlardı. Bu çocuklar için bir maddi bir bedel de ödeniyordu. Çocuklar kiralanıyor ya da satılıyorlardı. Heidi’nin Clara’nın yanına götürülmesi ona arkadaş olmasından değil tabir-i caizse ‘ayak işleri’ni yaptırmak içindi.
Verdingkinder’ler ağır şartlarda çalışıp, yetersiz beslenip, ahırlarda yaşıyorlardı. Bu çocukların şartları nedense o zamanların İsviçre’sinde yadırganmıyordu, bu duruma tepki veren ilk kişi Rus bir doktordu. Çünkü ölen çocuklardan biri için rapor hazırlandığında çocuğun ağır bir şekilde ve defalarca tecavüze uğradığı görüyor ve bunu raporlaştırıyor. Ama ne yazık ki rapor dikkate alınmıyor. Çocuklar köle ve işçi olmanın yanı sıra onları kiralayan ya da satın alan kişiler tarafından istismara da uğruyorlardı. Bu durum azımsanmayacak kadar çok gerçekleştiği halde bu tarz durumlarda doktora götürülen çocuklar için bir şey yapılmıyordu hatta yerli doktorlar tarafından üstü örtülüyordu. Rus doktorun bu konudaki ısrarı sayesinde bu durum kadın örgütleri, bazı yazar ve aydınlar tarafından da ses buluyor. Kendisi de Verdingkinder olan Carl Loosli bu konudaki mücadelesini ise ‘Susmuyorum’ adlı kitaplarıyla vermiştir.
Bu uygulama ve çocukların istismarı yıllarca sürüyor. Verdingkinder uygulaması ancak 1981 gibi yakın tarihte kaldırıyor. İsviçre hükümeti hayatları gasp edilen artık yaşamayan ya da hâlâ hayatta olan bu insanlardan ise sadece 10 yıl önce 21. yüzyılın ortasında 2013 yılında özür diledi.
Heidi, dedesiyle ve arkadaşı Peter ile mutlu bir yaşam sürse de İsviçre’nin görmezden geldiği karanlık dünyanın aynasıdır. Hiçbir temenni yaşananlara iyi gelmeyecek. Zira hatıralar insan yaşamının biriktirdiği en değerli mirasken aramızda olmayan Verdingkinder hafızasız ve hatırasız yitip giderken aramızda kalanlar ise geçmişini hatırlamak bile istemiyor. Verdingkinder olan birinin eşi için söyledikleri tüm bunları özetler niteliktedir; "67 yaşındaki eşimin neden çocukluk ve gençlik yıllarından hiç söz etmek istemediğini şimdi anlıyorum.”