Kürt kadınlarının hedef alınması, Türk işgalinin Kürt toplulukları içinde bir terör ve korku atmosferi yaratmaya devam etmek ve sonunda hepsini bölgeyi terk etmeye zorlamak için kullandığı kasıtlı ve devam eden bir taktik oldu
Ocak 2018'de Türkiye ordusu, Suriye'nin kuzeybatısındaki Rojava'nın Efrîn (Afrin) bölgesine yönelik karşı tarafın kışkırtması olmaksızın sınır ötesi operasyon başlattı. Askeri işgal alaycı bir şekilde 'Zeytin Dalı Harekatı' olarak adlandırıldı (bir şekilde savaş yoluyla barış sağlamaya yönelik Orwellvari bir gönderme), bu operasyon Efrîn kenti ve çevresinde büyük altyapı hasarına ve sivillerin acı çekmesine neden oldu. 18 Mart 2018 itibariyle Türk Silahlı Kuvvetleri, 2Suriye Ulusal Ordusu (SMO)' olarak tanıtılan müttefik cihatçılarıyla birlikte bölgenin işgalini tamamladı. Bu operasyonun sonunda 400.000 kadar sivil Kürt, alıkonulma, tutuklama ve işkence dalgasından kaçarken, zorla yerlerinden edildi. Kürt siviller mahallelerinden etnik temizliğe maruz kalırken, SMO ve Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen diğer bölgelerden gelen aileler ve Suriye’nin diğer kentlerinden yerinden edilmiş kişiler bölgeye taşınmaya ve Kürt sivillerin evlerine yerleşmeye başladı.
13 Mart 2018 gibi erken bir tarihte, Rojava'nın Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) üst düzey yetkilisi Redur Xelil, Türkiye'nin bölgede kasıtlı demografik değişiklikler yürüttüğüne dikkat çekti. Aynı yılın Haziran ayında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Redur Xelil’in söylediklerini teyit eden bir rapor hazırladı:‘Şu anda Türk kuvvetlerinin ve bağlantılı silahlı grupların kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan siviller, bazı durumlarda uluslararası insan hakları hukukunun ihlallerine veya kötüye kullanılmasına varabilen zorluklarla karşılaşmaya devam ediyor’
Fakat Türkiye'nin işgali devam ettikçe durum çok daha kötüleşecekti. Türk ordusu ve ona bağlı cihatçı paralı askerlerin işgali, Efrîn'deki herkes için, özellikle de kadınlara ve kız çocuklarına yönelik muameleyle ilgili olarak feci bir dizi insan hakları ihlaline ve suistimaline neden oldu. Türkiye destekli geçici hükümetin dahil olduğu veya izni ile gerçekleşen şok edici suistimallerin listesi şöyle: yasadışı gözaltılar, adam kaçırma, gasp, hırsızlık, zorla evlerden kovulmalar, dayak, işkence, çocukların cinsel istismarı, toplu tecavüzler, zorla evlendirmeler, cinayetler, bombalamalar ve tarihi ve kutsal yerlerin harap edilmesi. Esasen, son beş yılda her gün işgal altındaki Efrîn bölgesi bir insanın aklına gelebilecek her türlü korkunç savaş suçuna şahit oldu.
Benzer şekilde, işgalden bu yana, su, elektrik ve hayati önem taşıyan sağlık hizmetleri dahil olmak üzere tüm sivil altyapılara yönelik saldırılar, geride kalan Kürt siviller için bölgede yaşamalarını imkansız hale getirerek büyük bir yıkıma neden oldu. Hastaneler, pazarlar, sığınaklar, kamplar, evler, türbeler ve anıtlar, özellikle bu yapılar doğrudan Kürt, Ezidi, Alevi veya Hristiyan topluluklarla bağlantılı olduğunda, saldırılara açık hale geldi. Ancak devam eden işgalin en ürkütücü yönlerinden biri, kadın ve kız çocuklarını hedef alan cinsel şiddet ve zorla evlendirme tehdididir.
Gerçekten de, Kürt kadınlarının hedef alınması, Türk işgalinin Kürt toplulukları içinde bir terör ve korku atmosferi yaratmaya devam etmek ve sonunda hepsini bölgeyi terk etmeye zorlamak için kullandığı kasıtlı ve devam eden bir taktik oldu. Ankara'nın amacı, Efrîn Kürtleri için hayatı o kadar tehlikeli ve psikolojik olarak travmatik hale getirmek ki, hepsini başka bölgelere göç ettirerek, toplu katliam yapmak zorunda kalmadan etnik temizlik yapmaktı.
Tüm Kürt kadınlarını hedef almak
Hilal Alkan, 2018 tarihli 'Savaşın Cinsel Politikası: Kürt Çatışmasını Kadın İmgeleri Üzerinden Okumak' başlıklı makalesinde, Kürt kadınlarının Türk toplumu ve medyasındaki temsilinin ırkçı ve cinselleştirilmiş doğasına dikkat çekti. Alkan makalesinde Kürt kadın bedeninin nasıl devlet siyaseti ve iktidarının oynandığı, ırkçı ve şiddet içeren politikaların yürürlüğe girdiği oyun alanları olarak görüldüğüne dikkat çekiyor. Örneğin, Ekim 2019'da bir Kürt siyasetçi Hevrin Khalaf'ın Türk rejimiyle müttefik cihatçılar tarafından öldürülmesi uluslararası bir tepki yarattı. Khalaf aracından çıkarıldı ve defalarca vuruldu ve ardından, eşit bir birey olarak yaşamaya cesaret eden bir Kürt kadını olduğu için onu sadece öldürmekle kalmayıp aşağılamaktan da zevk duyduklarını gösteren alaycı erkekler tarafından cansız vücudu kötü bir şekilde istismar edildi. Başka bir Kürt siyasetçi Zehra Berkel’de 2020 yılının Haziran ayında bir Türk insansız hava aracı saldırısında öldürüldü. Ağustos 2022'de Heseke yakınlarındaki Birleşmiş Milletler Kız Çocukları Eğitim Merkezi'nde voleybol oynarken Türk insansız hava araçlarının saldırısı sonucu öldürülen dört genç kız Ranya Eta, Zozan Zêdan, Dîlan Ezedîn ve Diyana Elo. Ardından dört kızın diri diri yakıldığı ve anne babaları için feryat ederken can verdiği katliamın ertesi sabahı Türk diktatörü Erdoğan, 'Terörle mücadelemizi sürdürüyoruz. 'Bir gece ansızın gelebiliriz' sözümüz boşuna değil.2 dedi. Erdoğan’ın bu sözü Türk devlet politikasına göre Rojava'daki Kürt kadınlarının nasıl meşru askeri hedefler olarak görüldüğünü gösteriyor.
Kürt diasporasındaki kadınlar bile Türkiye'nin Kürtlere karşı nefret kampanyasından güvende değildi. Haziran 2022'de İsveçli Kürt milletvekili ve eski bir Komala Peşmergesi olan Amineh Kakabaveh, Türkiye aleyhine gensoru önergesi verdikten sonra Türk devleti tarafından İsveç’ten sınır dışı edilmesi tehdidi ve talepleriyle karşı karşıya kaldı. Halbuki, Kakabaveh'in erken yaşamı Türkiye'ye değil İran devletine karşı direnmekle geçmiş olmasına ve Türkiye'de hiç yaşamamış ya da Türk vatandaşı olmamasına rağmen, Erdoğan rejimi Kakabaveh'in İsveç'ten sınır dışı edip zindanlarından birine göndermeye hakkı olduğuna inanıyordu. Çünkü Kakabaveh ona meydan okumaya cüret eden bir Kürt kadınıydı. Türk devleti ve ordusunun tüm Kürtlerin, özellikle de kadınların temel insan haklarını hak etmediği dünya görüşüyle hareket ettiği Efrîn'de Kürt kadınlarına yönelik sado-mazoşist vahşetinin ardındaki psikoloji de burada yatıyor.
Bu tür ihlaller, Kürt kadınlarının Kürt toplumu içerisinde ve dışındaki zalimlere karşı onlarca yıllık direnişine ve mücadelesine sebep olmuştur. Bu nedenle, özellikle Kadın Koruma Birlikleri'nin (YPJ) popülaritesi ile Kürt kadınları, IŞİD'i yenmek ve ana destekçileri olan işgalci Türk ordusuna direnmek için gösterdikleri azim ve cesaretle tanınır hale geldi. Fakat hiçbir azim ve cesaret Nato tarafından sağlanan son teknoloji silah sistemleri ile Nato organizasyonunun ikinci büyük ordusu olan Türk ordusunun acımazsız saldırılarına karşı mücadele edemezdi. Yine de Kürt kadınları, kendi özgürlük biçimlerine ulaşma kararlılığını sürdürürken, marjinalleştirilmeleri ve mağdur edilmeleri imajına meydan okumaya kararlı.
Ancak meydan okumalarına rağmen, beş yıldır Türk işgali altındaki Efrîn ve çevresine yönelik süregelen, her yeni gözaltı, taciz, işkence ve tecavüz vakası kolektif bir korku ve terör duygusu yaratmaya devam ediyor. Ve bu yaşananlar, Türk rejimi ve müttefik güçleri tarafından Kürtlere yönelik düzenli taciz ve ihlallerin süreklilikle gerçekleştiği diğer Rojava, Bakur ve Başur bölgelerini kapsamıyor bile.
Trajik bir şekilde, Efrîn’de yaşananlara uluslararası ilgi ve kınama, kadın ve kız çocuklarının kaçırılma veya tutuklamalardan sonra yaşadığı cinsel şiddete karşı yapıldı. Şüphesiz erkekler de cinsel istismarın hedefi olmuştur, ancak kültürel normlar, utanç, suçluluk ve umutsuzluk duyguları bu erkeklerin öne çıkmasını engellemiş olabilir.
Efrîn'in Kürt kadınlarına karşı işlenen savaş suçları artmaya devam ederken, bazı örgütler gelecekte hesap verebilirliği teşvik etme umuduyla bu vahşeti kayda geçirmeye çalıştı.Örneğin, Kayıp Afrin Kadınları Projesi, Ocak 2018'de bölgenin Türkiye'nin kontrolüne girmesinden bu yana Efrîn'de kadın ve kızların kaçırılma ve kaybolma vakalarına ilişkin raporları derliyor. Yerel medya ve insan hakları kuruluşlarından alınan raporlar, bu süre zarfında kaçırılan 150'den fazla kadın ve kız çocuğunu tespit etti. Bu suçlardan askeri polis ve Türk güvenlik personeli ile Türkiye'nin müttefiki diğer İslamcı grupların sorumlu olduğu geniş çapta belgelenmiştir.Ama ne yazık ki, Türkiye yaptıklarından sorumlu tutulmadığı sürece, tüm bu kadınlar için adalet ve cevaplar hala sonuçsuz kalıyor.
Cinsiyetin oynadığı rol
Çatışma ve savaşlar sırasında ‘Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet (TCDŞ)’ genellikle cinsiyetçi bir yaklaşım benimser. Örneğin, geleneksel olarak erkekler savaşçı olarak şiddet, işkence ve suistimallerle karşılaşırken kadınlara geleneksel olarak kurban muamelesi yapılır. Bu, bir kavram olarak TCDŞ'nin neden yalnızca 1990'lardan beri uluslararası ilgi uyandırdığını açıklamaya yardımcı olur. Daha spesifik olarak, 1993'te BM Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirgeyi kabul ettiğinde. Yine de Suriye iç savaşı durumunda olduğu gibi modern savaşlarda toplumsal cinsiyete dayalı kapsamlı ihlal ve ihmalleri hala görmekteyiz. Siviller sürekli olarak Suriye rejimi, işgalci Türk güçleri veya müttefik cihatçılar tarafından değil, aynı zamanda ülke çapındaki diğer isyancı gruplar tarafından da hedef alındı. Bir savaş bölgesinde genellikle en olumsuz etkilenen demografi olan kadın ve çocukların kasıtlı olarak hedef alınması, yalnızca ülke dışına kitlesel mülteci akışlarına değil, aynı zamanda ülke içinde de yerinden edilmiş insanlara neden olur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne göre: 'Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet (TCDŞ), ciddi bir insan hakları ihlali ve yaşamı tehdit eden bir sağlık ve korunma sorunudur. Her üç kadından birinin yaşamı boyunca cinsel veya fiziksel şiddete maruz kalacağı tahmin edilmektedir. Yerinden edilme ve kriz zamanlarında, kadınlar ve kız çocukları için cinsiyete dayalı şiddet tehdidi önemli ölçüde artıyor.'
Birleşmiş Milletler Cinsiyete dayalı şiddeti şöyle tanımlar: 'İster kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi; bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma.' Başka bir deyişle, Toplumsal Cinsiyete dayalı şiddet sadece taciz ve şiddet eylemi değil, aynı zamanda kadına yönelik taciz tehdidi veya olasılığı bu şiddet biçiminin bir parçasıdır. BM tanımıyla uyumlu olarak, Avrupa Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü şunları belirtmektedir: 'Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet, kökleri cinsiyet eşitsizliğine dayanan bir olgudur ve tüm toplumlarda en dikkate değer insan hakları ihlallerinden biri olmaya devam etmektedir. Toplumsal Cinsiyete dayalı şiddet bir kişiye cinsiyetinden dolayı yöneltilen şiddettir. Hem kadınlar hem de erkekler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet yaşasalar da mağdurların çoğu kadın ve kız çocukları oluşmaktadır'
Türkiye'nin himayesindeki grupların terörü
Bununla birlikte, uluslararası toplum da silahlı çatışmalar sırasında Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddetin kaçınılmaz olduğunu görmektedir. Efrîn’in işgalinden kısa bir süre sonra BM, çeşitli silahlı kuvvetler tarafından Kürt sivillerin, özellikle de kadınların ve kızların yaygın bir biçimde tutsak alınmasına ilişkin endişelerini bildirdi. Bir diğer endişe duydukları konu ise Ezidi kadınların yapılan sorgulamalar sırasında tehdit ve zor kullanarak Müslüman yapma çabalarıydı. Kasım 2019 ile Temmuz 2020 arasında Efrîn ve Serekaniye bölgelerinde en az 49 Kürt ve Ezidi kadının Türk güçleri müttefikleri tarafından gözaltına alındığına dair başka raporlarda BM’ye sunuldu.
Aralarında Sultan Murad Tugayı, Sultan Şah Tugayı ve Hamza Tugayı'nın da bulunduğu Efrîn'deki Türk rejimiyle dolaylı veya doğrudan bağlantılı bir dizi terörist grup, bölgede terör estirmeye devam ediyor. Bu gruplardan en acımasızlarından biri de eski adıyla El Nusra Cephesi olan Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) hareketidir. HTŞ, El Kaide ile ilişkilerini kestiği 2016 yılına kadar El Kaide'nin bölgedeki ana kolu olan bir gruptu. Ancak gözlemciler, El Kaide ile hala aynı ideolojiyi sürdürdüklerini kaydettiler. Terör örgütü, Efrîn dışında İdlib vilayetinin büyük bölümünü ve bazı komşu vilayetleri de kontrol ediyor. İsyancı grupların en güçlüsü ve en örgütlüsü olan HTŞ, Türk devletinin müttefiki olarak bir zamanlar Türkiye’nin İŞİD’e bıraktığı Kürt karşıtı vekil rolünü şimdilerde oynamaktadır. Ancak bu grupların hepsi bir amaca hizmet ediyor. Bu amaçları ise Türk müttefiki terörist güçler olarak kadınları kaçırmaları, Efrîn'de ‘Onları (kadınları) fiilen evlerine kapatan yaygın bir korku iklimi’ oluşturma görevidir. Bu müttefik cihatçı güçler, radikal İslami yönetim biçimi amacıyla işgal ettikleri alanlarda kadınların haklarına yönelik açık ve alenen yerleşik bir kadın düşmanı yaklaşıma sahipler. Efrîn'in işgalinden kısa bir süre sonra kadınların ve kızların evlerinden çıkmaları yasaklandı ve toplum içinde peçe takmaya zorlandı. Kürt kontrolü altındayken Efrîn'in çok kültürlü sistemini simgeleyen daha önceki özgürlükçü ve açık toplum tamamen tersine döndü. ‘Suriye Arap Cumhuriyeti Hakkında Bağımsız Uluslararası Araştırma Komisyonu Raporu’ başlıklı 2020 BM raporu, Efrîn'de şunları itiraz ediyordu: 'Kadınlar ve kız çocukları da Suriye Ulusal Ordusu savaşçıları tarafından gözaltına alındı ve tecavüze ve cinsel şiddete maruz kaldılar. Kadınlara yapılan ‘kadın onuru’nu lekeleme ve kültürel normlar nedeniyle bireysel ve topluluk düzeyinde ciddi fiziksel ve psikolojik zarara neden oldular'
Aynı şekilde rapor, Şubat 2020'de yalnızca en az 30 Kürt kadınının tecavüze uğradığını belirtiyor. Ayrıca, Efrîn'deki işgalci savaşçılar ev baskınlarında sırasında cinsel şiddet ve tecavüzle etmekle suçlandı. Ancak suçlamalara rağmen hiçbiri hüküm giymedi ve birkaç gün sonra serbest bırakıldılar. Aynı zamanda, düzinelerce kadın kaçırıldı ve işgalci militanlarla zorla evlendirilmeleri için baskı altına alındı, bazı erkekler kadınları kısa süre sonra boşadı. Trajik bir şekilde görülüyor ki, Efrîn bölgesi Türk ve ona bağlı cihatçı işgal güçlerinin kontrolü altında olduğu sürece, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik tüm şiddet eylemleri hız kesmeden devam edecek. Bu ve daha pek çok nedenden dolayı, Kürt araştırmalarının daha çok toplumsal cinsiyet merkezli bir odak noktası alması ve savaş bölgelerindeki Kürt kadınlarının içinde bulunduğu kötü durumun yakından incelenip altının çizilmesi elzemdir.
Ayrıca, bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olduğu için, Rojava genelinde ve özellikle de Türkiye'nin işgali altındaki Efrîn'de kadınların içinde bulunduğu kötü duruma karşı uluslararası kadın dayanışmasının önemini vurgulamalıyız. Jin, Jîyan, Azadî (Kadınlar, Yaşam, Özgürlük) sadece batı şehirlerindeki protestolarda atılan bir slogan olamaz. Aynı zamanda savunmasız kadınların, örneğin Efrîn'deki on binlerce Kürt kadını bedenlerine tecavüz etmek ve insanlıklarını yok etmek için yola çıkan bir kötülükten korkarak bir gün daha saklanmak zorunda değil.
Çeviri: Jin Ekibi
Kaynak: https://nlka.net/eng/kurdish-women-of-afrin-targets-of-occupation/