Bu kez adı R.K.’dır çocuğun. 1997 yılında Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programının* konuğu dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’dir… Olay Diyarbakır’ın bir köyünde R.K. adlı bir çocuğun bir korucu tarafından tecavüze uğramasıyla ilgilidir…
Görüntüleri izledikten sonra Birand, dönemin İçişleri Bakanı Akşener’e soruyor: “Korucuların 10 yıldır karıştığı suç sayısı 23 bin, 70’i tecavüz. Bu durum sizi rahatsız etmiyor mu? El cevap: “Rahatsız ediyor ama…” Ama’dan sonra kurulan cümle her şeyi açıklıyor…
Ölümün coğrafyasında büyüyen, büyümeden ölümle tanışan ya da büyümeden ölümden beter bir hayata mahkûm olan çocukların coğrafyasında gezineceğiz bugün. Bu coğrafyada iklimin adı “savaş”tır. Her mevsim sert ve karanlıktır. Çocukların bu coğrafyada adlarından sonra ölüm, kurşun, işkence, tecavüz, istismar kelimeleri eklenir. Sonrasında devam eder rıza, kaza, yalan, iftira, münferit, terörist… Kimi zaman uykuda panzer geçer üstünden olayın adı 'kaza' olur, kırda oynarken elinde havan topu patlar adı 'şüpheli vaka' olur, sokak ortasında 13 kurşunla katledilir adı 'terör' olur, cinsel istismara uğrar adı 'iftira' olur. Adları Ceylan, Cemile, Uğur, R.K., H.G.K ve dünyanın her yerinde savaşa doğmuş tüm çocukların paramparça edilen çocukluklarının karşılığıdır savaş. Her zaman arkasında dimdik duran iktidarlar, ideolojiler, rejimler vardır; tek devlet, tek millet, tek gerçek.
Son günlerde hepimizin zihninde depremler yaratan, yüreğimizde devasa öfke dalgalarıyla boğuştuğumuz, hangi dünyaya ait olduğumuzu sorgulatan ve okurken bile zorlandığımız bir “çocuk istismarı” davasını anbean yaşıyoruz. Olayın ayrıntılarını öğrenmek ne kadar sarsıcıysa iktidarın tüm kurumlarıyla olayı örtbas etmeye çalıştığına tanık olmak o kadar sarsıcı ama şaşırtıcı değil. Her seferinde dehşete düştüğümüz olayların ilki değil ve maalesef savaş politikalarının yozlaştırdığı bir sistemde dehşete düşmeye devam edeceğiz.
Adının baş harfleriyle anılan çocuklardan biriydi H.G.K. Güç ve iktidar evliliğinin el ele yürüdüğü, her şeyin mubah olduğu yolda çocuk istismarı elbette "münferitti." Herkesin düşman, her fikrin ortak çıkarlara karşı tehlike olarak görüldüğü, en iyisine muktedirlerin karar verdiği, bizden ve bizden olmayanların kanlı bir bıçakla ayrıldığı bir yerde kimin rızası olup olmadığına da mağdur değil muktedir karar verir. Çünkü asıl önemli olan 'Devlet Baba'nın rızasının olup olmadığıdır. Ama bazen mızrak çuvala sığmaz.
H.G.K’nın 6 yaşından beri yıllarca uğradığı sistematik tecavüz olayı beni 1997’de izlediğim ve henüz kendim de çocuk olduğum zamanlarda aklımdan hiç çıkmayan bir başka olaya götürdü.
Bu kez adı R.K.’dır çocuğun. 1997 yılında özel bir kanalda Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programının* konuğu dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’dir. Susurluk olayından sonra devraldığı koltuğunda otururken Birand bir haber dosyası izlettirir Akşener’e. Olay Diyarbakır’ın bir köyünde 10 yaşında R.K. adlı bir çocuğun bir korucu tarafından tecavüze uğramasıyla ilgilidir. Yıllar sonra görüntüleri tekrar izlediğimde yüreğimdeki öfke dalgalarıyla baş edemedim. R.K.’nın annesi ellerini göğe kaldırarak isyan ediyor, ağlıyor. Kızının doktor muayenesinde tecavüze uğradığının tespit edildiğini, bu vahşeti yapan kişinin köyde yaşan bir korucu olduğunu ve bir gece evde yoklarken kızına tecavüz ettiğini haykırıyor. Birden anne konuşunca, köyde devletin mülki idare sisteminin temsilcisi muhtar geliyor. Muhtar elindeki sopayla anneye vurmaya başlıyor. Anne yüzü gözü kanlar içinde, başındaki tülbenti yırtık vaziyette muhtardan korkmasına rağmen haykırmaya devam ediyor. R.K. 10 yaşında köyden ayrılmak zorunda kalmasına rağmen tecavüzcü korucu beraat ederek köyde elini kolunu sallayarak yaşamaya devam ediyor. Bu görüntüleri izledikten sonra Birand, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’e soruyor: “Korucuların 10 yıldır karıştığı suç sayısı 23 bin, 70’i tecavüz. Bu durum sizi rahatsız etmiyor mu? El cevap: “Elbette rahatsız ediyor ama…” Ama’dan sonra kurulan cümle her şeyi açıklıyor: “Ama korucuların bir dönem Güney Doğu’da çok önemli bir işlevi yerine getirdiğini de unutmamak lazım.” Çok önemli görevlerini hiç unutmadık, R.K.’yı unutmadığımız gibi.
O yıllarda ve şimdi de suç, suçun işlendiği bölgeye göre de değişirdi. Suç Kürt şehirlerinde yaşanmışsa hep duyduğumuz o “ama” bağlacı dil bilgisi kapsamından çıkar 'devletin bekası ve terörle mücadele' kapsamına girerdi. O gün “ama” ile başlayan cümle bugün İYİP Lideri Meral Akşener tarafından “amasız ve lakinsiz” olarak kuruluyor. İktidarlar değişti 25 yılda. O gün R.K’nın karanlık dehlizlerde kalmasına sessiz kalanlar bugün H.G.K.’nın yaşadıklarını anlamaya çalışıyorlar. Oysa anlamadıkları şuydu; Tarih boyunca iktidar hep erkek tekelindeydi. İktidarların ideolojisi ne olursa olsun ‘erkeklik’ dokunulmaz alanlardı. Gücünü aldığı ve asıl beslendiği kaynak hiç değişmedi. Erkekliğe görünmez bir dokunulmazlık zırhı kazandıran bu durum en kritik hallerde hep bir siluet gibi arkada belirir. Bu siluet iktidar ilişkilerinin zımni antlaşmasının muhafızlığını yapan siluettir.
25 yıl önce R.K. ve bugün H.G.K. birbirinden bağımsız değil bilakis buluşturan şey tam da budur; her ikisinin korkunç istismarında faillerin arkasında beliren o siluettir. Aynı silueti İpek Er’i intihara götüren cinsel istismar davasında tutuksuz yargılanan Uzman Çavuş Musa Orhan’ın arkasında, Ensar Vakfı’nda yıllarca onlarca çocuğu istismar eden öğretmenleri Muharrem Büyüktürk’ün arkasında gördük. Erzurum’da Diyanet’e bağlı yurtta 7 erkek çocuğuna cinsel istismarda bulunan Hakan Aslankafa’nın arkasında, Hiranur Vakfı kurucusunun 6 yaşındaki kızı H.G.K.’yi evlendirdiği Kadir İstekli’nin arkasında ve Diyarbakır MHP İl Başkanı Cihan Kayaalp’in yıllarca bir erkek çocuğunu istismardan yargılandığı davada beraat ederken arkasında gördük aynı silueti. 'Ben iktidarım ve rızam var' diyenlerin siluetlerini gördük.
Bugün muktedirler yukarda saydığımız ve sayamadığımız korkunç olayların siyasetin konusu olmadığını söylüyor. Zımni antlaşmanın sarsılmaz maddeleri gereği bu tür olayları siyasetin alanından uzaklaştırmak zorunda.
Eğer ülkenizde savaş politikalarının yozlaştırdığı, çürüttü sisteminizde çocuklar uykusunda panzerle ezilerek öldürülüyorsa bu pekâlâ politiktir. Faşist ve eril rejiminizin söylemleri yüzünden her gün bir kadın veya bir LGBTİ+ bireyi şiddete maruz kalıyor, katlediliyorsa pekâlâ politiktir. Çocuklarınızı ne olduğu belli olmayan tarikatların kucağına terk edilmesini teşvik ediyorsanız çocuğa yönelik cinsel istismar pekâlâ politiktir. Her korkunç olaydan sonra mağdur ya da maktulün değil failin arkasında dimdik durduğunuz için politiktir. Bu korkunç olayların hiç biri münferit değil pekâlâ politiktir!