25 Kasım'da Haliç'te yürümek isteyen kadınlar, etrafları bu şekilde sarıldıktan sonra polis otobüsüne bindirildi – GETTY IMAGES
25 Kasım’da nerdeyse her ilde polis şiddeti, engelleme ve gözaltılar söz konusu olurken feminist hareket/kadın hareketi erkek-devlet şiddetine aslında bir bütün olarak patriyarkaya boyun eğmeyeceğini bir kez daha ilan etti
İran’da Jina Amini’nin polislerce öldürülmesinin ardından kadınların başörtülerini atarak başlattığı halk isyanı, iki aydır bir bütün olarak molla iktidarını sarsmaya devam ediyor. Zorunlu örtünmede cisimleşen İslamcı baskı, kadınların bütün hayatlarını erkek ve devlet baskısına tabi kılarken, isyanın -şimdilik- en somut sonucunun kadınların örtünmeden sokaklarda gezmeye başlaması olduğunu söylemek mümkün. İsyanın başından beri kadınların talep ettiği özgürlükler konusunda geri adım atmayan molla iktidarı, kadınlara verilecek her tavizin bir bütün olarak devletin üzerinde yükseldiği temelleri sarsacağının bilincinde.
AKP iktidarı da 2010’daki Anayasa Referandumu ve 2011 seçimlerindeki yüzde 51’lik oy oranından sonra adım adım iktidarını tahkim edip faşizmi inşa ederken, aileyi koruma politikalarını somut bir baskıya dönüştürme hedefiyle yola çıktı ve önce kürtajı yasaklamaya çalıştı. 2016’daki darbe sürecinin ardından müftülük nikâhını yasallaştırdı, 2017’deki referandumun ardından ise topyekûn saldırıya geçerken, boşanmaları zorlaştırma, nafaka hakkını gasp etme, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış ve LGBTİ+’lara yönelik baskı ve şiddet politikaları gündeme geldi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışla birlikte devlet faşist dönüşüme uygun olarak, kadın- erkek eşitliği hedefini ve LGBTİ+’ların eşit yurttaş kabul edilme haklarını tanımadığını ilan ederken, artık her erkek şiddetinin somut olarak devletin desteğini aldığını ve “erkek devlet” şiddetine dönüştüğünü söylemek hiç de abartılı olmaz. AKP iktidarı kesin olarak erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddeti ve kadın cinayetlerini meşrulaştırırken, bizzat devlet eliyle LGBTİ+’lara yönelik şiddeti örgütlüyor ve kurumsallaştırıyor.
2016’da Kürt halkının seçme ve seçilme hakkını gasp eden kayyum atamaları 2019 seçimlerinin ardından da aynı şekilde devam ettirildi. AKP iktidarını tahkim edip faşizmi inşa ederken en somut şiddetini Kürt halkına ve Kürt kadınlarının kazanımlarına yöneltti. Tüm kadın dernekleri, kadın danışma merkezleri, kadın daireleri, kreşler, alo şiddet hatları kapatılırken seçilmiş milletvekilleri ve belediye eşbaşkanı kadın arkadaşlarımız gözaltına alındı, tutuklandı. 8 Martlarda 25 Kasımlarda yaptıkları açıklamalar suç unsuru olarak iddianamelere kondu. Aynı bu son 25 Kasım’dan sonra olduğu gibi, kadın hareketinin ülke çapındaki eş zamanlı eylemlerinin ardından her sefer Kürt kadın hareketine yönelik gözaltı ve tutuklamalar yapıldı.
2019 8 Mart’ındaki feminist gece yürüyüşünün yasaklanmasıyla başlayan süreçle, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışın ardından bu yıl [İstanbul’da] 8 Mart’ta kadınların toplanmasını engellemek için her sokakta kurulan polis barikatları da yeterli olmadı ve binlerce kadın Cihangir Meydanı’nda patriyarkaya ve AKP iktidarına karşı mücadeleyi yükseltti. 13 Kasım’da Taksim’de gerçekleştirilen cihatçı katliamı bahane edilerek 25 Kasım yasaklanmaya çalışıldı, kadın hareketinin kararlı direnişine cevap olarak da İstanbul’da 216 kadın ağır polis şiddeti ve işkencesiyle gözaltına alındı. Yıllardır yasaklı olan Taksim’e değil, 27 Kasım’da Kadıköy’e çağrı yapan örgütlenmelerin de gözaltına ve polis şiddetine maruz kalması, 13 Kasım katliamını “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirmek isteyen iktidarın, toplumsal muhalefeti sıkıştırmaya çalıştığı çemberi daha da daraltmaya karar verdiğini gösterdi.
25 Kasım’da nerdeyse her ilde polis şiddeti, engelleme ve gözaltılar söz konusu olurken feminist hareket/kadın hareketi erkek-devlet şiddetine aslında bir bütün olarak patriyarkaya boyun eğmeyeceğini bir kez daha ilan etti. AKP her gün henüz yasalaşmamış “yeni aile yasasını” ve LGBTİ+’lara yönelik yeni baskı ve şiddet politikalarını bir şekilde hayata geçiriyor, faşizmin hukukunu egemen kılıyor. Buna karşı, seçimleri bekleme siyaseti ile ezilenlerin sistem dışı mücadelesinin önünü kesmeyi; devletin bekasını, milliyetçi savaş siyasetinin devamını; AKP’nin inşa ettiği faşizmden sermayenin ve devletin baskıcı niteliğinin korunarak bir burjuva restorasyonla çıkışı öngören; Millet İttifakı’nda cisimleşen parlamentoya sıkışmış muhalefetin sınırlarının nasıl aşılacağını ise, feminist hareket/kadın hareketi 25 Kasım’da bir kez daha göstermiş oldu.
Feminist mücadelede, kendisinin kurtuluşu ihtimaline inanan kadınların*, hayatlarını dönüştürmek, patriyarkayı geriletmek için, erkek devlete/faşizme boyun eğmeyerek çıktıkları sokaklarda, evlerdeki erkek baskısına direnen bütün kadınlarca destekleniyor olmaları yükselen direnişin temel dayanağı. Bu son 25 Kasım yeniden, parlamenter siyasetin sınırlarının ötesinin önemini, seçimleri beklemenin faşizmle mücadele anlamına gelmeyeceğini, feminist isyanın eş zamanlı olarak hem devleti hem de aileyi hedef alan siyasetinin gücünü, bir kez daha ortaya çıkardı. Ki bir kişi daha eksilmeyeceğiz diyerek örgütlenen feminist hareketin seçimleri bekleme lüksü de zaten yok kuşkusuz…
* Özge Yurttaş’ın feminist hareketin gücünün nedenine ilişkin bu yorumunun en özet haliyle durumu anlattığını düşünerek alıntıladım.