Konferansa gelen yabancı heyetin ağzından bir an düşürmediği “Jin, jiyan, azadî” artık yeni çağ paradigmasının dili olacağını ortaya koydu
Bir dünya var düşlerimizde; Savaşın, ayrımcılığın, baskının olmadığı. Bir dünya var düşlerimizde; Kadının adaletiyle yeşeren ve elleriyle öz rengine bürünen yakın bir düş, jin, jiyan, azadî kadar yakın. Ve bu düş hakikate giden tek gerçek!
Aylara varan hummalı çalışmamız 24-25 Eylül’de Batman’da yaptığımız 4’üncü konferansımızla görkemli bir finale ulaştı. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa, Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanından konferansa katılan kadınların coşkusu görülmeye değerdi. Kilometrelerce uzaklıktan gelen kadınları sabahın erken saatlerinde Kadın Kültür Grubu'nun tarihin en eski enstrümanlarından biri olan erbanelerle karşılaması, kadınların hep birlikte ulusal kıyafetleriyle, kadın ezgileriyle gruba eşlik etmesi ve bunun yarattığı coşku, moral konferansın hangi atmosferde geçeceğini muştuluyordu. Halaylar çekilip içeri geçildiğinde direniş sloganlarının yanında katledilen, tecavüze uğrayan, işkence gören ve kaybedilen kadınların belli olan faillerinin cezalandırılmayarak ödüllendirilen erkek aklına olan öfkemiz ve isyanımızla konferans salonuna doğru yol aldık. Vardığımızda kadın yoksulluğuna inat tüm pankartların zeminine buğday başakları işlenmişti. Ne de olsa Nan’ın ülkesindeydik! Bu bize “Nan, Kar, Azadî” sloganının ilham kaynağını yansıtıyordu. Sade bir salon düzeni dikkati çeken ayrıntılardan biri. Bir köşe kültürel mirasın yansımalarını içerecek şekilde oluşturulmuş. Bu köşe özelde analarımızın ilgi alanını oluşturacaktı. Divan oluşumundan sonra hazırlanan sinevizyon izlenmeye başlandı. Sinevizyon kareleri bir direnişin öyküsüydü adeta ve bu sık sık duygulu anlara sahne oldu.
Tarih boyunca kadın saçının birçok anlamı ve çağrışımı olmuştur. Güzelliğin, özgürlüğün, asaletin sembolü olurken; kesilmesi, örtülmesi cezalandırmayı ve hakareti tasvirlermiş. Yakın tarihimizden de biliyoruz ki Dersim’in kayıp kızlarının saçları kazıtılarak tanınamaz hale getirilmesi, kadınların uçurumlardan atlayarak direniş çığlığını yükseltmesine neden olurken, 74 kez fermana uğrayan Ezidî kadınların göç yollarında saçlarını taşlara bağlaması tarihten izlerinin silinemeyeceğini ve yol göstericiliğin sembolü olurken İran’da Jîna Mahsa Amini’nin saçları görünüyor diye sözde “ahlak polisleri” tarafından katledilmesi İran ve Rojhilat Kürdistanı’ndan başlayarak kadınların dirilişine ve direniş kıvılcımını ateşleyen bir meşaleye dönüşmeyi başaracaktı. Konferansımızda Jîna’nın saçlarının tılsımı yüzlerce kadının ruhuyla buluştu adeta.
Konferansın önemli tartışma başlıklarından biri de kadınların ortak mücadeleyi güçlendirme tahayyülleriydi. Bu başlıkta kadınlar 21. yüzyılın kadın yüz yılı olacağı, kadın eksenli mücadelelerin yüzyıla damgasını vuracağı tespitini yaptılar. Yine kadın katliamlarını, taciz ve tecavüzü günlük yaşam biçimi olarak kadınlara dayatan erkek egemen sistem karşısında daha fazla örgütlü ve eylemli durmanın önemli olduğu değerlendirmesi yapıldı. Dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçiliğin kadın üzerinde katmerlenen sömürü politikalarının derinleşmesinde en çok başvurulan ideolojik kaynaklar olduğu vurgusu yapılarak bunlarla mücadele etmek gerektiği ifade edildi. Çünkü bu durumun kapitalist sömürü sisteminde bireye hiçliği, kadına değersizliği, halklara kimliksizliği, yaşama anlamsızlığı dayattığı tespiti yapılarak bu saldırılar karşısında dünyada, Ortadoğu’da, Türkiye ve Kürdistan’da birlikte direnişi yükseltmeye ihtiyaç olduğu tespiti yapıldı.
Yine ortak mücadele başlığında güncel olarak doğa kırımından, Kürdistan’da uygulanan özel psikolojik savaşa, kadın yoksulluğundan kadın siyasetçilerin rehin tutulmasına, cezaevlerinin durumundan hasta kadın tutsaklara kadar pek çok ortak ve problematik duruma işaret edilerek tüm bu durumlara karşı ortak mücadeleyi radikalleştirme ve var olan mücadeleleri daha fazla sistem karşıtlığına odaklamak gerektiği vurgulandı. Bu başlıkta yürütülen tüm tartışmalar ve öneriler konferansa katılan her kadının dayanışmadan ve ortak mücadele kararlılığından ne kadar güç aldığını da ortaya çıkardı.
TJA kimliğine yönelik saldırılar da önemli tartışmalardan bir tanesiydi. Bu saldırıların esasında demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmaya dönük olduğu değerlendirmesi yapıldı. Kadın özgürlükçü çizgimizin hedefe konulması, bu çizginin sürekli büyümesi kendisiyle değişim ve dönüşümü açığa çıkarması, etkili ve alternatifli olması, yine mücadelenin sürekli büyüten ve geliştiren yanının olmasıyla alakası olduğu vurgusu yapıldı.
TJA örgütlenmesinin sistemin korkulu rüyası haline geldiği, bu yüzden kimliği kriminalize etme çabasının yoğunlaştırıldığı vurgulandı. Yine TJA’nın kriminalize edilmesinin bir diğer boyutu da ağırlaştırılmış tecritle bağı içerisinde ele alındı. Paradigmasal duruş ve paradigmanın oluşum öncülüğünü üstlendiği için de İmralı ağırlaştırılmış tecridinin ilk uygulandığı alanlardan biri de kadına uygulama biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Ağırlaştırılmış tecrit ve kriminalize etme politikalarına karşı daha örgütlü bir duruş, oluşumlarını daha güçlü savunma, politik kazanımlarını koruma ve etkili eylemselliklerle direnmeyi hedefine konferansla bir kez daha koydu.
Tecride karşı etkili bir mücadele de önemli bir tartışma başlığıydı. Bu duruma dair öne çıkan vurgular şu şekildeydi: Ortadoğu’da 3’üncü Dünya Savaşı'nın yoğunlaştırıldığı zaman savaşın merkezine Kürtleri ve kadınları oturtan sistemler tecridi ağırlaştırarak savaş ve zulüm dışındaki seçenekleri devre dışı bırakarak, “başka bir dünya mümkün” diyenleri terbiye etme yöntemiyle devreye koydu. Çünkü Sayın Öcalan’ın demokratik modernite fikriyatının etki düzeyini kırmak için de tecridin bir konsept olarak devrede tutulduğu konferansa gelen kadınların da ortak fikriydi. Yine tecridin gittikçe bir rejime dönüştürülme çabasının kadına yansıma biçimi değerlendirildi. Bu yansıma cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik olarak ortaya çıkarken kadın yaşamını adeta cenderesine alıp, kadını nefessiz bırakmaya çalışmasıyla açığa çıkıyor. Şiddet, talan, özel psikolojik savaş, kırım, taciz, tecavüz, yoksulluk, işinden aşından olma, kazanımların gaspı… Bunların tümü aslında tecrit atmosferinin hakim kılınmasıyla alakalı olduğu tespiti de konferansın önemli gündemleri arasında yer aldı. İnkârcı, imhacı, baskıcı, asimilasyoncu, tüm renkleri düşmanlaştırıcı politika olarak herkesi etkilediği gerçeğinden yola çıkılarak tecritle etkili bir mücadele kararlılığı ortaya çıktı. Dolayısıyla tecritten etkilenen kesimlerin başında kadınların geldiği tespitiyle yola çıkan kadınlar, tecride karşı en büyük mücadelenin yine kadınlar olması gerektiği vurguladı.
Eylemselliklerin yanı sıra, konferansa giderken kendisini 61 kişilik meclis olarak örgütleyen TJA, her yerde örgütlenmek ve meclislerini oluşturmayı da hedefine koydu.
Konferansa dair söylenecek çok şey var ama en çok dikkat çeken konu kadınların umut dolu, kararlı ve cesaretli olmalarıydı. Kadınlar, “Her şeye inat, yaşasın hayat” dediler. Çünkü yeni dönemin mücadele mottosunun “Jin, jiyan, azadî” olduğunu biliyorlardı. Konferansa gelen yabancı heyetin ağzından bir an düşürmediği “Jin, jiyan, azadî” artık yeni çağ paradigmasının dili olacağını ortaya koydu.