İstenmeyen bir hamilelik yaşayan Anne’in ölüm ve hapse atılma riski arasında verdiği mücadeleyi anlatıyor ‘Kürtaj’ filmi. Film, kürtaj olmak isteyen kadınların birer suç örgütü üyesi gibi göründüğünün altını çiziyor
1960’ların sonu 1970’lerin başı, feminizmin ayak seslerinin artık daha gümbür gümbür çıktığı zamanlar kadınların en çok dillendirdiği şeylerden biri de ‘kürtaj hakkı”ydı. Kürtajın yasak olması nedeniyle birçok kadın steril ve güvenli olmayan yöntemler nedeniyle hayatını kaybediyor ya da kürtaj yaptırdığı ortaya çıktığı için büyük cezalar alıyordu. Üstelik bunlar sadece yazılı tarihte karşımıza çıkan bilgiler. Tozlu ve karanlık sayfalarda kadınların bu tür durumda neler yaşadığı tamamen muamma.
Peki o zamandan bugüne ne değişti? Hâlâ ve çok yakın bir zamanda ABD’de kürtaj anayasal hak olmaktan çıkarıldı. Türkiye’de ise kürtaj hukuken bir hak ancak fiilen yasak, ulaşması çok büyük çaba istiyor. İngiliz The Guardian gazetesi, 5 Temmuz 2022’de ‘Türkiye’de fiili kürtaj yasağı var’ başlıklı bir haber yayınlayarak Türkiye’de birçok kadının kürtaj olmak için hastane hastane dolaşmak zorunda kaldığını yazmıştı.*
Ahlaki normlar sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde kadın bedeni söz konusuysa karşımıza çıkıyor. 2021 yılında yayınlanan ‘Kürtaj’ filmi de Fransa’da yaşayan bir üniversite öğrencisi aracılığıyla dönemin karanlık yüzünü karşımıza çıkarıyor.
78. Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ile ayrılan orijinal adıyla “L’événement” filminin yönetmen koltuğunda Audrey Diwan oturuyor.
Film, 60’lı yılların Fransa'sında istenmeyen bir hamilelik yaşadığı için yasa dışı sayılan kürtaja erişmenin peşine düşen Anne adında genç bir edebiyat öğrencisinin hikayesini anlatıyor.
Akademide kalmak isteyen, idealist bir karakter olan Anne’in tek başına mücadele etmek zorunda kaldığı bu durumu yönetmen seyirciye hem kamera hareketleriyle (yüz ve omuz plan) hem de konunun işleyiş biçimiyle adeta yaşatıyor.
Film özellikle Anne’nin kimden hamile kaldığıyla ilgilenmiyor ve gereksiz hiçbir ayrıntıyı içinde barındırmıyor. Açık ifadeler, açık ithamlar, sorgulayışlar yok. Verilmek istenen neyse filmden, seyircinin aldığı da aynı oluyor. Anne’nin politik duruşunu, hatta kürtaj yasağına karşı tek bir isyanını bile sözlü olarak görmüyoruz filmde. Anne’nin takipçisi olarak, onu izleyerek anlamakla yetiniyoruz. Birlikte doktor arıyoruz, birlikte bir barda dans ediyoruz, birlikte kürtaj oluyoruz. Çünkü Anne, o tarihin ve günümüzün, içimizden birisinin yansıması oluyor.
Kararın direkt olarak bireyi tehlikeye attığı veya ilgilendirdiği böylesi bir durumda, bir kadının kürtaj olabilmek için adeta bir suç örgütü üyesi gibi algılanması ise filmin en sinir bozucu ve en gerçekçi boyutu. Filmin en gerilim dolu kısmı ise Anne’nin hamileliğinin haftalara ayrılarak ekranda belirmesi ve zamanla yarıştığını bilmemiz. 10. haftadan sonra gerçekleşen kürtaj ciddi bir hayati risk oluşturmakla birlikte eğer ölmez ve hastaneye düşer ve kayıtlara “kürtaj” olarak geçerse hapse atılacağı gerçeği seyirciyi isyan etme noktasına getiren en büyük ayrıntı.
Kapalı kapılar ardında, ölüm ve hapse atılma riski ile birlikte Ann’in bir çare arayışı sonunda çok dolaylı ve çok gizli bir yoldan merdiven altı bir kadına çıkarıyor yolumuzu. Sistem basit; “Parayı ver, ölürsen bu benim suçum değil, bu çok ağrılı ve ilkel yöntemle çok acı çekeceksin ama bağırır veya çığlık atarsan kürtajı yapmam” diyen bu kadın, aslında seyirci olarak gerilim içinde izleyen bizim ve Anne’nin "kurtarıcı meleği."
Anne’nin yaşadığı her şey o döneme ve şimdiye karşı bir isyan bayrağı. Kürtajın bir hak olduğunun şimdilerde daha yüksek sesle haykırıldığı dünyamızda, hâlâ kadınlar kürtaj olabilmek için türlü risklerle mücadele ediyor. Ve taa 60’lı yıllardan 2022’ye Anne’in yaşadığı şeyi her an bizim de yaşayabilme olasılığımız filmle aramızda duygusal bir bağ kurmamıza yetiyor.
Yazının sonunda Audrey Diwan’a ve son yıllarda erkeklere kaptırmadıkları yönetmen koltuklarıyla adından çokça söz ettiren kadın yönetmenlere teşekkür etmemiz gerekiyor. Kadınlar olarak, sinemada erkek yönetmenler ve onların başrolde kendimizi içselleştirmemiz için yarattıkları erkek karakterlere alışkınız. Kadın mücadelesinin her alanda yükselmesi sayesinde artık kadın başroller ve kadınların sorunlarıyla aralanan pencerelerden onlarla da birileri bir şekilde içselleşiyor (mudur?)