Şiddet elbette ki haber odalarını da pas geçmiyor… Kadın gazeteciler… Yaşadıkları şiddeti duyuramıyor… Varın gerisini siz düşünün!
Ülke gündeminin çılgın bir hızla akıp gittiği bir dönemde, tarihin küçük büyük birçok çarkının beraber işlediği bir dünyada gündeme ve çarkın hızına yetişme baskısını en çok hissedenler gazeteciler.
Yanar döner son dakikalardan geçilmiyor ortalık. Gazetecilik meslek olarak da giderek zorlaşıyor. Sanmayın ki dava ve soruşturmalar, ifadeden ifadeye koşmalar, hedef gösterme, basın toplantısına alınmama ve hatta toplantıdan atılma, gözaltı, hapis tehdidi, ölüm tehdidinden bahsediyorum sadece… (Memlekete has olmayan ve ama bizim memlekette gazeteciliği gereğince yapanların alışık olduğu şeylere bak…) Gazeteciliğin, haberciliğin değişen dünyası var bir de; içerikten çok teknolojik hızla, görsellikle, sunumla, “tık” getirecek hile hurdayla da sınanan bir zorluk bu. Ellerimizde bir dünya video edit, görselleştirme uygulamasıyla dolu telefonlar, önümüzde bin bir çeşit programla yüklü bilgisayarlar… Bin tablık internet sayfaları, sosyal medya sayfaları, kenarda açık televizyon, youtubedan akan canlı yayınlar, telife takılmadan en güzel, en estetik, en albenili biçimde editlenecek sosyal medya paylaşımları için patlayan kafalar…
Haberciliğin doğasını değiştiren bu zorluk, kadın gazeteciler için ekstra dertler yaratıyor.
Neden?
Birincisi; kadim sorunumuzun bir görünümü olan o hıza, teknolojik gelişmelere, kaynaklara ulaşma konusundaki “vakitsizlik” sorunu. Kadim sorunumuzun bir görünümü dedim; çünkü ev içindeki bakım yükümüz, halihazırda mesai saatlerinden cılkı çıkmış biçimde döndüğümüz evlerde kendini bu konularda geliştirmek için çabalamaya, ne bileyim bir kursa, bir eğitime filan katılmaya olanak vermiyor. Bırakalım yeni medya araçlarına ilişkin bir eğitime katılmayı, bir gazeteci olarak sabah toplantısına gazeteleri taramış, gündeme bakmış, güne ilişkin bir sonuç çıkarmış olarak katılmak bile lüks çoğu kadın gazeteci için. Misal ben sabah haberlerini oğlumu okula hazırlama kavgasının ortasında, akşam haberlerini de bir yandan onun ödevlerini yaptırırken sağ kulağıma takılı kulaklıkla filan dinlemeye çalışıyorum. Ki bakım yükünü en hafifinden taşıyanlardan biriyim. Geçtiğimiz günlerde kendisini “alternatif” bir televizyon kanalı olarak ifade eden bir TV kanalında editörlük yapan bir kadın arkadaşımla sohbet ediyorduk; toplantıda hararetle konuşulan mevzudan habersiz olduğu belli olmasın diye (mevzu da, bir gece önce bir her şey uzmanının kendi sosyal medya hesabında ortaya attığı bir iddia) “Ben herkese çay söyleyeyim” diye masadan kalkıp gittiğini, o arada da hızla telefonundan ne olmuş diye bakarken düşüp kolunu incittiğini anlattı. Gülüştük karşılıklı, sonradan can yakan bir gülüşme. Evet, iki çocuğu var. Yalnız bir anne.
Şimdi bu kendimi biraz yaşlı hissettiğim “teknolojik hıza ayak uydurma” meselesini atlayıp, kadın gazeteciliğin en çok bilinenlerine ilişkin bir iki laf edeceğim. Bilmediğiniz şeyler değil söyleyeceklerim, ama söylememek de mümkün değil. Nokta nokta yazayım;
*Geçtiğimiz günlerde Samsun’da Demirören Haber Ajansı’nda çalışan gazeteci Zeynep Irmak Öcal, anne olduğu için işten çıkarıldı. Zeynep arkadaşımız aralıkta doğum yapmış, Nisan'da da işe dönmeyi planlıyormuş, DHA Genel Müdürü de, "Sen anne oldun, sahada aktif görev yapamazsın, süt iznin olur" diyerek Zeynep’i işten çıkarmış… Gazete manşetlerinde annelik kutsanırken, kadın gazeteciler çocuk doğurduğunda esnek/güvencesiz çalışma koşullarına itiliyor, işten çıkarılıyor. İkiyüzlülük her yerde olduğu gibi medyada da mide bulandırıcı. Geçen sene TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu'nda konuşan DHA İnternet Genel Müdürü Celal Korkut, "kadına şiddet haberlerinde çok hassas davranıyoruz” demişti. Görüyoruz ki hassasiyetlerinin sınırı bünyelerinde çalışan bir kadına haklarını verene kadar!
Bu arada gazeteci Zeynep Irmak, iki yıldan uzun zamandır DHA tarafından sigortasız çalıştırılıyormuş. Bu da en çok kadın gazetecilerin, genç kadın gazetecilerin maruz kaldığı “standart bir uygulama.” Haftada altı gün, gecesini gündüzüne katarak tam zamanlı çalışan, felaket bölgelerinden yayın yapan bir gazeteci Zeynep, sigortası yok, gazeteciliğin baş belası telif sözleşmesi var. Bir kere sigortasız çalışmak, tüm sosyal güvencelerden mahrum kalmak demek. Demirören Medya bu pervasızlığı, Zeynep Irmak’ı sigortasız çalıştırmasının verdiği rahatlıktan da alıyor.
Demirören Medya için bu utanmazlık ilk de değil. 2019 Ekim’inde TGS’ye üye oldukları için tazminatsız işten çıkarılan meslektaşlarımız arasında da bir anne adayı vardı. Hatta işsiz kaldığını doğuma girerken öğrendi. İşveren sendikanın tepkisi üzerine bu utanmaz arlanmaz, kabul edilemez uygulamadan dönmek zorunda kaldı.
*Haberleri en çok kopyala-yapıştır yapılan ve kaynak gösterilmeden, link verilmeden kullanılanların çoğunluğu kimler? Evet, kadın gazeteciler… Eylemlerle seslerini yükselten, onları haber yapan, Çağlayan Adliyesi'nde duruşma salonu önlerine konan bariyerlere en yüksek sesle direnen, duruşmalarda olan biteni anbean ileten, İngilizceye çevirip dünyaya duyuran, gazetecilerin, akademisyenlerin yargılandığı davalardan İstanbul Sözleşmesi duruşmasına koşan, en çok polis şiddetine, en çok tacize uğrayanlar yine hep kadınlar… Ama “uzman” olarak, “bilirkişi” olarak, “konuk” olarak, “analizleri, değerlendirmeleri değerli gazeteciler” olarak görülenler kadınlar değil. Haberlere emek verenlerin ismini geçirmeden, sanki o haberler uzay boşluğundan dünyamıza düşmüş gibi flaş flaş sunanlar, imza sahibi kadın olduğunda daha bir kolaylıkla yapıyorlar bu aymazlığı. Görmüşsünüzdür; kadın gazeteciler sosyal medyada haberlerine sahip çıktıklarında da “histerik, şöhret peşinde, arsız” filan gibi etiketlere maruz kalıyorlar. O haberlerin üstünde o çok bilirkişi, çok ünlü bir erkek gazeteci olduğunda ise onun laf söylemesine gerek kalmadan “bilinçli okurlar” giriveriyor devreye, hak teslimini yaptırtıveriyorlar. Darısı başımıza…
*Ana akımın 5 erkek kafasının vesikalık gibi ekrana yapıştırıldığı “tartışmama” programlarına artık edecek lafım yok, tablo malumumuz. İktidarın ve onun uzantısı olan RTÜK’ün muhalif olarak etiketlediği kanallar bu dönemde bir vaha işlevi görürken, her akşam en az dört saat süren programlarda neredeyse hepsi erkek olan hep benzer isimlerin münazarasına edecek bir çift lafımız var. Kimisi diğerinin sözünü (genelde kadınların) hep kesiyor, diğeri konuyu öfkelenerek anlatmayı marifet sayıyor, öbürü açık ya da kapalı sürekli kendini övme derdinde… Ne öğreniyoruz 4 saatin sonunda? Hiçbir şey! Ama sosyal medyanın da en muteberleri, ennnn iyi gazetecileri yine onlar… Yine kendisini alternatif medya olarak isimlendiren bir TV kanalında çalışan bir program editörü arkadaşım, bir program için alanında oldukça iyi bir kadını konuk olarak önerdiğinde masadakilerin “Onun izlenirliği yok, çok sakin, yükseltmiyor programı” dendiğini, karşı çıktığında da “Kadıncılık yapacağım diye programın seyredilirliğini heba etmemesi gerektiği” cümlesini duyduğunu anlatmıştı yakın zaman önce. Vallahi bıktık!
*Bunlar şaşırtıcı değil biliyorum. Çoğu sektör gibi medyada da başından itibaren erkek egemen bir iklim hâkimdi. Ama değişen çok şey de var, çünkü mücadelemiz var. Ancak hâlâ fikirleri, itirazları “fazla duygusal” bulunan kadınlar toplantılarda sözü dinlensin diye büyük bir baskılanma yaşıyorlar. En az üç “ikna edici argüman”!
*Biliyorsunuz memlekette sadece trollerin ifade özgürlüğü var; ve o troller pek çok medya mensubuna saldırıda bir beis görmezken, özellikle kadın gazetecilere belden aşağı küfür, hakaret ve tehdit savurma “özgürlüklerini” de sonuna kadar kullanmaktan asla geri durmuyorlar. Özellikle kadın mücadelesine, haklarına yönelik haberlerde (bunların da ağırlığını kadın gazetecilerin yaptığını düşündüğümüzde yükü üstümüzde) CİMER şikayetlerinden, asılsız suç duyurularına kadar her girişimleri sanki başka işimiz gücümüz yokmuş gibi gidip ifade vermelerle, açılan davalarla uğraşmakla sonuçlanıyor. “Asıl ben şikayetçiyim, bu haberi paylaştığım sosyal medya iletisinin altına izansız laflar, küfürler ve tehditlerle saldırılar yapanlar bunlar” dediğinde onlarınki ifade özgürlüğü, senin haber ve paylaşımın ise soruşturma konusu oluyor. Bir de her hak gaspı haberine, yazısına iliştirilen “fonculuk, beslemecilik, dış güçlerin maşası” suçlamaları var, bu suçlamalar kadın gazetecilere yöneltilirken yine en cinsiyetçi ifadelerin aralara serpiştirildiğini de atlamayalım. Bıktık…
*Bu yukarıdaki madde memleketin siyasal atmosferinin Türkiyeli kadın gazetecilere yansıması olsa da mevzu sadece bu topraklarla ilgili değil. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun (IFJ) 2019 yılı verilerine göre kadın gazetecilerin yüzde 66’sı sanal ortamda cinsiyetçi saldırıya uğradı. Kadınların en az yüzde 48’i cinsiyetçi hakaret aldığını belirtirken, yüzde 46’sı cinsiyetleri nedeniyle işlerinin azaltıldığını belirtmiş. Yüzde 22’sine anonim kişilerden müstehcen görüntüler yollanmış ve yüzde 14’ü tecavüz tehditlerine maruz kalmış.
*Şiddet elbette ki haber odalarını da pas geçmiyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Kadın ve LGBTİ Komisyonu’nun 2018 yılının Mart ayında yayınladığı araştırmada görüşüne başvurduğu kadın gazetecilerin neredeyse yarısı (yüzde 47,5), iş hayatında cinsiyeti nedeniyle en az bir kere şiddete maruz kaldığını ifade etmişti. Bunların yüzde 67’si yaşadığı şiddeti duyuramadıklarını da söylemişti. Kadın gazeteciler… Yaşadıkları şiddeti duyuramıyor… Varın gerisini siz düşünün! Araştırmada bir kere daha ortaya çıktı ki; her gün ekranlarda olan, yazıları elden ele dolaşan, analizleriyle herkesi hayran bırakan adamların masa aralarında taciz ettiğini, geceleri uygunsuz mesajlar attığını, kapınıza dayandığını, isteklerine karşılık vermezseniz kariyerinizi bitirmekle tehdit ettiğini, size iftira attığını anlatmak çok zor. Hele de açıkça yaptıklarında bile başlarına bir şey gelmiyorken…
10 gün önce Yeni Yaşam Kadın eki editörü Hicran arkadaşım benden bu yazıyı istediğinde; “Ooo iyi daha vakit varmış, yazarım ya” dedim. Son dakikaya kalan benim yazım oldu. O 10 gün içinde tüm gün kilitlenmek zorunda kaldığım onlarca şey oldu. Gezi davası, Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi duruşması, 1 Mayıs hazırlıkları, bizim oğlanın 23 Nisan gösterisi, sonra folklor gösterisi filan… En sona kalmanın mahcubiyetiyle (dergiye yazılarını ucu ucuna gönderenler sevilmez, biliyorum : ) biraz iç dökme yazısı gibi oldu. Ama zaten neden olmasın; değil mi?
Biraz birlikte iç dökerek, ama en çok da birlikte örgütlenerek değiştireceğimiz şeyler bunlar.
Yapılan pek çok araştırmada; hem ulusal hem de yerel medyada çalışan kadın gazetecilerin çoğu, ‘Meslek örgütleri ayrımcılığa ve eşitsizliğe duyarlı mı?’ sorusuna ‘Hayır’ yanıtını veriyor. Gazeteci kadınlar, meslek örgütlerinin bu konulara çözüm sağlayabileceğini düşünmüyor. Bunu değiştirmeliyiz. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ Komisyonu olarak da çabamız bu. Evet bu değişim yavaş olacak; ama olacak. Buna kararlıyız…