Kürt bir gazeteci olarak yıllardır soruyorum kendime, tanıklık ettiklerimizle nasıl baş ediyoruz? Bir arkadaşım yakın tanıdığı bir doktora sadece bir günde tanıklık ettiği haberleri anlatınca "isterseniz size psikolojik destek sunarız" cevabı aldığını söylemişti…
Özgür basın geleneği bir yolculuktur. Yol nerede biter belli değil. Bu yolculuk kendini bilme, tanıma ve aynı zamanda tanıtma yolculuğudur. Ben-biz kimiz? Verili olanı neden kabul etmemeliyiz, mücadele etmek neden önemli gibi sorular özgür basında 124 yıl önce olduğu gibi bugün de hep cevaplarını arar olmuştur.
Özgür basına gönül verenler amaçlarına ulaşmak için gizemli yolların dehlizlerinden bilinmeyen istikamete yol alır. Yol nereye çıkarsa çıksın, sonu nereye varırsa varsın hep büyük soruların ve cevapların peşinde cesur, kaygısız yürürler. Tıpkı ruhani bir yolculuğa çıkar gibi.
Sürgün, göç, mültecilik Kürdün kaderi midir bilinmez ama 124 yıl önce anayurdundan kilometrelerce uzakta yayın hayatına başlayan Kurdistan gazetesi Kürdün anavatana olan özlemi, unutturulmak istenen dili, yitip gidenlerin adı oldu ve bir mihenk taşı olma özelliğini de taşıdı. Sürgünde kök salan ve bugün neredeyse bütün dünyaya yayılan özgür basın serüveni Kürdün sayısız kez katliamına, yıkımına, savaşına ve asimilasyonuna tanıklık etti. Bu tanıklık karşısında bombalandı, onlarca çalışanı faili meçhulde katledildi. Yüzlercesi tutuklandı, binlercesi de sürgünde ülke hasretiyle.
Bugün özgür basının en önemli özelliklerinden biri kadını ve toplumu yeniden oluşturan, sözünü esirgemeden söyleyen bir mecra olması. Kadın, son 50 yılda özgür basının gelişiminde büyük bir emek ve çaba sahibi oldu, Kürt ve dünya basınındaki eril akla karşı “Erkekler ne der diye düşünmeden” yola çıktı. Kadın aklı ve vicdanıyla kavram ve kuramlara yeniden anlamlar yükleyerek yeni bir gazetecilik perspektifine öncülük ediyor.
Anaakımın kadının inciğini, cinciğini irdeleyen, ona “makul” ölçüler koyan, kadın adına eylem ve söz kuran eril bir zihniyetiyle karşı karşıyayız. Özgür basının aksine onlar için efendilerinin söyledikleri, toplumun yaşadığı hakikatten çok daha değerlidir. Erkek aklın sekssit, cinsiyetçi ve tek-el-leşen teamüllerine karşı kadın basını büyük bedeller vererek, değişmez denilen fikir ve yargılara karşı hep varoluş savaşı verdi-veriyor. Ve kadınlar bu savaşı hiç de kolay vermiyor çünkü;
Son 20 yılda her gün en az 4 kadının katledildiği, kadınların intihara sürüklendiği… Balkondan düştü denilererek öldürüldüğü, erkeklerin cürretinin ise palazlandığı bir ülke burası…
Aysel Tuğluk gibi yüzlerce hasta tutsağa düşman hukukun uygulandığı, öldüremedikleri kadınları da bu şekilde ölüme terk edenlerin ülkesi burası…
Binlerin hapsedildiği, cezaevlerinden işkence, hak ihlalleri ve katliam haberlerinin geldiği ama buna karşı devlet-erkek aklının ayan beyan ortada olan gerçekleri yalanladığı bir ülke burası…
Toplumun yarısından fazlasının açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürmeye çalıştığı… Okulda açlıktan bayılan çocukların olduğu, yoksulluktan insanların intiharın eşiğine geldiği bir ülke burası…
Gençlerde geleceğe dair umut kırıntısının bile kalmadığı… Dışarıda umut arayanlara umut tacirliği yapanların ülkesi burası…
Egemenleri beslemek uğruna milyonlarca doların savaşa yatırıldığı, Kürt coğrafyasının, çocuklarının, doğasının bombalandığı bir ülke burası…
Tüm hak arayışlarının, itirazların yargı yoluyla bastırıldığı, insanların ‘terörist’ diye yaftalandığı bir ülke burası…
Ve bu sıraladıklarımın – ve sırlayamadıklarımın – hiçbirini anaakım medyada bulamazsınız, onlar için Türkiye'de hayat güllük gülistanlık çünkü efendileri toplumu bu medya yolu ile hakikatten uzaklaştırmak istiyor. Hakikati yazan özgür medya emekçileri ve kadınlarsa yargı sopası ile tehdit ediliyor, sansür ve baskıya maruz kalıyor.
Kürt bir gazeteci olarak yıllardır soruyorum kendime, tanıklık ettiklerimizle nasıl baş ediyoruz? Gazeteci bir arkadaşım yakın tanıdığı bir doktora sadece bir günde tanıklık ettiği haberleri anlatınca "eğer isterseniz size psikolojik destek sunarız" cevabı aldığını söylemişti.
Kadınlara, gençlere, hayvana, coğrafyana, halkına ve halklara yapılan işkenceleri, katliamları yazmak hiçte kolay değil. Şimdi birkaç saniyeliğine bile olsa vücut bütünlüğü bozulmuş bir kadının yerde yattığını ve başında ağlayan çocuğu düşünün. Ya da kimyasal gazla vücudunun yüzde ellisi yanıklar içinde çığlık çığlığa bir çocuğu düşünün. Düşünmek bile ürkütücüyken yaşamak ve yazmak ne kadar kolay olabilir ki?
Üstelik sadece bunlar da değil. İşin içine Kürt olmanın yanı sıra bir de kadın olmak girdi mi tablo biraz daha vahimleşiyor. Araştırmalara göre Türkiye, kadın gazetecilere yönelik en fazla fiziksel saldırının kaydedildiği ikinci ülke. Hemen hemen her eylemde veya protestoda kadın gazeteciler yerlerde sürükleniyor, itilip kakılıyor, bazen de darp edilip yaralanıyor. Emekleri erkek gazetecilere göre daha çabuk değersizleştiriliyor hatta gazetecilikleri dahi 'kabul' göremebiliyor.
Hal böyleyken Türkiye'de hakikati yazan ve topluma duyurmak isteyen onlarca gazetecinin tutuklu olduğunu ve bunların neredeyse hepsinin özgür basın çalışanı olduğunu söylemek çok da beklenmedik bir cümle olmaz.
Evet, haber yaparken çok fazla acıya tanıklık ediyoruz, yargı sopası ile tehdit ediliyoruz ama inandığımızı yapmaktan ve hakikati söylemekten de hiçbir koşulda vazgeçmiyoruz. Bitirirken Kürt kadın gazeteciliğinin inat ve ısrarı ile ilgili bir anektodu da paylaşmak istiyorum. Yine gazetede çalışan bir arkadaşı dinleyelim…
2014 yılında Binewş'i (Özgür Gündem gazetesinin kadın eki) çıkarırken yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Kimse kadınlardan beklemiyordu böyle bir şeyi çıkaracaklarını. Çünkü kadınlar Özgür Gündem'de zaten hem sayfa hem mizanpaj, hem de editörlük yapıyordu. Aynı zamanda ekstra bir kadın gazetesi çıkarmak için büyük bir fedakarlık ve zaman gerekiyordu. Arkadaşlar Beritan’a, ‘ilk sayfayı bitirdiğinde ne yapacaksın’ diye sormuştu. O da ‘zılgıt çekeceğim’ demişti. O zaman gazetenin yeri 5-6 katlı bir binadaydı Binewş'in birinci sayfa mizanpajı bitince Beritan, binanın 3’uncu katında zılgıt çekti. Erkekler bir şey oldu diye kendini koridora attı. Sonra anlayınca ‘günlük çıkarsanız acaba ne yaparsınız’ dediler. Önce ayda bir çıkardık, sonra da 15 günde bir çıkardık. Eğer Özgür Gündem kapanmasaydı günlük olarak çıkarmaktı hedefimiz."
3 Mayıs, Dünya Basın Özgürlüğü günü ama biz hâlâ KHK’le kapatılan, bombalanan, sansür uygulanan gazetelerden ve katledilen, tutuklanan, yargı kıskacında olan bir ülkenin gazetecilerinden inatla topluma hakikati ulaştırma azminden bahsediyoruz. Ama biliyoruz özgürce yazabileceğimiz günler de yakın.
İyi ki varsın özgür basın…