şimdi de kadınların erkeklerden daha kararlı mücadele ettiğini vurgulamak adeti baş gösterdi… ama dikkat ederseniz bu güven yüksek politika alanında değil de böyle gündelik faaliyet sayılan işlerle ilgili…
belki de sonda söylemem gereken bir şeyi yazarak başlamak istiyorum.
deniz poyraz’ın katledilmesi son yıllarda benim de içimi en çok yakan şeylerden biri oldu. onun o caniyle baş başa, çaresiz, acı içinde geçirdiği dakikaları hayal etmek dahi içimi acıtıyor. annesinin ne hissedebileceğini düşünmek bile ağır geliyor.
deniz’le sağlığında tanışmadım, kadın hareketiyle bağlantısı olup olmadığını bilmiyorum. ama biz kadınların ortak kaderini paylaştığına şüphe yok. deniz katile yalnız yakalandı, bahçelievler saldırısında olduğu gibi yanında birkaç kişi daha olsaydı belki olay farklı gelişirdi. kadın olmasının, katille baş başa geçirdiği anları zorlaştırdığını tahmin etmek zor değil çünkü adam hem erkek hem silahlı, deniz ise kadın ve silahsız. ama deniz kadın olduğu için katledilmedi. kürt ve hdp’li olduğu için öldürüldü. ben de hdp’nin birçok dostu gibi, deniz poyraz’ın hiç olmazsa davasına sahip çıkmaya çalışıyorum, cenazesine yetişemedim ama anısına düzenlenen gösterilere, toplantılara katılmaya çalıştım. ama şunu anlamlandırmakta güçlük çekiyorum, deniz poyraz’a neden kadınlar sahip çıkıyor, neden kadınıyla erkeğiyle bütün parti, parti dostları, demokrasi cephesi bu konuda kendisini sorumlu hissetmiyor?
mahkemede davaya müdahil olma talebinde bulunan çok kurum ve parti var. ama terim yerindeyse “harekete geçme” kadınlardan bekleniyor. benzer bir şey aysel tuğluk için de geçerli. daha önce yazdığım bir şeyi tekrar edeyim, aysel tuğluk bu ülkede bir partinin eşbaşkanlığını yapmış ilk kadın olarak, kadınların siyasal temsilinin tarihine geçecek bir isim. ama bugün cezaevinde bulunmasının sebebi kürt halkının mücadelesindeki yeri. öyleyse onunla dayanışma faaliyeti neden kadınlar tarafından yürütülüyor?
türkiye’yi saran işçi direnişlerinde de kadınların zaman zaman ön saflarda yer aldığını görüyoruz. bunun şaşırtıcı bulunduğu günler zaten geride kaldı. şimdi de kadınların erkeklerden daha kararlı mücadele ettiğini vurgulamak adeti baş gösterdi. akıllı, bilgili, durmuş, oturmuş erkeklerin “kadınlar o işin hakkından gelir” ya da “sonlarını kadınlar getirecek,” hatta “kadınlarla baş etmeleri mümkün değil” benzeri şeyler söylediğine, yazdığına hepimiz şahit olmuşuzdur.
insan önce bir kıvanç doluyor; nicelerine yol göstermiş, kaç kuşağın hürmet ettiği biri, yeni bir görev dağılımı sırasında, bize en çetin iş verilmiş, öyle bir güveni var. ama dikkat ederseniz bu güven yüksek politika alanında değil de böyle gündelik faaliyet sayılan işlerle ilgili. yoksa kimsenin, “kadınlar akp’ye karşı en güçlü direnişlerden birini gösterdi, şu konuda ne diyorlar acaba?” dediği yok.
feministlerin, geçmişte, kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı işyerlerinde gerçekleşen bir grev -novamed- ve bir direnişe -flormar- eylemin kaderini değiştirecek dayanışmalar örgütlediğini hatırlayınca bu güven bana da mantıklı geliyor açıkçası. bu genellikle kadınların daha kararlı olmasına bağlanıyor. bu fıtratla ilgili bir mesele değil. kadınlar hayatlarına dair hızlı, düşünmeden karar verme alışkanlığında değil çünkü aldıkları her kararın sonuçları, aynı kararı veren erkeklerden daha fazla oluyor ve daha düşünerek hareket ettikleri için, kararlarına da daha fazla sahip çıkıyorlar. bir kadın bir konuda bir kere karar verdi mi, onu vazgeçirmek güç. ölümü göze alarak boşanan kadınlar bunun en iyi örneği. bu genel bir gözlem tabii, çok farklı biçimlerde hareket eden kadınlar da vardır ama şu değişmiyor, “kararlılık” fıtrattan gelen bir özellik değil, toplumsal koşulların sonucu.
ama kadın hareketinin elini attığı meselenin peşini bırakmaması, yukarıda andığım işçi eylemliliklerinde olduğu gibi, simgesel ziyaretlerle yetinmeyip çözüme yönelik işlere kafa yorması örgütlenme ve çalışma biçimiyle ilgili. bir kere daha, bunlara değinmek istiyorum.
kadın hareketinin içinde de farklı gruplar, fikirler, örgütler var. ama bir işe koyulduklarında örgütün görünürlüğünü değil, bir sonuç almayı hedefliyorlar. bu bazen mümkün oluyor, -istanbul sözleşmesi örneğindeki gibi- bazen olmuyor ama her durumda toplum, örgütlerin adından ziyade kadınların ortak politik sözünü duyduğu için etkisi uzun vadeli oluyor.
kadın hareketi, patriyarkaya, özel olarak erkek şiddetine karşı daha soyut propaganda yapıyor tabii ama eylemleri somut hedeflere odaklanıyor; sorunu teşhir edip kadınları kendi saflarına davet etmek yerine bir çözüm önerisi ya da somut bir talep sunuyor.
kadın kurtuluş hareketi, parlamentonun etkisizleştiği şu ortamda dahi parlamenter siyasetten kopuk değil, meclis’e sözünü taşıyanlar da var ama yürüttüğü siyaset seçimlere odaklanmıyor. hızla, kolaylıkla ve somut hedefler etrafında bir araya gelebiliyor, her zaman mümkün olmasa da dayatmalar olmadan ortak karar vermenin yollarını buluyor.
bugün kadın kurtuluş hareketine yönelik teveccühün bir kısmı, “seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” şeklinde özetlenebilecek bir tarzda ilerliyor. neyin, neden, nasıl başarıldığına yönelik bir ilgi, bir merak yok; uzaktan ve biraz da tepeden bir takdir var. tekrar vurgulamak istiyorum, kadın hareketi hâlâ yüksek politika sayılan şeye layık görülmüyor.
kadınlar kendilerini kadın kurtuluş hareketinin parçası hissetsin hissetmesin, el attıkları her şeyi değiştirecek bir yenileme gücüne sahip, altını çizeyim, bu fıtratlarından kaynaklanmıyor. tarihin bu aşamasında, bu topraklarda patriyarkanın, siyasetin de olağanüstü desteğiyle azgınlaşması ve kadınların özgürlük talebiyle bu saldırganlık arasındaki gerilim bu gücü açığa çıkartıyor. bunu görmek, açtığı kanalları tanımak, öğrenmek, gündelik pratiğe dair şeyleri, özellikle de bir kadınla ilgili dayanışmayı kadınlara havale etmekten daha iyi sonuçlar verebilir.