Dünyaya demokrasiyi kadınların ve emekçilerin getireceğine olan inancımı hiç yitirmedim. Ve kadın hareketi, kadın mücadelesini emek alanına yaydığı zaman bu mümkün olacaktır
8 Mart tarihinde olduğu gibi 1 Mayıs tarihinde de yüzlerce kadının canlarıyla ödediği bedel var… Bu mücadele geleneğini emek örgütü sendikalara çöken patriyarkaya karşı da verme zamanı.
1 buçuk yıla yaklaşan pandemi koşullarını kâr hırsıyla fırsata çeviren kapitalizmin, virüsün bulaş riskine karşı tedbir almadan işçileri kapalı mekânlarda toplu çalıştırması yasak değil, hatta işçilere toplu test yaptırıp pozitif çıkanları da bildirmeyerek işçinin sağlığı kötüleşinceye kadar çalıştırması da yasak değil. Siyasi iktidarın içinde bulunduğu çıkmazı örtmek ve 'dimdik ayaktayım, güçlüyüm' demek için kapalı salonlarda kongre yapması da yasak değil. Fakat yoksul hastalığı olarak pik yapan korona salgınının kurbanı işçilerin, emekçilerin ekmeği aşı, işi ve talepleri için seslerini duyuracak en önemli mecra olan 1 Mayıs yasaklanıyor.
Pandemide işçileri çalıştırarak ölüm riskiyle karşı karşıya bırakan, ücretsiz izin ve kısa çalışma ödenekleriyle açlığa mahkûm eden ayrımcı, yıkıcı uygulamalarınız yasaklanmalıyken 1 Mayıs'ı yasaklamak abesle iştigaldir.
Olgunlaşan koşullarda 1 Mayıs'ta iş aş, onurlu yaşam isteyen kitle alanlara çıkmaya hazırken, öncülük yapacak sendikalar ve alternatif olacak muhalefet ise başka şeylerle meşgul. En büyük işçi konfederasyonu Türk-İş en son Montrö bildirisini yayınlayan generallere karşı tepkisini gösteren bir açıklama yapmıştı. Asıl işi olan işçiler ve 1 Mayıs'la ilgili ise henüz bir program açıklamış değil. Hak- İş de her zamanki gibi devlet makamı gibi polis korteji eşliğinde protokole çelenk bırakacağını açıklamış.
Dünyada yönetim biçimini değiştirecek-şekillendirecek işçi ve emekçilerin gücünü, kapitalist sisteme yem yapan sarı sendikalar, emekçileri “işsizlik yoksulluk ve açlıkla sınanmış kendi derdine düşmüş” hale getirmiştir. Hal böyle olunca emekçilerin çalışma koşul ve yaşamları her geçen gün kötüye gitmektedir.
Ancak Türkiye işçi sınıfının tarihinde mücadele geleneğinin flaması hiçbir zaman işçilerin elinden düşmemiştir. DİSK, KESK üyesi işçiler ve sosyalistler 1 Mayıs ruhunu bulundukları her yerde yaşatacaklardır…
1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde inşaat ve taş işçileri ilk kez parlamento binasına yürüdüler. Siyahlara kapalı olan bütün kent parkları, işçilerin birliğiyle siyahlara açılmış oldu. Böylece işçiler insanca çalışma koşullarının yanı sıra ayrımcılığa karşı da özgürlük mücadelesi vermiş oldular. 1856'da başlayan mücadele sonucunda 1889'da günlük çalışma saati 12'den 8'e indirilmiş oldu. Ve sonunda ikinci Enternasyonal toplantısında 1 Mayıs günü tüm dünyada "Birlik, mücadele ve dayanışma günü" olarak kabul edildi. Türkiye'de ise ilk kez 1912'de İstanbul'da kutlandı, 1923'de bayram olarak kutlanması yasallaştı, bir yıl sonra 1924'de kutlamalar yasaklandı. İlk kitlesel 1 Mayıs kutlaması DİSK öncülüğünde 1976 tarihinde Taksim Meydanı'nda binlerce emekçinin katılımıyla yapıldı.
Yine DİSK'in öncülüğünde 1977 yılında Taksim Meydanı'nda yüzbinlerce emekçinin toplandığı 1 Mayıs kitlesine kurşun yağdırılarak, panzerler kalabalığın üzerine sürüldü. 37 canı yaşamdan koparan ve hâlâ aydınlanmayan bu katliamı kınamak, faillerin yakalanıp yargılanmasını sağlamak için 1978'de yine yüzbinler Taksim Meydanı'na akın etti. 1979'da artık sıkıyönetim devreye girmişti ve 1 Mayıs uzun yıllar yasaklı kaldı. 1996'da ise yeniden yapılan kutlamalara saldırılar yapıldı, 4 emekçi yaşamını yitirdi ve yasakların ardı arkası kesilmedi.
Bugün de kapalı kongre salonlarını tıka basa dolduran iktidar, açık alanda kutlanacak 1 Mayıs'ı virüs riskini gerekçe göstererek yasaklamaktadır. Yasağın esas kaynağı ise 21 Mart'ta Kürt illerinde gerçekleşen görkemli Newroz kitlesi ve kitlenin talepleri; bu taleplerin metropollerde emekçilerin talepleriyle buluşması korkusudur.
Yasakladığı şey tahribatlara yol açan yıkım politikasının teşhir edilmesini önlemektir. Çok iyi biliyor ki 'ekonomi çok iyiye gidiyor' yalanı ve kadınların omuzuna çöken yoksulluk 1 Mayıs alanlarında teşhir edilecek. Kadına yönelik düşmanca politikalar tokat gibi savurulacak ve kadına yönelik her türlü şiddetin özendirildiği yasal mevzuatlar dövizlerde yer alacak. Adalet mücadelesi veren kadınların boğazını ve göğüslerini sıkan polislerin fotoğrafları, gözaltında çıplak aramayı inkâr eden açıklamalar gözlere sokulacak. İşçilerin birikimi olan işsizlik fonu, işini kaybedenlere, yoksul, ücretsiz ev içi emekçisi kadınlara ödenecekken, yandaş müteahhitlere verilmesine ve savaş bütçesi olarak el konulmasına itirazlar dile getirilecek.
'İşten çıkarmalar yasaktır' yalanının, patronlara sunulan en büyük mükâfat olduğu, işçinin tazminatları başta olmak üzere tüm hakkedişlerine el koymak için Kod-29'u silah olarak kullanarak binlerce kadın-erkek işçiyi işten attığı teşhir edilecek, kadın işçilere uygulanan Kod-29 ile can güvenliklerini de tehlikeye attığı, evde eş, baba ve erkeğin 'sen yüz kızartıcı ne yaptın' sorgulama ve şiddetine maruz kaldığı, bozulmuş siciliyle de iş yaşamının bitebileceği zulmü haykırılacak.
1 Mayıs'ta kadınlar bir yol bulmalı
8 Mart tarihinde olduğu gibi 1 Mayıs tarihinde de yüzlerce kadının canlarıyla ödediği bedel var. 1977 Taksim 1 Mayıs’ında yaşamını yitiren 9 kadının anısı ve mücadelesi hâlâ kadın işçilerin hafızasında. Kadınlar emeğin özgürlüğü için örgütlenme mücadelesi verirken, savaşa karşı barışı da savundular, adalet ve özgürlük de istediler.
Bu mücadele geleneğini emek örgütü sendikalara çöken patriyarkaya karşı da verme zamanı. Geç kalırsak kırdan kente göç eden kadın, niteliksiz işlerde güvencesiz çalıştırılarak sömürülmeye devam edecek. Masa başı çalışan kadınlar da yarı zamanlı, part-time işlerde evde çalışma sistemi ile eve hapsedilecek. Bu iki çalışma yöntemi; kadını güçlendirecek örgütlenme ve dayanışmadan yoksun bırakacak, çalışma yaşamı ve sendikalar şimdiki zamandan daha çok erkekleşecek. Kadınları erkeğe mecbur bırakan ve aile kutsalına sıkıştıran patriyarkal sistemde kadınlar boğulacak.
Siyasetlerden bağımsız; İşçi kadınlarla dayanışma platformu oluşturulsa…
Dünyaya demokrasiyi kadınların ve emekçilerin getireceğine olan inancımı hiç yitirmedim. Ve kadın hareketi, kadın mücadelesini emek alanına yaydığı zaman bu mümkün olacaktır. Emekçilerin yüzde 10'unun sendika üyesi olduğu Türkiye'de sendikalara çöken erkek egemenliği de işlerine geliyor. Ücret ve sisteme bağımlı sendikacılık anlayışı emekçiler için virüs kadar zararlıdır. Kadın mücadelesi bu sisteme panzehir olabilir.
Sendikalara yol göstericilik yapılsa; İstanbul Sözleşmesi'ni savunmaları ve ILO'nun 190 sayılı kararını onaylanması için iktidara baskı yapmaları önerilse, sendikalar da toplumsal cinsiyet eğitimi, ayrımcılık ve şiddet karşıtı eğitim vermeleri söylense, tüzüklerindeki cinsiyetçi maddelerin yerine eşitlik ilkesi gözeten maddeler konulması önerilse, nerde bir kadın direnişi varsa onunla dayanışmada olsalar. Sendikalarda kadın sesinin yükselmesine vesile olsalar ne güzel olur. Tabi bunlar bir temenni değil, adalet için, özgürlük ve eşit yaşam için, barış ortamının oluşması için şart olan bir sorumluluktur.