Büyük bir hayat yaşadı o. Ağır travmaları da gördü, muazzam mücadeleleri de ama hiç uslanmadı, hiç hizaya girmedi. Uslanmaz bir anarşist, uzlaşmaz bir işçi önderi ve kadın… Yeteri kadar ‘tehlike’ arz ediyordu!
Eşleriyle birlikte anılmak, çoğu zaman mücadele içindeki kadınların kaderi gibidir; adeta bir tür gelenek gibi, önce eşlerin adı zikredilir, sonra onların adı. Soyadı, sanki statü belirleyici bir mühürdür.
Lucy’nin soyadını duyduğumuzda da bir an aynı refleks ortaya çıkar. O Lucy Parsons’tur; 1 Mayıs’ı bize armağan eden Haymarket şehitlerinden biri olan Albert Parsons’un idama giderken çocuklarına yazdığı son mektupta, “Anneniz! O kadınların en yücesi, en şereflisidir. Onu sevin, sayın ve öğütlerine uyun” diye söz ettiği kadın…
Ama hepsi o kadar değil! Yalnızca bir anne, bir eş değildi Lucy Parsons, aslında hiçbir zaman da bu tanımın içine sığmamıştı. Uslanmaz bir anarşist, uzlaşmaz bir işçi önderinden söz ediyoruz.
Kölelikle hayata başlamak
Lucy Parsons, Lucia olarak 1851'de Virginia'da Charlotte adında köleleştirilmiş bir kadının çocuğu olarak dünyaya geldi. Biyolojik babası muhtemelen köleleştiricisi Thomas J. Taliaferro'ydu. İç Savaş'ın sonlarına doğru Taliaferro, köleleştirilmiş insanları aylarca süren zorlu bir yürüyüşle batıdaki plantasyonundan Teksas'a taşıdı. Charlotte ve ailesinin bu sırada kaçmış olması muhtemel görünüyor. Charlotte, ailesini, görünüşte daha özgür olabildikleri bir kasaba olan Waco’ya taşımıştı.
Bu süreçte, muhtemelen henüz çocuk denebilecek yaştayken, kendisinden yaklaşık 20 yaş büyük olan Oliver Benton adında özgür bir siyahla evlendirildi. Bu evlilikten henüz çok küçükken yaşamını yitiren bir bebeği de oldu.
Chicago yılları
Kısa bir süre sonra, beyaz bir gazete editörü ve eski Konfederasyon askeri olan Albert Parsons ile tanıştı. Fakat ırklararası evlilik yasak olduğu için hiçbir zaman yasal olarak evlenemediler. İlişkileri ve politik militanlıkları nedeniyle 1873'te Teksas'ı terk edip Chicago'ya yerleştiler ve dönemin en etkili anarşist örgütleyicileri oldular. Aynı zamanda, siyasi tutukluların, renkli insanların, evsizlerin ve kadınların safında devrimci eyleme katıldılar.
Bu arada Lucy, zengin kadınlara elbise dikip para kazanmaya çalışırken, Albert ise Chicago Times'ta dizgici olarak işe başlamıştı. ABD'de ilk büyük işçi eylemlerinin görüldüğü yıllarda Baltimore-Ohio demiryolu hattında çalışan demiryolu işçileri ücretlerin düşürülmesini protesto etmek amacıyla greve gittiler. Onların hareketi Chicago'da da karşılık buldu. İşçiler militanca mücadeleye giriştiler. Polisin grevleri kırma girişimi şiddet olaylarına yol açtı. Bu arada Albert, işten atılmış ve bütün işverenlerce kara listeye alınmıştı bile.
Yanına arkadaşı Lizzie Swank'ı alan Lucy bir butik açtı. Bu butikte Uluslararası Kadın Giyimi Emekçileri Sendikası (ILGWU) toplantıları da yapılıyordu. Lucy'nin aktif siyasi kariyeri böyle başladı.
Haymarket ve sonrası
Yine de Lucy Parsons, Albert’in Haymarket Olayı nedeniyle idam edilmesine kadar işçi hareketinde çok fazla öne çıkmadı. Bir işçi gösterisinde polisin üzerine bomba atılmasının ardından başlayan büyük anarşist avında Albert de suçlandı. Uydurma bir yargılama, aslı astarı olmayan suçlamalar ve Parsons, Engel, Spies ve Fisher'in idama mahkûm edilmesi… Albert ve Lucy, olay yerinde bile değildiler, bomba, onlar yakındaki bir barda otururlarken patlamıştı. Yine de Albert, yakalanmadığı halde, "Yoldaşlarımla beraber yargılanmak için huzurunuzdayım" diyerek duruşma salonuna girip herkesi şaşırtmıştı.
Duruşmalar boyunca Lucy, adaletsiz yargılamayı teşhir etmek için neredeyse bütün ülkeyi gezdi ve gittiği her yerde toplantı salonlarına girişini yasaklayan silahlı polisler tarafından karşılandı ama yine de susmadı. Bir biyografi yazarı, “Şöhretinin çoğu gerçeği etrafında dönüyordu, evet, o Albert Parsons'ın karısı ve sonra dul eşiydi” diyor. "Ama aynı zamanda kendi başına, bir konuşmacı ve ajitatör olarak gerçekten çok etkileyici bir ün kazanmıştı."
Etkileyiciliği, çok açık ve radikal söylemiyle ilgiliydi. Sonradan yayınlanan konuşmalarından birinde şöyle diyordu örneğin: “Haymarket meydanındaki barışçıl bir buluşmaydı. Ama bir anarşistin, polisin cinayet hırsıyla olay yerine vardığı sırada o bombayı attığını varsayalım; hiçbir yasayı ihlal etmezdi. Orada olsaydım, o cani polisin yaklaştığını görmüş olsaydım, Fielden'in ‘ama bu barışçıl bir toplantı' dediğini duysaydım, vatandaşlarımın özgürlüklerinin ayaklar altına alındığını görseydim, bombayı kendim fırlatırdım ve hiçbir yasayı ihlal etmezdim!”
Sonunda, karar verildiğinde, iki çocuğunu son bir kez babalarını görmeye getirdi; ancak çocuklarıyla birlikte tutuklandı, Albert asılana kadar soğukta çocuklarıyla birlikte çıplak bırakıldı. Gözyaşlarıyla hapishaneden ayrılırken “Yas tutmayın! Örgütlenin!” diyordu.
Yorulmadan çalışmak
Sonrası, yaşamının başka ve daha politik bir dönemi olacaktı. 1892'de Fransız anarşist gazetesi Les Temps Nouveaux'da yazmaya başladı. 1892'de aylık süreli yayın olan 'Özgürlük: Devrimci Anarşist-Komünist Dergisi'ni kısa bir süreliğine çıkarmaya başladı. Hiç durmadan tutuklandı, bırakıldı, yeniden tutuklandı.
1905'te Dünya Endüstriyel İşçileri'nin kurucularındandı. Özellikle yoksulluk ve işsizlik ekseninde şekillenen sınıf mücadelesine önem verdi ve Ocak 1915'te, Chicago Açlık Grevi'ni organize etti.
1925'te, emek aktivistlerini ve haksız yere suçlanan Afro-Amerikalıları savunan, komünist liderlikli Uluslararası Emek Savunması Ulusal Komitesi ile çalışmaya başladı.
Bütün bu yıllar boyunca, etnik kökeni ve kadın kimliği konusunda nispeten geleneksel bir tutum gösterdi. Kendisini bir siyah olarak değil, bir Meksika melezi olarak görürken o dönemde yükselen siyah hareketle ilişkileri sınırlı kaldı. Aynı şekilde zaman zaman anarşist görüşler ve kadın hareketi bağlamında Emma Goldman’la da ters düştü. Ama öte yandan, güçlü bir figür olarak kadınları çok etkiledi ve kadın mücadelesi konusunda ciddi bir çığır açtı. 1920'lerde Chicago Polis Departmanı'nın onun hakkında "Bin isyancıdan daha tehlikeli" notunu düşmesi şüphesiz rastlantı değildi.
Yorulmak nedir hiç bilmedi Lucy… O kadar ki, 80'li yaşlarında bile Chicago'nun Bughouse Meydanı'nda öfkeli konuşmalarına devam ediyordu. 7 Mart 1942'de, 89 yaşında Chicago Illinois'te çıkan bir ev yangınında yaşamını yitirdiğinde dolu dolu bir hayat sürmüştü. Yine de korkuyorlardı ondan ama. Ölümünden sonra bin 500 kitaptan oluşan kütüphanesine ve kişisel evraklarına FBI tarafından el konulması bunun sonucuydu.