Tecavüz her koşulda planlı ve bilinçli bir eylemdir. Bireysel olarak gerçekleştirilen cinsel saldırılar da kolektif biçimde organize edilen sistematik şiddet formları da rastlantısal ya da ani dürtülerle açıklanamaz. Tecavüz eylemi, failin kurban üzerinde güç, kontrol ve tahakküm kurma arzusunun bir dışavurumudur. Bu nedenle tecavüz yalnızca cinsel bir eylem değil, aynı zamanda politik bir saldırıdır
Yaşadığımız coğrafyada tecavüz kültürünü besleyen en önemli unsurlardan biri de militarist kültürdür. Özel savaşın militarist mantığı, kadınları ve genel olarak gençliği öz kimliğinden ve toplumsallığından kopararak tehlike olmaktan çıkarmayı hedefler. Bu bağlamda fuhuş ve madde bağımlılığı teşvik edilmekte, tecavüz failleri ise cezalandırılmamaktadır
Sati geleneği, Hinduizm ile özdeşleşse de kadının varlığının erkek üzerinden tanımlanması birçok kültürde farklı biçimlerde tezahür etmiştir. Çin ve Japonya’da dulların intihar etmesi, Konfüçyüsçü öğretilerdeki Üç Bağlılık İlkesi (babaya, kocaya ve oğula itaat), Afganistan ve Pakistan’daki Zen, Zêr, Zemin yasaları (kadın, servet ve toprak), Türk kültüründeki At, Avrat, Silah kutsaması, hep aynı patriyarkal paradigmanın izdüşümleridir
İlk toplumsal birlik ve birliktelik olan komün formunu ve işlevselliğini koruyan klan yapısı günümüzde neden yozlaştı? Her dönemin modernitesine göre form değiştiren ama zihniyet olarak reislik, şiddet, biat, itaat, mülkiyet kültüründen taviz vermeyen bu yapı, bugün kendini sürdüremeyecek düzeye gelmiştir. Sürdürülemez olan bu yapının çıkar odaklı, işbirlikçi formu; kendine kurban üreten, aileden olanı katletmeyi kendine reva gören, bunun karşısında duranları...
Bu yazı, çatışma çözüm süreci ve çerçevesini oluşturan demokratik toplum inşasında kadın, doğa ve özgür insan gibi konuların tartışıldığı bir bağlamda; çocuk ve çocukluğu yeniden düşünmenin mümkün müdür sorusuna yanıt arama çabasıdır