Sivas’ta gericiliğin yakarak kurban ettiği mağdurların tümü sol görüşlü, ilerici, devrimci insanlardı. Çoğunluğu Aleviydi… Bu nedenle mağdurların, felsefi düşünceleri ve inançları nedeniyle hedef alındıkları açıktı. Kaldı ki ülkemizde Aydın ve Alevi kıyımı, Çorum’da, Maraş’ta ve yine Sivas’ta yinelenmiş ve yüzlerce insan bu saldırının kurbanı olmuştu. Saldırıların, örgütlü, sistemli ve planlı olduğu da tartışmasız ortada idi
Aşkın Divanesi Aşkın divanesi Mecnunum amma O dosttan bir haber verenim yoktur Can ile canana vurgunum amma Rahmedip hâlimi görenim yoktur Cahil değil, hakikati bilirim Ölü gider, sağ olarak gelirim Anlayana doğru haber veririm Lakin cevherimi bilen yoktur İnsanlık yoluna kılmışım karar Ali evladına vermişim ikrar Vara yok deyip de edemem inkâr Akarsu’yum, bunu bilenim yoktur Halk Ozanı Muhlis Akarsu
Suriye’de Alevi kadınlar, boşaltılan köylerde nöbet tutarak; sağlık, gıda ve sığınma ihtiyaçlarını organize eden yerel kadın ağları oluşturdu. Kaçırılan kız çocukları için aileler birleşti. Kadınlar kefen giyerek sokaklara çıktılar; “Ölüme hazırız ama teslim olmayız.” dediler. Bazı cenazelerde geleneksel zılgıtlar bir protestoya dönüştü. Ağıtlar artık sadece yas değil, aynı zamanda direnişin de mesajıydı
Kapitalist modernite çağının ulus-devlet modeliyle beraber açığa çıkan milliyetçilik paradigması, hâkim ulus-devlet paradigması dışında kalan kimlikleri suni döllenmelerle yeniden yapılandırarak kendine yabancılaştırmıştır
Alevilerde kadın, yaşamın her anında kutsalın taşıyıcısıdır; koruyup kollayanıdır. Nefeslerin çoğu erkek ozanlara aittir; ama bu nefeslerin doğduğu, piştiği, dillendiği ocaklar kadınların emeğiyledir. Kadınlar, sadece annelikle değil; akıl, erdem, vicdan ve toplumsal hafıza taşıyıcılığıyla da bu inancın içsel teolojisini yaratanıdır. Aleviliğin kadim bilgisi yalnızca pirlerin (dedelerin) değil, anaların da kalbinden, zihninden, elinden geçer ve dostun divanında sofraya serilir
Erkeklik, kendini ancak şiddet aracılığıyla kanıtlayabilir. Erkekliğin tanımı, başkası üzerinde tahakküm kurma kabiliyetiyle ölçülür. Bu "başkası", çoğu zaman kadındır; bazen çocuk, bazen doğadır. Savaş, bu tahakkümün en yüce biçimi olarak görülür. Erkek savaşır, erkek korur, erkek öldürür. Ve ne yazık ki bu, yüceltilir. Erkek öldürdükçe kahramanlaşır; kadın ‘doğurdukça’ arka plana itilir. İşte şiddetin cinsiyeti budur