Kent ve mekânlar toplumsal ihtiyaçlar temelli hizmet etme amacından kadın şahsında toplumu hapsetme aracına dönüştürülmüştür. Zigguratlar kadınların kapatıldığı ilk tapınaklardır, bu toplumsal irade ve yönetim gücünün kırılma noktasıdır
Kent, mekân ve insan ilişkisi toplumsallaşmanın ilk oluşum sürecine kadar dayanan köklü bir bağdır. Göçebe toplulukların yaşadığı dönemlerde yerleşik mekân kavramından somut olarak bahsedemeyiz belki ama geçici konaklama yerlerine de mekân diyebiliriz.
Kavram olarak mekân en basit haliyle yer, yurt, ev demek olduğuna göre kısa dönem konaklama yerlerine de mekân diyebiliriz. Ama sabit ve kalıcı mekânların oluşma süreci toplumsallaşmanın gelişmesiyle beraber temel bir ihtiyaca dönüşmüştür.
Göçebe topluluklar ilk başlarda değişken iklim koşulları, zorlu coğrafik şartlar nedeniyle zorunlu göçler yaşasa da zamanla büyüyen topluluklar açısından mekâna dayalı yerleşik hayata geçiş kaçınılmaz hale gelmiştir. Toplumsallaşma yerleşik hayata geçmenin nedeni haline gelirken, barınma, beslenme ve güvenlik üç temel ihtiyaca dönüşmüştür. Barınma, yerleşim, yer yurt, ev dediğimiz şey mekânın ta kendisidir. Neolitik devrimin ilk yaratımlarından olan mekân; Kadının emeği, toplumsal içgüdüsü ve mimari yeteneği ile oluşturulmasının temel amacı; toplumun barınma ihtiyacını karşılamak kadar, zorlu doğa şartlarına karşı korumayı da esas almaktadır.
Yerleşik hayata dayalı mekânlar zamanla köy ve kentlere dönüşürken, devletli sistemlerde mekân ve kentlerin kullanım biçimi toplumsallaşmanın ihtiyacı temelinden saptırılmıştır. Neolitik döneme ait arkeolojik kazılarda, tarihsel araştırmalarda karşılaştığımız tüm mekân, köy ve kentlerin mimari kalıntıları tamamen toplumsal amaç ve ihtiyacına uygun inşa edilmiştir. Günümüze kadar kendini korumuş Neolitik köy kalıntılarından toplumun yaşamsal ihtiyaçlarının mimari yapılara müthiş bir uyum ve ahenk ile yansıtıldığını görmekteyiz. O dönemdeki tarihi yapı ve mekânların oluşturma şekli toplumsal buluşma, ortak yaşam, dolayısıyla ortak irade gücüne, bi nevi eşit ilişkilenme biçimine işaret etmektedir. Kırıntı biçiminde de olsa etkilerini kendi çocukluğumuzun geçtiği köy yapılarında da görmek mümkün.
Bu köylerin kurulma şekli, doğan ilk güneş ışığının içeriye girmesi, tüm köy halkının birbirini görebileceği, iletişim kurup sosyalleşebileceği, dayanışma kültürüyle yaşayabileceği biçimdedir. Uzun yaz günlerinde imece usulü yaşamı kurmak, güçlü dayanışma kültürü ile kışa hazırlanmak, uzun kış gecelerinde her akşam bir köy evinde şevbêrk yapmak en güzel örneklerdendir.
Şevbêrk gecelerinin kendisi; toplumsal hafıza biçimidir. O gecelerde kadın-erkek, çocuk yaşlı bir araya gelerek şarkılar söyler, dengbêjlik yapar, mizahi yetenekler sergilenir, yaşamın içinden güzel efsanevi masallar, hikâyeler anlatılır, oyunlar oynanır özcesi toplumsal edebiyatın en yalın hali yapılırdı. Bu toplumsal ahengin içinden dengeyi bozan davranış biçimleri de aynı ahenkle ortak akıl, irade ile sorunlar çözülür, adaletin terazisi dengesine oturtulurdu. Yani mekânların oluşturulma biçiminde; insan yaşamı, davranışı, biçimi, ahlaki değerleri üzerinde büyük etkileri vardır.
Diğer taraftan devletli topluma geçişle beraber mekân, köy ve kentlerdeki mimari değişim giderek dikey ve hiyerarşik biçimi almıştır. Bu dikey ve hiyerarşik değişim aynı zamanda tarihteki ilk mekân, köy ve kent yaşamının mimarları olan kadınların kendi yaratımlarını yönetme iradesinden düşürülerek uzaklaştırdığını anlatmaktadır bizlere. Ve yine tarihin akışında görüyoruz kadınlar yarattığı değerleri, yaptığı yasaları, inşa ettiği yapı, mekân, köy ve kentleri yönetme iradesinin gasp edilmesiyle beraber tüm yaratımlarının ilk esiri haline getirilmişlerdir.
Kent ve mekânlar toplumsal ihtiyaçlar temelli hizmet etme amacından kadın şahsında toplumu hapsetme aracına dönüştürülmüştür. Ziggurat yapıları kadınların kapatıldığı ilk tapınaklardır, bu durum toplumsal irade ve yönetim gücünün ilk kırılma noktasıdır. Kadının kendi inşa ettiği yaşama hapsedilmesi tarihin en büyük irade gaspına maruz kalmasıdır, o günden bugüne kadın-kent, kadın-mekân ilişkisi ve olumlu, olumsuz etkilerini ele alırsak;
Mekân olarak aile evi devletin en küçük birimi olarak kadına uygulanmış en büyük ev hapsidir. Bunu pekiştiren toplumsal cinsiyet rollerinin kadına kısıtlı alanlar olarak mekânları, ev içi tüm sorumlulukları kayıtsız şartsız ezeli ve ebedi bir yaşam biçimi olarak dayatmıştır. Bir kaç çarpıcı örnek üzerinden devam edelim; Devletli toplum sonrası, erkek egemenlikli zihniyetin kendini mutlak güç olarak üstün kılmak için zigguratlar biçiminde dikey yapı ve mekânlar oluşturması, kendi güvenliğini sağlaması için yüksek duvarlı surlar inşa ettirmesi ve tüm bunların korunması için savaşlar çıkarması, toprakları gasp etmesi, ganimet olarak kadınları esir alarak köleleştirmesi ve inşa ettiği mekânlarda kendisine hizmetçi kılması toplumdaki ayrışma ve sınıflaşmanın ilk kırılan fay hattı olmaktadır. Toplumsal ihtiyaçlardan uzak, erkek-devletlerin güvenliği ve mutlak gücünü üstün kılma amacına dayalı tarihteki büyük zorunlu göçler böyle başlamıştır. Savaşa dayalı bu tarz zorunlu göçler kendisiyle beraber mekân ve yaşam alanlarının yıkımını getirirken, mekân, köy ve kentlerin toplum ve bu mekânların yaratıcı mimarı olan kadınların toplumsal aidiyet hafızasını parçalamış, ahlaki, vicdani değerlerini kırımdan geçirmiş, akıl ve iradesini kırarak, ahlaki ve vicdani toplum ölçüleri yerine bireyci, bencil toplum modelini geliştirmiştir.
90’lı yıllarda devletin güvenlik politikası olarak yüzbinleri bulan köy boşaltmalarıyla yaşadığımız yoğun göçün travmalarını elbette ki bir makalede anlatamayız belki ama her türlü şiddete, zora dayalı zorunlu göçün kadın üzerindeki etkilerini bir kaç çarpıcı örnekle ifade etmek mümkün. Hepimizin malumu erkeklerin çıkardığı savaşların, şiddetin faturası hep kadınlara kesildiği gibi zorunlu göçün ağır sonuçlarını da en çok kadınlar yaşamaktadır. Toprağından, köyünden, mahalle ve şehrinden kopartılan, uzaklaştırılan kadın toplumsal aidiyetinden değerlerinden, uzaklaştırılması, aynı zamanda kendi ürettiği, yarattığı, inşa ettiği yaşamı yönetme iradesinden alıkonulmasıdır. Tarihten günümüze üretimden, aidiyetlerinden tamamen kopartılamayan kadın, her türlü şiddet, baskı yöntemleriyle kendi ürettiğini yönetme ve karar verme iradesinden yoksun kılınmıştır. Evin içinden başlayarak, toplumsal cinsiyet rollerine dayalı bir yaşam biçimi olarak, bilim, siyaset, sanat, spor, ekonomi vb. tüm yaşam alanlarının yönetim iradesinin gasp yoluyla erkeğin tekeline geçmesi ile beraber, kadın kendi ürettiğini yönetemez hale getirildi. Toplumsallaşmanın ihtiyacı temelinde oluşan yapı ve mekânlar kadın şahsında toplumu ayrıştırma, sınıflar ayrışmasına, hapsetme mekânlarına dönüştürüldü. Evdeki siyasetin tepesindeki karar organı, kamusal alandaki yönetim erki mevsimlik kadın işçilerin başındaki çavuşu vb. pek çok alanda karşılaştığımız karar vericiler erkek olmaktadır. Yer yer vitrinde kadın olsa bile karar mekanizmasına dahiliyeti biçimseldir.
Günümüz koşullarında yüksek güvenlikli cezaevlerinin inşa edildiği kampüsler ile devlet başkanlarının binlerce odalı sarayları, zenginlerin en tepede olduğu yüksek güvenlikli iş merkezleri ile yüksek güvenlikli (konut)sitelerinin nasıl keskin bir ayrışma ile toplumun, toplumsallaşmanın ihtiyaçlarından sapmış olduğunu görebiliyoruz.
Tam da bu noktada kadın özgürlük mücadelesi ahlaki politik toplum inşasının altın anahtarı durumundadır. Kadın özgürlük mücadelesinin dayandığı en temel hakikat; tarihin çıkışından günümüze kadar her türlü tersyüz edilerek, amacın araç ile özün biçim ile öznenin nesne ile maneviyatın maddiyat ile özcesi ahlaki-politik toplumun erk ve iktidar üstünlüğüyle yer değiştirmesi sonucu gelinen aşamayı reddetmek, karşı koymak ve toplumu, toplumsallığı hak ettiği, layık olduğu ahlaki-politik toplum değerlerine kavuşturma mücadelesidir.
Kürt kadın mücadelesinin geldiği aşama olarak zamanı, mekânı ve toplumsal değerleri yeniden buluşturan ahlaki-politik toplumsallaşmayı merkeze alan bir devrim yaratmıştır. Başta kadın ve erkek arasındaki eşit temsiliyet olmak üzere tüm toplumsal dinamikleri eşit koşullarda bir araya getirmek, ortak irade ve akıl gücüne dayalı toplumu ileriye taşımak önemli bir değişim dönüşüm dinamiği yaratmıştır. Kadının siyasette, yerel yönetimde söz söyleme, karar alma iradesini ortaya koyması bir mücadele geleneği olarak toplumda büyük değişimlere yol açarak devletin kadına yönelik inkârcı, gaspçı politikalarını ciddi düzeyde zedelemiş, fiili ve resmi pek çok değişiklik yapmak zorunda bırakmıştır. Eşbaşkanlık sistemi ile kadınların kendini ve kentini yönetme iradesini ortaya koyması ilk defa Kürt kadın mücadelesi ile gelişmiştir. Ayşe Gökhan’ın, Leyla Güven'in belediye başkanı olduğu ilçeler, kendini yöneten kadın kentleri olarak pek çok değişim ve kazanımla tarihe geçmiş.
Devletli toplum tarihinden bu yana iki ana hatta yürüyen tarihin bir ucu savaş, şiddet, talan ve gasp iken, diğer ucu toplum ve kadın direnişi, mücadelesi olmuştur. Devletler sistemi, toplumu kadın şahsında hedefe koyarken, kadınlar büyük fedakârlık ve olağan üstü mücadeleler ile kendileri şahsında toplumsal değişim dönüşümü, devrimsel sıçramayı direnişle geliştirmişlerdir. O nedenle egemen güçler olarak devletler hep önce kadını vurma politikalarını, savaşlarını yürütmüşlerdir. Günümüz koşullarında Kürdistan’daki yurt, vakıf, dernek, spor ve masaj salonları gibi mekânların devlete sırtını dayamış erkekler, yine yer yer asker, koruyucu ve özel harekatçı gibi üniformalı erkekler, bin bir türlü özel savaş yöntemleriyle, toplumda kültürel yozlaşma, fuhuş, uyuşturucu, taciz, tecavüz mekanları olarak kullanmaktadır. Bu durum en çok da 90’lı yıllarda binlerce köyün boşaltılması, yakılıp yıkılması sonucu yaşanan yoğun göçler, yine Sur, Nusaybin, Cizre gibi kentlerin yıkılmasıyla beraber tırmanışa geçti. Bu örneklerden de anlayacağımız üzere kadının mekâna verdiği anlam ile erkeğin mekâna verdiği anlam veya mekânı kullanım amacı taban tabana zıt durumundadır.
Sonuç olarak temiz, şeffaf, adil, eşit, ahlaki-politik bir toplumun inşa edilmesi ve bu toplumsal aidiyetlerin hafıza mekânlarının kadınlar tarafından yönetilmesi önümüzdeki yüz yılların, bin yılların temel ihtiyacı olarak biz kadınların en meşru, en haklı mücadele gerekçesidir.