AKP iktidarı yirmi yıldır kadınların patriyarkaya direnişini durdurmak, engellemek için politika üretiyor ancak başarılı olamıyor. Kadınların bizzat evdeki erkek egemenliğine gösterdiği direniş sokaklarda ve işyerlerinde cinsel tacize karşı mücadeleye dönüşürken, işçi direnişlerinde patron temsilcilerinin cinsel tacizlerinin ifşası, eşit işe eşit ücret talebi olarak dile geliyor
TBMM’nin açılışı yaklaşırken AKP’nin ilk gündeminin ne olacağı ortada; aileyi koruma başlığı altında dört koldan kadınların kazanımlarını gasp etmeye hazırlanıyorlar. Ağır bir yoksulluk yaşanırken, halkın gözüne soka soka sermayenin önü daha da açılırken, CHP ve Millet İttifakı cephesinden tek bir tepki bile gelmiyor. HDP-Yeşil Sol’a yönelik ağır baskı süreci devam ediyor, 6-8 Ekim davasında yargılanan arkadaşlarımız sesleri duyulmasa da yargılayanları yargılıyor. Ve şimdi de Gezi Davası’nda beş kişinin cezaları onaylandı. Bu sessizlik altında LGBTİ+’lara yönelik baskı ve saldırılar sürüyor, aileyi koruma lafları dillerden düşmüyor. Ve Eylül ayında Aile Bakanlığı 81 ilde “Aile Çalıştayı” düzenledi. Kadın örgütlerinin [ve tabii ki feministlerin], baroların kadın hakları merkezlerinin, sendikaların kadın örgütlenmelerinin vd. çağrılmadığı çalıştaylara, İslamcı dernekler, AKP uzantısı kadın örgütlenmeleri, Diyanet İşleri Müdürlükleri ve tabii ki İslamcı yazarçizer grupları çağrıldı.
Aile Bakanlığı sitesinde yayımladığı duyuruda, aile odaklı sosyal hizmet modelini güçlendirmek için iki başlığı öne çıkarıyor: İş ve aile yaşamının uyumlaştırılması ve ailenin korunarak yeni ailelerin kurulmasının teşvik edilmesi.[1] AKP iktidara geldiği yirmi yıldan beri aslında bu iki hedefi hep öne çıkardı. İş ve aile yaşamını uyumlaştırmak dedi, kadınları evde parça başı güvencesiz çalışmaya yönlendirdi. Kadınlar hem çocuk ve yaşlı bakımını sürdürüp hem erkeklere karşılıksız hizmet etmeye devam ederek evden en ağır sömürü koşullarında gelir getirici işler yapmaya başladılar. Ücretli güvenceli çalışanlar için özellikle doğumdan sonra yarım zamanlı çalışma teşvik edildi, her çocuk için altın ödemesi yapılacağı söylendi, 27 yaşına kadar evlenme şartıyla evlilik sigortası başlatıldı vd. Üç- beş çocuk doğurun baskısını kürtaj ve sezaryenle doğum yasaklama girişimi takip etti ama feminist hareketin/kadın hareketinin direnişiyle yasal değişiklikten geri adım atmak zorunda kaldılar. Kadın kelimesi bakanlığın adından kaldırıldı sadece aileyi koruma hedefi öne çıkarıldı, boşanmayı zorlaştırma komisyonları kuruldu, aile ombudsmanları atandı, meczup adamlarla nafaka karşıtı örgütlenmeler yaratıldı ve kadın katillerinin sırtı sıvazlandı, her yeni infaz yasasında kadın katilleri serbest kaldı ve en nihayet İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı ve şimdi de 6284 ve aslında bir bütün olarak Medeni Yasa değişikliği gündemde. Aslında burada sayılanlardan çok daha fazlası var ve belki de tüm bunlara temel oluşturan kadın erkek eşit değildir fikri defalarca zikredildi, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından. Yine de gelinen noktada kadınların özgürlük mücadelelerinin önüne geçemedikleri, boşanmaları, kadınların ölüm tehditlerine rağmen ayrılmaya karar vermelerini, erkek şiddetine direnişlerini, üç beş çocuk yapmaya tepkilerini engelleyemedikleri için doğrudan zor yoluyla Medeni Yasa’yı değiştirmeye karar verdiler. Hatta öngördükleri anayasa değişikliğiyle LGBTİ+ları yer altına itmeye çalışmaları ve aileyi korumak adı altında aile karşıtı siyaseti suç haline getirmeleri çok mümkün görünüyor.
Neticede AKP iktidarı yirmi yıldır kadınların patriyarkaya direnişini durdurmak, engellemek için politika üretiyor ancak başarılı olamıyor. Kadınların bizzat evdeki erkek egemenliğine gösterdiği direniş sokaklarda ve işyerlerinde cinsel tacize karşı mücadeleye dönüşürken, işçi direnişlerinde patron temsilcilerinin cinsel tacizlerinin ifşası, eşit işe eşit ücret talebi olarak dile geliyor. AKP bir bütün olarak kadınların ailede ve kamusal alanda direnişini, Batı metropollerinde 80’lerden itibaren yükselişe geçen neoliberalizmin yeni muhafazakârlık temelindeki ideolojik propagandası ile aşamayınca, doğrudan İslamcı baskıyı temel alan, yasal kazanımları gasp etmeye yönelen bir politikayı gündeme soktu. Artık aileyi korumak da, LGBTİ+ düşmanlığı da, kadınları erkeklere mahkûm etmek de, çok çocuk doğurmak da ve tabii yoksulluğa, patron sömürüsüne boyun eğmek de İslam’ın gereği olarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Özel ve kamusal hayatın bir bütün olarak devlet sermaye ve patriyarka tarafından İslamcılık temelinde baskı altına alınması doğal olarak ‘laikliği korumak’ tepkisi ile karşılanıyor. Özel ve kamusal alanın İslamcılığın gerekleri ile düzenlenmesine karşı sekülerliğin savunusu kuşkusuz anlamlı. Ancak tek başına laiklik savunusunun feminist mücadelenin/kadınların mücadelesinin merkezine konması tek tek evlerdeki kadınların kendilerini parçası hissedecekleri bir politik çerçeve için bir hayli yetersiz kalacaktır. Ki son seçimler laikliğin ve yaşam tarzını korumaya dayalı siyaset umudunun toplumdaki karşılığını da gösterdi. Feminist mücadelenin 80’lerden beri hatta yüzyılın başından beri elde ettiği kazanımları korumak için, tek başına laiklik merkezli bir politikanın ilk elde ulaşabileceği ‘modern laiklerin’ desteği ve gücünün, AKP karşısındaki toplumsal mücadeledeki karşılığını yirmi yıldır görüyoruz; endişelenmekten ve tehlikeleri fark etmekten daha öteye gidemediler.
İş ve aile yaşamını uyumlaştırma ile birlikte gündeme gelen aileyi koruma ve güçlendirme politikaları daha önce de belirtildiği gibi tüm dünyada, neoliberalizmin ideolojik ittifakı olan yeni muhafazakârlıkla hayata geçirildi. 80’lerden itibaren Reagan-Kohl-Thatcher hükümetleri döneminde işçi sınıfına yönelik olarak başlatılan sermaye saldırıları özelleştirmeyi, güvencesizleştirmeyi, üretim süreçlerinin parçalanmasını hayata geçirmekle birlikte, özellikle kıta Avrupa’sındaki ülkelerde sınıf hareketinin ve örgütlerinin tarihsel gücü sosyal devletin tümüyle tasfiyesine olanak vermedi. Ancak sınıf hareketi de feminist hareket de büyük oranda, tabir yerindeyse, sistem içine çekildi. Bunun feminist hareket için anlamı kadın kurtuluş siyasetinden kadınları güçlendirme siyasetine geçmek oldu.
Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde ise Batı tipi bir sosyal devlet zaten söz konusu olmamışken, 80’lerde ve 90’larda önemli bir mesafe kaydetmesine rağmen tamamına erdirilemeyen neoliberal dönüşüm (özellikle özelleştirmeler), 2000’lerde AKP tarafından tamamlandı. Feminist hareketin Türkiye’de sınıf hareketinin en güçsüz olduğu 80’lerde yükselişe geçmesi feminist mücadelenin Batı’daki en önemli kazanımları olan sığınakların ve kamu kreşlerinin yaygın biçimde açılmasını mümkün kılmadı. Keza işçi sınıfının ücret seviyesinin düşüklüğü, kadınların ücretli emek gücüne katılmasının önündeki ev içi iş yükü, kadınları en düşük ücretli ve güvencesiz işlere mahkûm ederken eşdeğer işe eşit ücret mücadelesini kâğıt üzerinde bıraktı. Ancak özellikle erkek şiddetiyle mücadelede feminist hareketin kapitalist patriyarka karşısında aldığı önemli yol, kadınların aileye ve aile içindeki erkek şiddetine direnmesini ve boşanma oranlarının artışını sağladı. Ancak gerekli sosyal devlet politikası ve kurumlarının olmayışı, kadınların sığınaklara gidememesi, erkek yargının katil erkekleri kollaması, kadın cinayetlerini kadın katliamına dönüştürdü. Bu da sınıfından, siyasi görüşünden ve dini inancından bağımsız olarak kadınların feminist mücadelenin erkek şiddetine direniş çağrısına kulak vermesine ve kendi hayatlarında adım atmasına yol açtı. 8 Mart ve 25 Kasım eylemlerinde, feminist gece yürüyüşlerinde, İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde sadece eyleme katılanların değil, evlerindeki kadınların da, AKP politikalarında cisimleşen patriyarkal baskıya direndiğini gösterdi. Tam da bu nedenle AKP kendi hukuk kurallarını bile hiçe sayarak İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkmak zorunda kaldı.
Türkiye’de on binlerce kadın patriyarkaya ve AKP’ye karşı direnirken Kürtaj hakkı için Arjantin, Şili ve Polonya’da, erkek baskısına ve neoliberalizme karşı İspanya’da ve erkek homofobik devlete karşı Brezilya, Macaristan’da ve en son da dini baskılara karşı İran’da on binlerce kadın sokaklara döküldü. Neoliberalizm yeni muhafazakârlık ittifakı emperyalist metropollerde kapitalist patriyarka karşısındaki feminist mücadeleyi, kadınları güçlendirme siyasetine dönüştürebilmiş olsa da, Türkiye, Latin Amerika, eski Doğu Bloku ülkeleri ve İran’da erkek devletlerde cisimleşen kapitalist patriyarkaya karşı mücadele yükselerek devam ediyor. Feminist hareketin devrimci damarının merkezi, geç kapitalistleşen, 70’lerde sınıf mücadelesi askeri-faşist darbelerle kesintiye uğrayan ya da 90’larda kapitalizme dönüş yapan Doğu Bloku’ndaki ülkelere kaydı. Bu nedenle AKP’nin aileyi güçlendirme adı altında gündeme aldığı erkek egemenliğini güçlendirme politikalarını tek başına dini baskı- laikliği koruma ikilemine sıkıştırmadan bir bütün olarak kapitalist patriyarkaya karşı mücadele temelinde, AKP’nin öngördüğü ailenin teşhirini eksene alarak örgütlemek gerekiyor. AKP’nin öngördüğü Medeni Yasa değişikliğinin aileyi kadınların zindanı haline getireceğini, erkek şiddeti karşısında boşanmaların engelleneceğini, belki yeniden koca iznine bağlanacak ücretli emek gücüne katılma ve/veya iş kurma hakkının, kadınları şimdi kız çocuklarını gelecekte, bir ömür evdeki erkeklere mahkûm edeceğini anlatan bir çerçeve oluşturmak gerekiyor. AKP iktidarının ve patriyarkanın inşa etmeye çalıştığı aileye karşı, yine yeniden aile dışında hayat var diyebilmek önemli…
[1] https://www.aile.gov.tr/haberler/aile-ve-sosyal-hizmetler-bakanligi-81-ilde-aile-calistayi-duzenliyor/