Kadın kooperatifleri, kadınların ekonomik yaşama katılmalarında, istihdam edilmelerinde, sosyal ve politik açılardan güçlenmelerinde stratejik öneme sahiptirler ve bu önem giderek daha da artacaktır
1980’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan neoliberal ekonomik politikalar, gelir dağılımı adaletsizliğini artırmış, bölgesel eşitsizlikleri derinleştirmiş, işsizliği süreklileştirmiştir. Tüm dünyada mal ve hizmet üretiminin payı azalırken, para-sermaye ve hisse senedi-tahvil benzeri finansal varlık hareketleri iktisadi faaliyetlerin büyük bir bölümünü oluşturmuştur. Ekonominin sürekli büyümesi, buna gerçekten ihtiyacımız olup-olmadığı tartışılmadan bir genel hedef haline dönüşmüştür.
Tarımsal üretim ve gıda maddeleri üretiminin aileler tarafından geçimlik düzeyde yapılması olanaksızlaşmıştır. Büyük miktarlı ürün elde etme hedefi, makinalaşma, suni gübre-ilaç-tohum kullanımının yaygınlaşması ile birlikte, büyük işletmelerce yürütülen endüstriyel faaliyetlere dönüştürülmüştür. Tarım toprakları ya önemli derecede verim-nitelik kaybetmiş, ya da kentleşmeye, kötü-sağlıksız yapılaşmaya tahsis edilmiştir.
Sanayi tüm canlıların birlikte yaşamını ve kaynakların adil kullanımını önceleyen alanlardan ve yöntemlerden uzaklaşmıştır. Yoğun teknoloji-robot kullanımı mavi yakalılara duyulan ihtiyacı azaltmıştır. Fosil yakıt, silah sanayi, gen teknolojisi, lüks araç ve uçak yapımı gibi sektörlere yapılan yatırımlar ise kaynakların küçük bir azınlık için kullanılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Bu gelişmeler, yaşanan ekonomik krizler ve COVİD-19 pandemi koşulları ve çok yakında yaşadığımız deprem felaketi bazı gerçekleri çok açık bir şekilde ortaya koymuştur:
– Piyasa ekonomisinin herkes için eşit koşulları sağlayamamaktadır.
– Devlet ve kamu kurumları vatandaşların temel haklar kategorisinde değerlendirilen yaşama, barınma, beslenme, güvenlik, sağlık, çalışma gibi haklarını sağlamakta yetersizdir.
– Tüm dünyada bir “eşitlik krizi” vardır ve bu kriz dezavantajlı kesimlerin kapsamını her geçen gün genişletmektedir. Yoksullar, kadınlar, göçmenler, çocuklar, emeği ile geçinen tüm kesimler insanca yaşam koşullarının dışına itilmektedir.
Sosyal ve Dayanışma Ekonomileri
Tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında ekonominin mevcut yapısının insani yaklaşımlarla nasıl birleştirilebileceği konundaki arayışlar sonucunda Sosyal ve Dayanışma Ekonomileri kavramı yaygınlaştı, bireylerin, STK’ların, politika belirleyicilerinin, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü ve OECD gibi kuruluşların gündemine girdi. Bu çerçevede, toplumsal ihtiyaçları esas alan, ekonomik ve sosyal dayanıklılığa katkıda bulunan, sürdürülebilir, bölgesel ve yerel kalkınma hedeflerini de içeren; toplumsal cinsiyet eşitliğini, gençlerin ekonomiye katılımlarını, dezavantajlı ve kırılgan kesimlerin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan; çevresel faktörlere karşı sorumluluk duyan ekonomik faaliyetler öne çıkmaya başladı.
Sosyal ve dayanışma ekonomileri, insana yakışan işler, üretken istihdam, herkes için daha yüksek yaşam standartları, sürdürülebilir kalkınma, sosyal adalet, dezavantajlı ve kırılgan kesimlerin ihtiyaçlarının doğaya saygılı bir şekilde karşılanmasını hedefler. Bu hedeflere ulaşabilmek için benimsediği temel ilkeler şunlardır:
Sosyal ve Dayanışma Örgütlerinin başlıcaları kooperatifler, birlikler, vakıflar, sosyal işletmeler, öz yardım grupları, dernekler, yardımlaşma sandıkları, gıda toplulukları, sosyal dayanışma ekonomileri değer ve ilkelerine göre faaliyet gösteren diğer işletmelerdir. Bu yapıların tamamı sosyal fonksiyonları olan, tabandan örgütlenen, yenilikçi birimlerdir. İnsan merkezli, kolektif yapılar olmakla birlikte, mevcut piyasa yapısı içinde ekonomik olarak devamlılıklarını da sürdürebilme zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Sosyal ve Dayanışma Örgütleri aracılığıyla, karını artırmayı hedefleyen geleneksel işletme yapısının dışında yeni işletme ve yeni iş yapma biçimleri ortaya çıkacak; üretim ve tüketim faaliyetleri yeni anlayışlar temelinde düzenlenecektir.
Sosyal ve dayanışma ekonomileri bir yandan yukarıda belirtilen ekonomik, toplumsal, politik, çevreci fonksiyonlarını yerine getirirken, diğer yandan tüketim alışkanlıklarımızı, doğa ile kurduğumuz tahakküm ilişkisini, kaynak kullanımındaki öncelikler konusundaki düşünce ve tercihlerimizi gözden geçirmeye zorlayacaktır. Yeni insanlık değerleri ile yeni bir ekonominin ve yeni bir yaşamın oluşturulmasına katkı sunacaktır.
Uzunca bir süredir üzerinde çok konuşulan, sayıları giderek artan kooperatiflerin, özellikle de kadın kooperatiflerinin önemi, bu çerçeveden bakıldığında daha da netleşmektedir. Kadın kooperatifleri, kadınların ekonomik yaşama katılmalarında, istihdam edilmelerinde, sosyal ve politik açılardan güçlenmelerinde stratejik öneme sahiptirler ve bu önem giderek daha da artacaktır.
Tüm yoksulların, kadınların, çocukların, göçmenlerin, LGBTİ+’ların, her 8 Mart’a daha da güçlenerek ulaşmaları umuduyla…