8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, yangında fabrikaya kilitlenerek katledilen 120 kadın işçinin cansız bedeninden doğan tarihtir. Şimdi de enkaz altından toplanıyor, bile bile ölüme sürüklenen bedenlerimiz. Ama yine, ‘Çocukların en güzeli doğacak bizden’
Yıllar boyunca kadınları, eril kapitalist zulme, onun gerici, faşist biçimlerine karşı birleştiren en önemli slogandı, ‘Yaşasın kadın dayanışması’ Yaşadı da… Çünkü bir eylem rotası ve dayanma, direnme, birbirine tutunarak güç alma ruhuydu her şeyin ötesinde. Dayanışmanın basit bir al-ver olayı olmadığını, muhtaca yardım refleksinden ibaret görülemeyeceğini en iyi kadınlar bilir.
Kader birliği, eylem birliği, güçlü sistem eleştirisi ve müesses nizamın alternatifini geliştirecek toplumsal ilişki biçimi dayanışma üzerinde yeşerir. Bugüne kadar her eylemin ve hareketin bağrından yükselen ‘kadın dayanışması’ diskuru, böylesi geniş ve derin anlamlara işaret etmiştir. Mücadelenin içinde güçlü bir bilinç boy vermiştir. Dayanışma yaşatır ve yeniden üretir.
Bu yıl 8 Mart’ı, depremin yıktığı kentler ve hayatların büyük acısıyla karşıladık. Yaşatmakla hiçbir ilgisi kalmamış iktidarın, ölü kentler ve ölü hayatlar üzerinde kendi hakimiyetini sürdürme saplantısıyla sınanıyoruz. Halkların ve demokratik toplumsal güçlerin dayanışma, yaşama sahip çıkma hareketine büyük bir düşmanlık ve nefretle saldırıyorlar. İnsani olandan koptukları oranda, insani bilinç ve organizasyona karşıtlıkları, öfkeleri de artıyor. Öyle noktaya geldik ki, artık hiçbir şey eski algılarda olduğu kadar basit değil.
Deprem bölgesine kuru çadır göndermek, aş-ekmek dağıtmak, çocuklara mama, kadınlara ped taşımak politik mücadele gerektiriyor. Kadın hareketinin şiddet mağduruna başını sokacak çatı, cinayetlere karşı adalet ve güvenlik, cinsel saldırılardan arındırılmış yaşam mücadelesi ne kadar politik dayanışma hareketiyse, sistem depreminin altından toplumsal dayanışmayla kalkma seferberliği de o kadar politiktir. Hatta dayanışma mevzilerini savunmak için daha geniş, yeri geldiğinde dümdüz ve kararlı tavır almayı gerektirir. Kadın hareketinden ve onun dayanışma paradigmasından öğrenilmesi gereken en önemli şey de sürekliliktir.
Deprem felaketi bir yandan AKP-MHP devletinin ve saray iktidarının en korkunç ve toplumu batıran yüzünü öne çıkardı. İktidara oy verenler dahil, geniş kesimlerin yüzüne şiddetle çarpan bir yüzleşmeydi bu. Diğer yandan hiçbir sermaye birikimi olmayan, devlet katlarındaki kallavi koltuklarda oturmayan, çoğu yiyecek ekmeği zor bulan milyonlar, dibe vurulan yerden insanlığı yukarı çıkarmayı başardılar. Genel olarak örgütsüz, kendiliğinden bir tepki ve dayanışma yükselişi ortaya çıktı. Bu sıçrama kapasitesi güçlü yükselişi örgütlü, istikrarlı biçimlere kavuşturmak, halkların yaşam güvencesine dönüştürmek, öncelikle devrimci demokratik , sol, sosyalist öncülerin sorumluluğudur.
Kadın hareketi zaten bu süreçte de kendi yolunu açar. Saflarında kökleşmiş dayanışma bilinç ve örgütlemesini, bu ‘hayat-memat’ zamanında, dal-budak salan bir güce ve enerjiye dönüştürebilir. Dayanışmanın en büyük zorluklar, en bıçak sırtı koşullar ve en ihtiyaç olduğu zamanlarda geliştiğini öz deneyimlerinden bilir. Bu gücü ve öz deneyimi en geniş toplumsal sahaya yaymak, kökleştirmek içinse, reel politika kafeslerinden kurtulmuş muhalefete, mücadele stratejisine ihtiyaç var.
Öyle mi peki? Bugün 4 Mart ve gözümüz, kulaklarımız ağıtların dinmediği, hala cansız bedenlerin bulunamadığı kentlerden ve olanaksız, barınaksız bırakılan halkın arasından bir hareket, bir ses arıyor. Depremin ve eril devlet siyasetinin iki-üç kat fazla yıktığı kadınların, çocukların çaresizliği üzerine yürüyen, dayanışmayı insanlığın soylu ayağa kalkışına dönüştüren adımlar bekliyor.
Ne ibretliktir ki, milyonlar can acısıyla beklerken, terk edilmişlik ve öfkeyle iktidardan yüzünü çevirmişken, kendini ‘milletin sahibi’ sanan muhalefet, Ankara’da ‘adaylık savaşlarının’ sonuncusunu başlattı, gündemi buna kilitledi. Meral Akşener ve İYİ Parti’nin Millet İttifakı masasına attığı ses bombası birçok açıdan değerlendirilebilir; ama en can alıcı boyutu, muhalefetin neredeyse bütün muhataplarının ‘gürültüye gitmesiydi’ Düzen muhalefetinin yapısal ilkesizliği ya da ‘ ayak oyunu’, ‘köşe kapmaca’ kavgasının ötesinde bir provokasyonun yaşandığı ortada. Bizi ilgilendiren yanı ise, deprem sürecinde gelişen toplumsal muhalefeti yönünü, önceliklerini ve hareket kabiliyetini kırarak değiştirme rolüdür. Bu rolü şimdilik saray iktidarı namına İYİP ve Akşener aktif olarak üstlenmiş görünüyor. Ama sürüklenme durdurulmaz, halkın asıl yaşamsal gündemi belirleyici kılınmazsa, kim bilir kaç muhalefeti siyasi enkaz altında bırakma girişimi ortaya çıkar.
Bu süreçte yönünü, yolunu kaybetmeden ilerlemek çok önemli. Zira Ankara’da koca koca partiler, politik mihver iddiası taşıyan yapılar, Akşener’in ve dolayısıyla saray harekat üslerinin belirlediği gündem etrafında sıraya dizilirken, asıl hayat deprem bölgesinde ve onun feryadında aktı. Akışın içinde ise, 8 Mart eylem ve etkinliklerini depremin yıktığı illere, çadır kentlere, köylere taşıyan kadın örgütleri vardı. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve Kadın Meclisi, 8 Mart haftasını, afet bölgesinde yaygın ölçekte politik dayanışma seferberliğine dönüştürdü. HDP en tabandan en tepeye kadar topluma ve siyaset kurumuna , nerede olunması, ne yapılması gerektiğini duruşuyla gösterdi. Elbette bu duruşun korunması ve geliştirilmesi kadınlar ve bütün Türkiye halkları için hayati değer taşıyor.
Yarını tam da şimdiden, şu andan kazanabileceğimiz gayet açık. Yıkılan kentleri ve yeni bir yaşamı nasıl kuracağımız da anın görevleri ve politik önceliklerine ne kadar tutarlı sarıldığımıza bağlı. Bırakalım Ankara siyaset eşrafı kendi hesabını yapıp, taşlarını yeniden dizsin. Bir Tv programından, bir toplantıya mekik dokusun. Eşraftan sayılmayanlar için ne isabetli bir zaman!
Şehirler ağlarken, kadınlar, çocuklar bir tutam teselliye hasretken ve hınçtan çıldırmış bu siyasi sisteme rağmen, hala iyi insanlar, iyi ihtimaller varken durmak olmaz. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, yangında fabrikaya kilitlenerek katledilen 120 kadın işçinin cansız bedeninden doğan tarihtir. Şimdi de enkaz altından toplanıyor, bile bile ölüme sürüklenen bedenlerimiz. Ama yine, ‘Çocukların en güzeli doğacak bizden’ Yaşamın ve tarihin en güzeli…