Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Uygarlığın Krizli Damarı: Aile

Derya Moray Derya Moray
22 Haziran 2025
Yazı
0
Uygarlığın Krizli Damarı: Aile
0
SHARES
69
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

İlk toplumsal birlik ve birliktelik olan komün formunu ve işlevselliğini koruyan klan yapısı günümüzde neden yozlaştı? Her dönemin modernitesine göre form değiştiren ama zihniyet olarak reislik, şiddet, biat, itaat, mülkiyet kültüründen taviz vermeyen bu yapı, bugün kendini sürdüremeyecek düzeye gelmiştir. Sürdürülemez olan bu yapının çıkar odaklı, işbirlikçi formu; kendine kurban üreten, aileden olanı katletmeyi kendine reva gören, bunun karşısında duranları düşman ilan edip savunuculuk yapanı, itiraz edenleri tehdit eden bir yapıya dönüşmüştür

Tarihsel olarak ailenin oluşum dinamikleri incelendiğinde, toplumsal gerçekliğin dönüşüm aşamaları, sınıfsal durumu ve devletli uygarlığın varoluş gerçekliği önemli veriler sunar. En iyi bilinen hâliyle, doğal toplumun karakteri gereği aile formu incelendiğinde, klan yapısının bugünkü aile dokusuyla yoğun zihniyet farklılıkları taşıdığı görülmektedir. Mülkiyetin olmadığı, bireyin ya da grubun toplumsal sorumluluklar karşısında ayrışmadığı, cinsiyet ve üretim ilişkilerinin herhangi bir ayrımcılık yaratmadan yaşamsal sorunlar ve çözümler karşısında ortak sorumlulukların gelişkin olduğu ilişkiler bütünlüğü, en belirgin özelliklerindendir. Aile yapısı gevşektir; anaerkil düzenlerin varlığı bu dönemde daha belirgindir. Özellikle mülkiyet karşısındaki toplumsal tutum, burada ahlaki bir duruş olarak görülmekte; birey ve topluluğun çıkarı ortak kaygılar taşımaktadır. Bundan kaynaklı herhangi bir karşıt yapı, durum ve sorun toplumsal yaşamda karşılık bulmamaktadır. Mülkiyet karşısındaki ortak tutum, toplumsal ilişkiler içerisinde farklılığa dayalı herhangi bir ayrımcılık veya ayrıcalık yaratmamaktadır. Buradan hareketle, herhangi bir çıkar hesabına dönüşecek girişimler ne zihniyet olarak ne de toplumsal olarak olasılıklar dâhilindedir.

Özel mülkiyetin yerleşik hayata geçişle birlikte yoğunlaşması, beraberinde cinsiyet farklılıkları üzerinden bir ayrışma yaratırken erkek ve kadın arasındaki cins çelişkileri, eşyadan başlayan mülkiyet hırsızlığından erkeğin kadına yönelen, yoğunlaşan mülkiyet anlayışına kaymaya başlar. En eski, en derin sınıf ve cins çelişkisi buradan temelini alır. Aile, artık kadının kapatılma sürecinin temel formu olur. Sınıflı, devletli toplumsal yapılara geçiş, zaman içerisinde doğal toplum karakterli tüm toplumsal dokuların taşıdığı anlamı yıkarak kendi zihniyet yapısına denk formlar yaratmaya başlar. Ailenin krizli, kanserli, reisli dokusu yapısal bir karakter kazanır. Devletli uygarlık süreciyle beraber aile yapısı da özellikle hanedanlık formuna dayalı, belirli bir nüfuzu olan; aynı zamanda nüfus yoğunluğuna da dayanan bir iktidar alanı yaratmaya başlar. Kent devletlerinde, feodal toplum yapılarında, imparatorluklar sürecine kadar da nüfusu ve nüfuzu at başı giden aile yapısı günümüze kadar kendini yaşatır.

Özellikle İbrahimi dinlerle beraber süregelen aile formu, yerleşik yaşamın yarattığı kapatılma hâlini katılaştırmaya başlar. Doğal toplumdaki esnek yapının aksine, mitolojik kodlarla beslenen dinî öğretiler erkeğin din odaklı yaratımlarıyla beraber “kafes” metaforunu yerine oturtur. Tanrısal meşruiyetin emriyle kurulan bir kuruma dönüşür. Yahudilik’teki aile formunda Tanah, aileyi Tanrı’nın halkı oluşturma aracı olarak görür. Hristiyanlık’ta İncil, aileyi “kilisenin küçük bir örneği” olarak tanımlar. İslam’da Kur’an, aileyi hem fıtrî hem ilahi bir sistem olarak takdim eder. Her dinî öğretinin, pratiğin kendini örgütleme alanı aile üzerinden başlar. Tek tanrılı dinlerle beraber hanedanlık kültürünün geniş aile formuyla ikame edilmesi, komünden kopuşun ilahi dayanağı olur. Burada önemli olan nokta, ilahi düzenin yeryüzündeki yansıması olarak ailenin günümüze kadar dinler eliyle politik sonuçlar ve süreçlerde kesintisiz belirleyiciliğidir. Baba, aile reisidir ve evin manevi/ekonomik lideridir. Kadın, saygın ve korunması gereken bir figürdür ama erkeğin otoritesine tabidir. Bunun dışına çıkmak, dinen “günah”, toplumsal olarak “ayıp” görüldüğü için burada da kadının ve çocuğun “kaderi”, doğal toplumdaki formun çok dışına çıkarak ahlaki ve politik tüm ölçüleri kadını eve hapsederek geliştirir. Tek tanrılı dinlerle beraber aile, kadını ilahi gücün etkisiyle “esir” almış; bu esaret, feodal dönemin esas zihniyet yapısını yoğunca beslemiştir.

Bu dönemde şekillenen aile yapısı, din misyonerliğini üstlenerek tarikat ve cemaat gibi oluşumların da öncüsü olmuştur. Ekonomik, siyasal temsiliyeti gelişmiş aile ittifakları; konjonktürel ailesel çıkarlar formuna dönüşerek, toplumsal çıkarlar karşısında kendi eğilimlerini devreye koymuş ve siyasal, askerî, ekonomik gelişmeler karşısında çıkarcı bir işleve bürünmüştür. Toplumsal ahlak ve ihtiyaçlara karşı bir örgütlenme zeminine dönüşmüştür.

Feodal dönem, Avrupa merkezli olarak tarım ekonomisine dayalı, hiyerarşik bir sosyal yapının egemen olduğu bir çağdır. Beylik-serflik ilişkisi, eve kapatılan kadın üzerinden stajını tamamlamış “reis”, toprak ve aile ilişkisiyle bunu ekonomik ve sosyal bir modele dönüştürür. Bu dönemde aile yapısı, ekonomik sistemin ve sosyal statülerin doğrudan bir yansımasıdır. Toprak ağalığına dayanan, geniş aile formunu toprak genişliğine göre büyütmeyi amaçlayan bir aile yapısıdır. Bu formun da temelde dayanağı, kadının aileye hapsedilmesinin önüne geçmez. Feodal aile modeli, günümüze kadar canlılığını koruyan kültürel ve politik gücünü ailevi çıkarları doğrultusunda ortaya koymaktadır. Bu aile modeli, mevcut hâliyle Kürdistan’daki temel aile modellerinden biridir. Gelişen çağ koşullarına, tüm asimilasyon politikalarına karşı kültürel ve zaman zaman ulusal bir direniş geleneği bu aile formunda gelişkindir. Özellikle bir rejim olarak imparatorluklar dönemi ile beraber gelişen saldırılar karşısında, bu aile formu bir direniş geleneği yaratmış; parçalanan, asimile edilen, sürgünle, süngüyle yok edilmeye çalışılan Kürdistan gerçekliğinde isyan ve itirazların beslendiği yer olmuştur. Hanedanlık formuyla paralellik gösteren bu toplumsal yapı, nüfus yoğunluğu olan, kendi içinde yatay liderler barındıran; yeri gelince aşiret liderinin, başının yer değiştirdiği bir yapıdadır. Günümüzde de bir toplumsal form olarak varlığını sürdürse de kültürel, ulusal, politik tutumunu ve dokusunu yeteri kadar form bütünlüğü içerisinde koruyamamaktadır. Bunun nedeni, yer yer tarikatlarla, cemaatlerle, farklı siyasî odaklarla kurulan ilişkilerdir. Bu ilişkiler, milyonları bulan aşiret yapılarında, belki de Kürt ve Kürdistan gerçekliğini parçalamada atılan adımların ilk yönelim alanı olmuştur. Dört parça üzerinden ifade edilen bir parçalanma realite olsa da esas bölünme, bu geniş yapılı aile kültürünün din, siyaset ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda işbirliklerine açık olmasında yatar.

Kürde müdahale, aşiret formunun dokusuna müdahale ile başlar; Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesiyle farklı bir eşiğe, toplumsal kırılmaya evrilir. İmparatorluk düzeninden ulus-devlet rejimine geçişle beraber toplumsal formlar da buna göre şekillenmeye başlar. Her aşiret yapısı, dört parçaya ayrılmış Kürdistan gerçekliği ile beraber; gerek Arap ulus-devletleri, gerek Türk ve Fars ulus-devletleri eliyle farklı politik yönelimlere açık hâle gelmiş, her parçada oluşan rejim yer yer işbirliklerine çekilmiş, yer yer de çoklu katliam politikalarına maruz kalmıştır. Burada açığa çıkan temel nokta, aşiret yapılarının ekonomik ve toplumsal gücünü, basit ailevi çıkarlar doğrultusunda devlet yapılarıyla uzlaşarak ulusal çıkarlar ve mücadeleler açısından gerekli direnişi göstermemeleridir. Bu açıdan Bedirhanlardan Barzanîlere kadar gelişen ulusal mücadelelerde son kertede açığa çıkan ailesel çıkarların yarattığı imkânlarla ulusal birlik adına yeteri kadar mücadele verememe ve az olanla yetinme hâli, bugün Kürtlerin içinde bulunduğu parçalanmaya karşı bir birlik hâli yaratmamaktadır. Mesele sadece ulusal birlik adına atılamayan adımlar değildir; feodal gurur ve onurun gerektirdiği biçimde toplumsal ahlaka olan saldırılar karşısında yeterli ve gerekli tepkiyi de verememektir. Sayın Öcalan’ın basına yansıyan son değerlendirmelerinde, özellikle aile eliyle katledilen Narin Güran’a dair vurgular oldukça çarpıcıdır. Tüm ülkenin seferber olup gündem hâline getirdiği bu katliam karşısında ailenin tutumu, mahkeme sürecindeki örgütlü kötülüğü hakikaten sosyolojik ve siyasî olarak incelenmesi gereken bir durumdur. Tüm köyün ifadesinin alındığı, ailenin çeperinde yer alan ve çalışan birçok kişinin soruşturmaya alındığı bu olayda dikkat çeken esas nokta, ailenin hem kendi içinde hem de dışında oluşturduğu biat ve itaat kültürüdür. Bir annenin evdeki kapatılma hâlinin, kendi evladı yani sevdiği çocuk karşısında sergilediği ya da bunu sergilemeye zorlandığı tüm davranışlar, ailenin geldiği düzey ve taşıdığı toplumsal nüfuz ile doğrudan bağlantılıdır. Güran ailesi şahsında açığa çıkan temel nokta, söz konusu ailenin çıkarı olduğunda çok sevilen, ardından ağıtlar yakılan bir kız çocuğunun katledilmesinin ardında taşıdığı ahlaki değerler yitimidir. Feodal, dinî, geleneksel kodları bile aşan bu yaklaşımın temelinde, kutsal ailenin itibarı için yapamayacağı şey yoktur. Kutsanan aile, kutsal olanı bile –yani çocuğu– kendine kurban etmekten çekinmeyerek, annenin zora dayalı rızasıyla bu katliamı örtbas etmiştir.

Yine Amed’de, “dağa kaçırılan” çocukları için oturma eylemi yapıp çocuğunun geri gelmesine vesile olan baba Faik Uçakan, kendi elleriyle getirdiği kızını iki defa evlendirerek, günün sonunda kendi elleriyle katledip kutsadığı aileye gömmüştür. Krizler üreten aile yapısı, kendi içinde failler ve katiller üreten bir zemine dönüşerek yozlaşmış yapısıyla bugün de çırpınmaya devam etmektedir.

Uygarlık tarihi, kapitalizm süreciyle beraber sürekli krizler üreterek kendini sürdürme; varlığını sindirme politikalarıyla kendine bağlı birimleri çıkarları doğrultusunda güncellemeye devam eder. Klandan kabileye, kabileden aşirete, aşiretten hanedanlığa ve günümüzde çekirdek aileye kadar tüm uygarlık krizleri, kendi zihin dünyasına özgü modeller oluşturdu. Krizlerle ekonomik, siyasal ve ahlaki yapıları altüst eden ve buna rağmen üste çıkmayı başaran bu sistemi temelde ayakta tutan nedir? Kendi içinde başkaldırının da ilk mekanı ve organizasyonu olan aile gerçekliğini buradan çözümlemek önemlidir. İlk toplumsal birlik ve birliktelik olan komün formunu ve işlevselliğini koruyan klan yapısı, günümüzde neden yozlaştı? Her dönemin modernitesine göre form değiştiren ama zihniyet olarak reislik, şiddet, biat, itaat, mülkiyet kültüründen taviz vermeyen bu yapı, bugün kendini sürdüremeyecek düzeye gelmiştir. Sürdürülemez olan bu yapının çıkar odaklı, işbirlikçi formu; kendine kurban üreten, aileden olanı katletmeyi kendine reva gören, bunun karşısında duranları düşman ilan edip savunuculuk yapanı, itiraz edenleri tehdit eden bir yapıya dönüşmüştür. Bu aile yapısı, kendi değerlerine karşı savaşanların kaydığı yerden kendini sürdürülebilir kılmaya çalışmaktadır. Toplumsal değerlere karşı kontralaşmış bu toplumsal doku, güncel olanın tarifiyle yozlaşmış bir komün olma esprisine yakındır. Kendi kendini tüketen, toplumsal ve sınıfsal gerçekliğini dar çıkarlarına göre gözden çıkaran bu yapı, sürekli işbirliğine açıktır.

Sonuç olarak tarihsel diriliği ve güncelliği göz önünde bulundurulduğunda, “ailenin” sürekli krizler üreten gerçekliği ile uygarlık krizleri arasındaki paralelliği dikkate alarak bu kanserli hücreden demokratik, paylaşımcı, özgürlükçü bir yapı oluşturmak mümkün müdür? Yozlaşmış karakterine ahlaki dokunuşları katarak bir dönüşüm sağlama iddiası taşıyabilir mi? “Öz”ü gür eş yaşam dinamiğine dönüştürmek, onun mayasını değiştirebilir mi?

Bu sorular ışığında yaklaşım geliştirmek, çağın ihtiyaçları ve gerçekliği karşısında önemini korumakta; değişim arayışını ve araçlarını daha da elzem kılmaktadır.

Etiketler: AileDemokratik AileDevletKadın DayanışmasıKadın MücadelesiÖzel MülkiyetSayı 121
Önceki İçerik

Demokratik Toplumu Düşünürken; Kuram-Eylem Olarak Sivil İtaatsizlik ve Kadınlar*

Sonraki İçerik

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Sonraki İçerik
Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.