Ülkesi için güzel şeyler yapmak isteyen biri ya da birileri ödediği bedelin, Orta Doğu’da halklar ve inançlar şahsında, her şeyiyle ortaya koyanların temsiliyetini ifade etmektedir. İyi ve güzel şeyler bencil ve kıskanç Olympos tanrılarının istemedikleri şeylerdir
Sisyphos’un ibret veren, aynı zamanda yüreklere korku salan cezasını bilmeyen yoktur. Sonsuz bir döngü: Umut-umutsuzluk, sabır- sabırsızlık, inanç-inançsızlık vb. günümüzün yakıcı gerçeklikleri içerisinde birçok insanın araf misali gidip geldiği paradoksal yansımalar. Sisyphos aslında tanrılara rağmen kendi ülkesinin barışını sağlayan, buna cüret eden bir kraldır. Elbette barış ve huzur, bencil Yunan tanrılarının hoşuna gitmez çünkü kendilerine yüklenen bu misyonu, bir ölümlü gerçekleştirmiştir. Bu tarihi iktidarsal bilinçle hemen devreye girerler ve zavallı Sisyphos ülkesine getirdiği barışın bedelini, her gün dik bir yamaçtan büyükçe bir kayayı zirveye çıkarma cezasıyla öder. Ancak kurnaz tanrılar işi psikolojik işkenceye dönüştürür. Tam yukarı çıkarmanın mutluluğunu yaşarken, kaya tekrardan aşağı, olduğu yere geri yuvarlanır. Sisyphos her seferinde kayayı tekrar tekrar yukarı taşımak zorundadır. Bu döngü bu şekilde devam edip gider.
Paradoksların temelinde belirsizlik yatar, amaçsızlık ve dolayısıyla inançsızlıktır. Kadınlara ve halklara dayatılan en büyük cezalandırma yöntemidir. O kadar sinsidir ki bazen bunu anlamakta bile zorluk çekilir. Sanki yaşananlar doğal veya bir kader gibi algılanır, ona göre de bir eylemsizlik hatta düşünememe hali ortaya çıkar. Oysa insan doğası yaşama tutunma üzerine kurulu kodlar ile oluşturulmuştur. Her canlının özsavunması vardır. İnsan türünün özsavunması ise düşünme ve yaratma gücüdür. Bunun anlamlı hale gelmesi de ahlaki ve politik toplumsal doku, inşalar ile somutluk kazanır. Tüm bunlar da insanın yaşam karşısında sorgulama ve kendini var kılma ihtiyacı ile şekillenmiştir. Düşünce olmadan yaratım olmaz. Yaratım da belirli bir amaç ve inanç ile eyleme kavuşursa anlamlı hale gelir. Hepsi birbirine hayati bir bağ ile bağlıdır. Bu nedenle de sabır, umut ve eylem sahibi olmak kadim bir direniş geleneğidir. Yürütücü güç, her zaman ve koşulda bu öz üzerine şekillenir. Orta Doğu gibi binyılların yorgunluğunu, çelişki ve gerici yanlarını trajik şekilde yaşayan bir coğrafyada yeniden insan olarak onurlu bir kimliğin sahibi olmak, bunun için her şeyini ortaya koymak bahsettiğimiz doğa ile bütünlüklü tarihsel birikimin modern direniş tarzıdır.
Sisyphos’un cezası, tüm bir tarihi süreci özetlerken aslında bugüne de ışık tutacak nitelik taşır. Ülkesi için güzel şeyler yapmak isteyen biri ya da birileri ödediği bedelin, Orta Doğu’da halklar ve inançlar şahsında, her şeyiyle ortaya koyanların temsiliyetini ifade etmektedir. İyi ve güzel şeyler bencil ve kıskanç Olympos tanrılarının istemedikleri şeylerdir. Her toplumsal ilerlemenin önünü alma, sürekli yıkma hali de bu gerçekliği ifade eder. Bir şey olacaksa da bunu onlar yapmalıdır! Onlar yapmalı ki kendi çıkarları, gücü ve iktidarları korunmalıdır! Toplum üzerinde oluşturmaya çalıştıkları korku ve itaat kültürü devam etmelidir! Etmelidir ki onlar da hep var olmalıdır! Sisyphos’un sabrı her gün yeni bir umut ile doğar. Tanrıların yegane gücünü elinden alarak onları işlevsiz kılması ise onun en büyük başarısıdır. Aldığı ceza, ödediği sonsuz bedele karşın ülkesi için yaptıkları onu ölümsüzleştirecektir. Belki de Olympos iktidarının korktuğu şey de budur.
Savaş gerçekliğinin tüm yıkıcılığı ile devam ettiği bugünlerde kuşkusuz en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey sabır ve umut olacaktır. İlk iktidarsal oluşumlardan, ilk kadın kırımından bu yana insanlık tarihi bunlarla baş etmenin yollarını arayıp durmuştur. Hiçbir zaman, insanlık değerlerinin yok olmasını kabul etmemiş, bunun için mücadele etmiştir. Sabır ve umut Orta Doğu halklarının, kadınlarının mayasıdır. Her şeye rağmen lanetli kılınan bu topraklarda kendi varlığını korumak, bu muhteşem direniş kültüründen kaynağını almaktadır. Sisyphos’un sabrının temsiliyetini Orta Doğu coğrafyasının kök hücrelerinde aramak bu nedenle önem taşır. Her mitolojik anlatı aslında bize toplumsal bir gerçekliği yansıtır. İçerisinde tüm bir yaşamın öncesine ve sonrasına dair derin izler barındırır. Başkaldırının kendisinin yeterli olmadığı, bazen amaç için ödenecek tüm bedelleri göze almayı da işaret eder. Bu bir direniş kültürüdür. Gücü kendi eline alma, irade olma ve kimlik kazanmaktır. Tüm bunları yaparken de neler ile karşılaşacağımızın bilinci ile eylem sahibi olmak, zorlu koşullarda bile ayakta kalma iradesini oluşturacaktır. Dolayısıyla da topyekün bir saldırı altında bile direniş geleneğinden kopmayan, ihanet ve kahramanlıkların at başı gittiği Kürdistan coğrafyasındaki tüm halkların, ortak emek ve çabasıyla, umuduyla inşa ettikleri demokratik ve özgür yaşam arayışının hiç bitmemesi de bu gerçeklik ile bağlantılıdır. Burada asıl olan sabır, umut ve eylem sahibi olmaktır.
Direniş kültürünün temel aktörleri de dün olduğu gibi bugün de kadınlardır. Ahlaki ve toplumsal her direnişin, her başkaldırının temelinde kadının tarihsel birikimi ve toplumsal doğası vardır. Özcesi her toplumsal devrim bir kadın devrimidir. Kadının olmadığı hiçbir oluşum, hareket ya da düşünce başarı sahibi olamaz. Bundan dolayıdır ki demokratik ve komünal yaşama dair her saldırıyı aynı zamanda kadın aklına, kadın yaratımlarına yönelik gelişen saldırılar olarak okumak, bunun cinsiyetçi analizini yapmak hakikati görme noktasında temel bir başlangıç olacaktır. Savaş ortamlarında kadına yönelik katliamlar, tecavüzler ve göçertme durumlarını da bu doğrultuda ele almak gerekmektedir. Kürdistan’da yürütülen sıcak savaş ve özel savaş politikalarının öncelikle kadına yönelik olması, kadının toplumsal mücadeledeki öncü misyonu ve eril düşüncenin kadınlar şahsında yürüttüğü halk düşmanlığı ile bağlantılıdır. Bu nedenle de sabır, umut ve eylem denilince tarih boyunca en çok ezilen, katledilen, her şeyi ile aşağılanan kesim olarak kadınların akla gelmesi gerçekliğin kendisidir. Olympos tanrıları misali etrafını saran eril tahakküm sisteminin tüm tahribatlarına karşın kadim bir sabır ve birikimle kendi varoluşunu tamamlamak, özgürlük ile taçlandırmak için; tarihin hiçbir döneminde insanlık onurunun bu kadar ayaklar altına alınmadığı bir çağın öncüleri olmuşlardır.
Sisyhpos’un umudu ve sabrının yeni yüzyılda karşılığı; her şeyin ilk başladığı yerin, Orta Doğu ve Kürdistan halkının, kadınların umudu ve direnişi olmaktadır. Kaçınılmaz bir hakikat olarak artık denilebilir ki, hiçbir başkaldırı bu kadar anlam bütünlüğüne sahip olmamıştır. Kadınlar hiçbir çağda özgürlüğe bu kadar yakın olmamıştır. Çünkü bizlere Sisyphos’un döngüsünü dayatan tanrılara karşı, bu döngüyü paramparça ederek, anlamlı ve eylemli kılacak modern, politik tutum ve duruş artık mevcut olmakla birlikte, yaşamsallaştırılmaktadır. Ve kuşkusuz artık hiçbir tanrının bunu yok etmeye gücü yetmeyecektir.
Sonuç olarak; her koşulda umudu büyütmek, fiziki-zihni inkarlara karşı koyacak güce ve inanca sahip olmak, biz kadınların, halkların en büyük silahıdır. Umut bu topraklarda ekilen ilk tohumdur. İnsanlığın ekmeği, ilk temel gıdasıdır. “Tarih şimdidir” derken işaret edilen yakıcı ama bir o kadar da umut veren gerçeklik de tam olarak bu olmaktadır.