Umut varsa mücadele de vardır. Her dönemde olduğu gibi, bu mücadelenin ön saflarında kadınlar yer almıştır. Kadınlar, özgürlük mücadelesini umutla harmanlayarak büyütmüştür. Herkesin sustuğu zamanlarda bile umudu kaybetmeden direnişi toplumsallaştırmıştır
İnsan ruhunun temel taşlarından biri olan umut, bireyin varoluşsal mücadelesinde bir pusula, itici güç ve bazen de sığınak işlevi görür. Umut, insan ruhunun karanlıkta ışık arayışı, yıkımın ortasında yeniden doğuş umudu ya da imkânsızın peşinden koşan bir yaşam tutkusudur.
Bu güçlü duygu, Nâzım Hikmet’te çoğu zaman bir özgürlük ve kolektif dayanışmadır; “tek ve hür” birey, “orman gibi” toplumla anlam bulmaya davet edilir. Edebi metinlerde Pollyanna’nın saf iyimserliğiyle eleştirilse de Kafka’nın karanlığında bile çıkış arayan dirence dönüşür. Nietzsche, umudu kimi zaman gerçeklikten kaçış, bir kandırma olarak görse de ölümlü yaşamda varoluşa “evet” diyerek onu yeniden kurma ihtiyacı hisseder. Umudu, totaliterliğe karşı ortak geleceği mümkün kılan politik bir eylem gücü olarak gören Arendt de son derece haklıdır. Çünkü umut, ancak bu şekilde bireysel duygudan toplumsal dönüşüme taşar, uzanır.
En nihayetinde umut, insanı harekete geçirir, ona dayanma gücü verir ve en karanlık anlarda bile bir olasılıklar ufku sunar. Bu ufkun yaşamla bütünleştiği ve belirginleştiği yer, kadın deneyimi olmaktadır. Kadın ve umudu birlikte düşünmek gerekiyor. Biri hakikatin yükünü sırtlayan pratik, diğeri o yükün geleceğe bakan formudur. Kadınların umutla bağı, en zor zamanlarda bile özgürlüğe kapı aralar. Tarihsel, toplumsal ve yaşamsal bağlamda ele alındığında, kadınların umut mücadelesi en kaotik süreçlerde bile bir çıkış yolu bulmuştur. Umut ile özgürlük arasındaki güçlü bağ, her türlü zorluğa rağmen inançla yoluna devam eder. Çünkü kadının umudu, yaşamı yeniden kurma cesaretidir.
Umut varsa mücadele de vardır. Her dönemde olduğu gibi, bu mücadelenin ön saflarında kadınlar yer almıştır. Kadınlar, özgürlük mücadelesini umutla harmanlayarak büyütmüştür. Herkesin sustuğu zamanlarda bile umudu kaybetmeden direnişi toplumsallaştırmıştır.
Bir yıl önce, belki de kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerden, Devlet Bahçeli’den Kürt sorununun demokratik çözümü için bir çağrı geldi. Bu çağrıya Sayın Öcalan karşılık vererek, sorunun demokratik ve toplumsal çözümü için büyük bir umut doğurdu. İlk günden bu yana TJA, bu sürece sahip çıkmış, barış ve demokratik toplumun inşası için mücadelesini büyüterek sürdürmüştür.
TJA, 25 Eylül’de Amed’de bir deklarasyonla “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” şiarıyla başlattığı yürüyüşü, 1 Ekim’de Amed’den Ankara’ya taşıdı. Kadınların umut ve özgürlüğü bir arada vurgulaması, sürecin yavaş ilerlemesi ve Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne hâlâ kavuşamaması gibi temel gündemlerden kaynaklanıyor. “Umut” sözcüğünü yalnızca yasal bir hak olarak değil, kadınların, gençlerin ve halkın özgürlüğüyle bağını kurarak ele almak, bu eylem açısından en doğrusudur. Çünkü elli yılı aşkındır süren mücadele, Kürt halkı için bir yeniden diriliş ve yaşam umudu olmuş, tıpkı yüzyıllardır suya kavuşmayı bekleyen çorak bir toprak gibi öz varlığına kavuşmuştur. Bundan kaynaklı özgürlükten bahsedeceksek, kadınlar ve halk için ya topyekûn olacak ya da olmayacaktır.
Kadınlar, yeni bir şafağın eşiğinde olduğumuzu ve bunun halklar için anlamını bilerek bu yürüyüşü başlattı. TJA, Kürt kadın hareketi olarak on yıllardır devlet nezdinde kriminalize edilmiş, baskı ve şiddet politikalarıyla karşı karşıya kalmıştır. İsmi, bayrağı ve eylemleri suç sayılmış, bastırılmıştır. Eğer özgürlüğe olan umudu bu kadar büyük olmasaydı, dünya devrim tarihinde pek çok örnekte olduğu gibi saldırılar karşısında gücünü kaybeder, direnemezdi. İşte tam da bu noktada, Sayın Öcalan’ın kadın özgürlük paradigmasına sıkı sıkıya sarılarak bu engelleri aştı. Bu nedenle kadınların Sayın Öcalan’la kurduğu bağ, sarsılmaz bir bağdır.
Yürüyüş, uğradığı her durakta büyük bir coşku ve moral yaratmış, sürece dair kadınların ve halkın duygu ve düşüncelerine tercüman olmuştur. Umutla barışa ve özgürlüğe giden yolu açmak için ortak mücadele hattını güçlendirmiştir. Gidilen şehirlerde, yürünen yollarda, çalınan her kapıda komünal yaşamın teşisini eğirerek sevinci, acıyı, direnişi ortaklaştırmıştır. Kadınların zılgıt sesleri sadece yürüdükleri yerle sınırlı kalmamış, dünyanın birçok yerindeki direnen kadınlara ulaşmış, onlar da yüreklerinden süzülen namelerle seslerini yürüyüşçülere ulaştırarak selamlamıştır.
Sayın Abdullah Öcalan, “Umut, zaferden daha değerlidir.” sözü, umudun insan yaşamındaki dönüştürücü gücüne vurgu yapar. Zafer geçici ve somut olabilir, ama umut sürekli bir mücadele kaynağıdır. Umut, insanın anlam arayışını ve kararlılığını ifade eder; zafer ise bunun yalnızca bir parçasıdır. Umut, yaşanmaya değer olunan hayat kısmıdır.
Yunan mitolojisinde Pandora’nın kutusu açıldığında dünyaya tüm kötülükler yayılır, geriye sadece umut (Elpis) kalır. Elpis, umut tanrıçasıdır. Bugün, aradan bin yıllar geçse de onun ardılları, umudu özgürlüğe dönüştürmek için yollara düştüler. Özgür, eşit ve ortak bir gelecek kurulana kadar, bu inançla yürümeye devam edeceğiz…