Hem Zapatista topraklarındaki kadınlar hem de Rojava’daki kadınlar, verdikleri mücadelenin gururu ve özgüveni ile mücadelelerine devam ederken patriyarkayı tamamen yıkmak için daha çok yolumuz var diyorlar… Öyleyse yolumuz açık olsun…
Bir ülkenin merkezi bütçesi o ülkedeki siyasi iktidarın sınıfsal tercihlerini gösterdiği gibi aynı zamanda kadın ve erkek söz konusu olduğunda kimin tarafında olduğunu da gösteriyor. 21 Aralık’ta iktidarın oyları ile kabul edilen 2025 Merkezi Yönetim bütçesi de bize bu bütçenin; sermaye yanlısı, savaştan tarafa ve kadınların yok sayıldığı bir bütçe olduğunu bir kez daha gösterdi.
Oysa kadınlar çok uzun süredir toplumsal cinsiyet eşitliği esasına göre, cinsiyetçi işbölümünün ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir bütçe için mücadele ediyorlar.
Yerleşik toplumsal cinsiyet rollerini sosyoekonomik sistemin yapısal özelliklerine rağmen dönüştürmeyi hedefleyen, köklü sistemsel dönüşümü mümkün kılan politikalardan bir tanesi de toplumsal cinsiyet esaslı bütçe mücadelesidir.
Ne yazık ki son kabul edilen merkezi bütçede toplumsal cinsiyet kavramı hepten inkar edildiği gibi, kadınların güçlendirilmesi şöyle dursun, sürekli ailenin güçlendirilmesi vurgusuyla donanmış bir metin olarak tarihe geçti. Kadını devletin, erkeğin himayesinde, bağımlı bir varlık olarak tanımlama politikaları bütün bütçe metninin neredeyse tamamına yayılmıştı. Şöyle ki:
“2025 bütçesi 22 yıllık AKP iktidarlarının daha önceki bütçeleri gibi toplumsal cinsiyet esaslı bir bütçe değildir. Kadın cinayetlerinde rekor artışlar yaşanırken, kadına yönelik şiddetin önlenmesi talebi için ülkenin dört bir yanında kadınlar sokağa çıkmışken, iktidarın Meclis’e sunduğu bütçede “ailenin korunması ve güçlendirilmesi” için 16 milyar 666 milyon 881 bin lira, ‘kadının güçlendirilmesi’ için ise 5 milyar 941 milyon 139 bin lira ayrıldığını görüyoruz. 2025 Bütçesi’nde “kadının güçlendirilmesi” için ayrılan pay, toplam bütçenin on binde 3’ü kadardır. Merkezi yönetim bütçesinin dağıtıldığı 67 program arasında ailenin korunması 41’inci sırada, kadının güçlendirilmesi ise 57. sırada yer almaktadır. ‘Kadının güçlendirilmesine’ ayrılan bütçe ‘turizmin geliştirilmesi’, ‘ölçme, seçme, yerleştirmeden’ sonra geliyor. Ayrılan bütçeyi kadın nüfusu ile karşılaştırdığımızda bir kadına yıllık yaklaşık 139,3 TL, günlük ise 38 kuruşluk bir bütçe düşüyor.”[i]
Kadınların bütçeden aldığı pay her yıl biraz daha azalırken silahlanmaya ayrılan pay, diyanete aktarılan meblağ sürekli artırılıyor. Diyanet İşlerine kadın ve aileyi korumak için dinî rehberlik işleri verildiğinden beri gizli kapaklı yürütülen anlaşmalarla, hem Millî Eğitim Bakanlığındaki protokollerle hem de Aile Bakanlığı protokolleriyle Diyanet İşlerinin insafına bırakılıyor kadınlar. Ayrıca sadece 4-6 yaş Kur’an kursu için Aile Bakanlığı bütçesinden Diyanete aktarılan pay tam 43,1 milyon! Farklı projeler nedeniyle yine aile bakanlığı bütçesinde diyanete aktarılanları da eklersek 70 milyona varıyor kadınlardan çalınan miktar. Üstelik Diyanet İşlerinin bütçesi 6 bakanlığın bütçesinden daha fazla olduğu halde yetmiyor, Aile Bakanlığı bütçesinden, Eğitim Bakanlığı bütçesinden de pay ayrılıyor. Bu bütçe döneminde gördük ki iktidar tüm bakanlıklarıyla, diyanetiyle kadınların emeğine göz dikmiş, tüm kurumlarıyla LGBTİ nefretini körükleyip varoluşlarına saldırırken kadınları aileye kapatmayı hedeflemiştir.
Özetle Kadınları esnek, güvencesiz çalışmak zorunda bırakan; hane içindeki emeğine karşılıksız el koyan, kadının emeğini, kimliğini yok sayan, kadınları erkek şiddeti karşısında korumasız bırakan, kamusal anadilde hizmeti suç sayan bu iktidarın bütçesi ayrımcı, inkarcı ve cinsiyetçi. Dolayısıyla, bu bütçede kadınlara vadedilen hiçbir şey yok.
Aslında AKP aileci politikalar kapsamında hemen her yıl ‘en az 3 çocuk, boşanmaların zorlaştırılması, evliliğe teşvik, kürtajı yasaklama girişimleri’ gibi, kadını eş ve annelik dışında yaşamda bağımsız bir kişi olarak varoluşunu yok sayan engelleyen kampanyalar başlatıyor.[ii] Ayrıca çalışma yaşamında “aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma” adı altında cinsiyetçi işbölümünü kalıcılaştıran, istihdamda kadın emeğini değersizleştiren düzenlemelerini sürekli güncelliyor. 2013 yılında Feminist Politika dergisinin 18. sayısındaki şu satırlar AKP iktidarının bu konudaki ısrarını gösteriyor:
“2008’de üç çocuk dayatmasını gördük. 2008 yılında yürürlüğe giren SSGSS yasası ile kadınlar ya babaya ya da kocaya bağımlı olarak aile içinde yaşamaya mahkûm edildi. Derken bakanlığın adından “kadın” çıktı. Bunları aile ve ev kadınlığı eğitim programları, kürtajı yasaklama denemeleri ve yeni kürtaj düzenlemeleri izledi. “Aile ombudsmanlığı” düzenlemesiyle boşanmak isteyen kadınlara yönelik bir engelleme mekanizması başlattı. Son dönemde art arda gelen haberler, artık evlilik ve aile kıskacının iyice daraldığını gösteriyor: Boşanmaların rapora bağlanması, evlenen öğrencilerin kredi borçlarının silinmesi, 25 yaşından küçük evli çiftlere verilecek krediler, “kızlı erkekli” yaşayan evlere başbakanın tek sözüyle yapılan baskınlar…”
Ancak iktidarın her koldan kadınların kazanımlarına saldırıları artarken feminist mücadele, savaşa karşı mücadele, erkek şiddetine karşı mücadele tüm dünyada olduğu gibi bu topraklarda da yükseliyor.
Tayyip Erdoğan ‘en az üç çocuk dayatması’nı ilk defa 2008’de ifade etti, aradan 17 yıl geçti, ne yapsalar hedeflerine ulaşamadılar. Kadınlar artık sadece aile içinde tanımlanmaya, erkeklerin ve devletin varoluşları üzerinde tahakküm kurmalarına hayır diyor, ‘makbul kadın’ olmaya itiraz ediyor. Nitekim şiddet yuvası haline dönen evlilikler kadınlar tarafından sonlandırılıyor, doğum oranları gittikçe düşüyor. 13 Ocak’ta, 2025 Aile Yılı tanıtım toplantısında Tayyip Erdoğan ve Aile Bakanı Mahinur Göktaş’ın söyledikleri iktidarın bu politikalarının iflas ettiğinin de itirafı aslında. Evlilikleri teşvik için kredi vaadinin aynı zamanda borçlandırma anlamına geldiği çok açık, çocuk yardımı diye ifade ettikleri miktarlar çocukların iki günlük masrafını bile karşılamıyor. Zaten kadınlar artık sadece anne, sadece eş olarak tanımlanmak istemiyor; her türlü ilişkide eşit özgür saygın bağımsız bir birey olarak tanınmak istiyorlar. Bu nedenle de bu politikaları da işe yaramayacak olmasına rağmen, kadınların bedenleri üzerinde devletin ve erkeğin denetim kurmalarını meşrulaştırarak erkek şiddetini artırma riskini artıracağı oldukça aşikar.
Asgari Ücret Feminist Bir Meseledir…
Patriyarkal kapitalizmin; toplumsal, siyasal, ekonomik yaşamın erkekler ve sermaye lehine muhafazakar kodlarla dizayn etme politikalarının bir başka veçhesi ise istihdam ve ücret politikaları.
Asgari ücret, aile ücreti gibi kavramların tarihsel arka planında işgücünün yeniden üretimi sorununa çözüm bulma ve tabii ki 1830’lerden 1860’lara kadar tüm Avrupa’da köklü değişimlere neden olan sınıf mücadelelerinin kazanımları saklıdır.
Kadınların bağımsız bir kişi olarak toplumsal yaşamda varolmasının aileyi tehdit ettiği fikrinin hemen hemen her tarihsel kesitte erkekler tarafından öne sürüldüğünü biliyoruz.
1847’de İngiltere parlamentosunda çalışan kadınların mesai saatleri üzerine tartışmalar sırasında şuna benzer görüşler sürekli kürsülerden dile getiriliyordu;
“Kadınlar çalışmakla kalmıyor, erkeklerin yerlerini işgal ediyorlar; çeşitli kulüp ve dernekler kuruyor, erkek cinsine düşen imtiyazları yavaş yavaş ele geçiriyorlar.”
1867’de Çocuk İstihdam Komisyonu toplantısında ise şöyle söyleniyor.
“Sabah sekizden akşam beşe kadar çalıştırılan (evli kadınlar) eve yorgun ve tükenmiş olarak dönmekte, haneyi rahat edilir hale getirmek için daha fazla çaba göstermek istememektedir. Erkek eş eve döndüğünde içeride rahat edemez, ev pistir, yemek hazırlanmamıştır, çocuklar yorgun ve kavgacı, eşi ise pasaklı ve kederlidir; evi o kadar nahoştur ki meyhaneye gidip ayyaş olmaktan başka şansı kalmaz.”[iii]
Üzerinden iki yüzyıl geçmesine rağmen erkekler aynı öfkeyle benzer konuşmaları TBMM kürsüsünden de büyük bir rahatlık ve pervasızlıkla yapabiliyorlar.
Hepimizin çok iyi bildiği gibi sadece iktidar yanlısı zeminlerde olmuyor tabii ki böyle tartışmalar. O dönemde Enternasyonel İşçiler Birliği’ne üye kadın işçiler oy kullanma hakkı, eşit ücret, serbest aşk, ev içi kölelik, birlik içindeki erkek egemenliği üzerine hararetli tartışmalar içindeydi. Bizim için hiç şaşırtıcı olmayacak biçimde bu yüzden sık sık birlikten ihraç edilmeleri isteniyordu.
Aradan iki yüzyıl geçti ama hala kapitalizmin ve patriyarkanın ihtiyaçları doğrultusunda bir toplumsal yaşam iktidarlar tarafından kadınların hayatları pahasına inşa edilmeye çalışılıyor.
Hele kriz dönemlerinde kadınların omuzlarındaki yükü artırdıkça artırıyorlar. Bugün Asgari ücretin artık ortalama ücret haline gelmesinin, halk kesimlerinin büyük çoğunluğunun açlık sınırı altında bir gelire mahkum edilmesinin hiç kuşkusuz kapitalizmin çoklu krizi ile doğrudan bağı var. Kapitalizm kendi krizlerini daima savaşçı, sömürgeci politikalarla ve aileyi yücelterek aşmaya çalışmıştır. Bugün de AKP iktidarı benzer biçimde içinde bulunduğu krizi sömürgeci savaş politikaları ve ailenin güçlendirilmesi ile kadın ve çocuk emeğine el koymayı meşrulaştırma politikaları ile aşmaya çalışıyor.
Aralık Feminist Kolektif’in ücret politikaları üzerine yaptığı değerlendirmelerde yazdığı gibi:
“Asgari ücret feminist bir mesele. Çünkü ücretli emek piyasasına dahil olan kadınların çoğu asgari ücret bandında veya altında ücret alıyor. Asgari ücretin “zorunlu ihtiyaçlara” dahi yetmediği bu düzende, gündelik hayatın devam etmesi için hem kadınlardan güvencesiz işlerle hane gelirine dahil olması hem de ev içindeki tüm yeniden üretim ve bakım sorumluluğunu, ne kadar artarsa artsın, kesintisiz üstlenmesi bekleniyor. TÜİK İşgücü istatistikleri 2023 yılında ev işleri nedeniyle iş gücüne dahil olamayan 9 milyon 330 bin kişinin %100’ünün kadınlar olduğunu gösteriyor. Bundandır ki devlet de sermaye de patriyarka da kriz zamanlarında aynı şeye sarılıyor: Ailenin güçlendirilmesi. Hem işçinin biyolojik olarak üretilmesi hem de ertesi gün tekrar işe gidebilecek şekilde yeniden üretiminin sağlanması için kadınların hane içerisinde ücretsiz bir şekilde çalışmasına ihtiyaçları var.”[iv]
Bir başka deyişle asgari ücretin belirlenme sürecinde kurulan pazarlık masasında da merkezi bütçenin hazırlanmasında da yalnızca işveren ve devlet değil patriyarka da masada yerini alıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı alan ve 8 mart 25 kasım eylemlerini gözaltı, baskı, işkence ve yasaklarla durdurmaya çalışan AKP-MHP iktidarı kamu spotları ile desteklediği “Büyük Aile Buluşması” gibi organizasyonlarla Lgbti+’ları hedefe koyup hem batı karşıtı hem de islami muhafazakâr bir retoriğin içinden gelirken, aynı zamanda küresel muhafazakâr “anti-gender” söylemi ile de paralellik gösteriyor.
Sonuç Yerine…
Patriyarkal kapitalizm tüm dünyada muhafazakarlıkla, dincilikle el ele hükümünü sürdürmeye çalışırken kökleri antik döneme uzanan kadın kurtuluş mücadelesi, eşitlik ve özgürlük talebiyle sınırları aşan bir kavga veriyor. Sermayeden, devletten ve erkeklerden bağımsız olarak örgütlenmenin biz kadınlar için hayati önemi aşikar.
Fransız devriminden Paris Komünü ve Sovyet Devrimi’ne kadınlar, devrim mücadelesi verdikleri her örgütlenmede ayrı bağımsız talepleri için kendi yoldaşları ile de mücadele etmek zorunda kalmıştır.
1789’da Fransız Ulusal Meclisinde okunan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne karşı, metinde geçen “insan” (homme) sözcüğünün yalnızca erkeği kastetmesi nedeniyle Olympe de Gouge 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımlar. Bilebildiğimiz kadarıyla kadınların siyasal ve toplumsal haklarını ifade eden bu ilk metinde şöyle sesleniyor Olympe:
“ERKEK[1], adil olma yeteneğine sahip misin sen? Bir kadın soruyor sana bu soruyu; en azından bu hakkını kenara atamazsın onun. Söyle bana? Sana kim verdi, benim cinsiyetimi ezen egemenlik hakkını? Gücün mü? Hünerlerin mi? Yaratıcıyı bilgeliğinde gözlemle; eğer cesaretin varsa yakınlaşmayı istediğin doğanın içinde tüm büyüklüğüyle şöyle bir gezin, senin baskıcı gücüne kaynak oluşturabilecek bir örnek bul bana.” [v]
Yine aynı tarihlerde İngiltere’den Mary Wollstonecraft’ın 1792’de yayınladığı “Kadın Haklarının Savunusu” adlı eserini de anmak gerekir.
O günlerden günümüze feministler patriyarkaya karşı bütünlüklü ve enternasyonel bir mücadeleyi ilmek ilmek örmeye devam ediyorlar. Mücadele tarihinin belli dönemlerinde sınıfsal eşitsizliklerin, sömürge topraklarında yaşananların, siyah, kahverengi, sarı deriye sahip olmanın, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle patriyarkanın farklı tahakküm biçimlerini farketmek, görünür kılmak için içeride de yoğun tartışma süreçleri yaşandı. Bu tartışmadan süzülen yeni kuramlar, pratikler köklü değişiklere neden oldu, olmaya devam ediyor. Kadın kurtuluş mücadelesinin aramızdaki eşitsizlikleri farklılıkları gören bir zeminde kolektif olarak yürütülmesi, enternasyonel feminist mücadeleyi bir başka düzeye sıçratan dalgalar halinde akıp günümüze kadar getiriyor.
Bu mücadelenin toplumsal yaşamın tüm hücrelerine kadar nüfus ettiğini biliyoruz görüyoruz.
Bütçenin, ekonomi politikalarının aslında toplumsal yaşamdaki güç eşitsizliklerinin ifadesi olduğu bizim için alenen ortada olan bir gerçek.
Ancak komünal ekonomi, topluluk ekonomisi ile inşa olan bir toplumsal yaşamda kadınların emeğinin değersizleştirilmediği, cinsiyetçi işbölümünün parçalandığı, kadınların eşit ve özgürce toplumsal yaşamın öznesi olduğu bir gelecek tasavvuru Zapatista topraklarında ve Rojava’da hiç olmadığı kadar yakın görünüyor.
Her iki coğrafyada da bunu mümkün kılan kadınların askeri, siyasal ve toplumsal her birimde bağımsız örgütlenmelere sahip olmasının yanında güçlü bir enternasyonel dayanışmanın varlığı aynı zamanda. Hem Zapatista topraklarındaki kadınlar hem de Rojava’daki kadınlar, verdikleri mücadelenin gururu ve özgüveni ile mücadelelerine devam ederken patriyarkayı tamamen yıkmak için daha çok yolumuz var diyorlar… Öyleyse yolumuz açık olsun…
[i] https://www.demparti.org.tr/Images/UserFiles/Documents/Editor/2024/dem-parti-2025-butcesi-muhalefet-serhi.pdf
[ii] https://sosyalistfeministkolektif.org/kampanyalar/sfk-kampanyalari/aile-disinda-hayatvar/kadınlarn-uecretli-uecretsiz-emek-k-skac-akp-nin-aile-politikalar-ve-yeni-muhafazakarl-k/
[iii] Ücret Patriyarkası, Silvia Federici, sel yay. 2022, s.111-112
[iv] https://medium.com/@aralikfeministkolektif/asgari-%C3%BCcret-feminist-bir-meseledir-7925eb8ce28d
[v] https://fksd.org.tr/2020/05/06/kadinin-ve-kadin-yurttasin-haklar-bildirgesi/yazilar/