Gelinen noktada Cumhuriyet’in yüzüncü yılında, patriyarkanın kaybettiği her mevziiyi almak için başlattığı ağır saldırılar karşısında, yüzbinleri sokaklara dökmenin yanı sıra evlerin içinde kadınların sürdürdüğü direnişle, siyasal etki alanını toplumun her kesimine yayabilen bir feminist hareket söz konusu
Türkiye’de özellikle 1960’tan itibaren devletin yapısını belirleyen egemen sınıflar arası ittifak, sanayi burjuvazisinin önceliklerine uygun biçimde işlerken, mülksüzleşme, köylülüğün çözülmesi, yığınsal bir işçileşme ve kent çeperlerinde gecekondulaşma başladı. Gecekondulaşma ile köyden kente göç eden ilk nesilde, kadınlar doğrudan ücretli emek gücüne katılmasa da sonraki nesil genç kadınlar, yaygın biçimde ya işçileşti ya da yükseköğrenim görmeye başladı. Bu dönemde klasik patriyarka aşınıp kadınlar gitgide daha yaygın biçimde yasal haklarından yararlanmaya başlarken, modern/kapitalist patriyarka nüfusun büyük bölümünde hegemonyasını inşa etti. 12 Eylül ile neoliberalizmin ilk temellerini atan 24 Ocak kararlarının hayata geçirilmesini mümkün kılan askeri darbenin, Türk İslam sentezini yukarıdan aşağı toplumu biçimlendirme siyasetinin yeni harcı yapmasına rağmen, 1983’te kürtajı serbest bırakması da aslında o yıllarda hâlâ sanayi sermayesinin ucuz kadın emeğini, ev dışında fabrikalarda istihdam etme ihtiyacından kaynaklanıyordu.
Bu toplumsal koşullar içinde Türkiye’deki ikinci dalga feminist hareketin 12 Eylül karanlığında ortaya çıkışı, özellikle sosyalist harekette hep kinayeli bir vurguyla telaffuz edildi. 80 sonrasında çoğu geçmişte ve o dönemde sosyalist hareketin kadroları arasında yer alan ilk feministler ise hem içinde yer aldıkları örgütlerdeki erkek egemenliğini hem de genel olarak özel alan başta olmak üzere hayatlarını sorgulayarak feminizmi inşa ediyorlardı.
Feministlerin kolektif olarak kendilerini ilk temsili Yazko bünyesinde yayımlanan Somut dergisinin 4. sayfasında 1983’te başladı. İlk grup bilinç yükseltme toplantıları yapıyordu. Bilinç yükseltme grupları ikinci dalga feminist hareketin en özgün örgütlenme deneyimiydi ve feministleşmenin keşfiydi bir anlamıyla. 1984 Mart’ında Kadın Çevresi yayınları kuruldu ve çeviriler yayınlanmaya başladı. Aralık 1986’da feministler ilk kampanyalarını örgütlüyordu. BM’nin Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin gerektirdiği iç hukuk düzenlemelerinin yapılması için yedi bine yakın imza toplanmış ve Meclis’e teslim edilmişti.i
8 Mart 1987’de Feminist dergisinin ilk sayısı yayımlandı. Feminist dergisi ilerleyen yıllarda radikal feminizmin yayını olarak anılıyor-yazarlarının (büyük) bir kısmı kendini radikal feminist olarak tanımlıyordu. 1987’den itibaren “kampanyalar” dönemi de başlamıştı. Bu kampanyaların ilki ve en bilineni Dayağa Karşı Kampanya’ydı. 17 Mayıs 1987’deki feminist yürüyüşte kadınlar ilk kez kendi belirledikleri bir gündemle ve kendi örgütledikleri bir eylemle sokağa dökülmüşlerdi.
1987’de İstanbul’daki Dayağa Karşı Yürüyüş’e ve Kariye Şenliği’ne katılan kadınlardan bazıları bu kampanyanın etkinliklerini Ankara’ya taşıdılar. Perşembe günleri yapılan toplantılar nedeniyle grubun adı Perşembe Grubu olarak anılıyor. Grubun daha sonra bir yayını oluyor ve 1988-1991 arası yayımlanıyor.
1989’da Ankara’da örgütlenen Feminist Hafta Sonu’nda ise feministlerin farklılaşmalarına rağmen birleştikleri bir metin olan ve ilerleyen yıllarda tarihsel belge olarak, feminist hareketin bir tür manifestosu sayılabilecek “Kadınların Kurtuluşu Bildirgesi”ii çıkıyor. iii
Mayıs 88’de Sosyalist Feminist Kaktüs yayımlanmaya başladı. SF Kaktüs ilk üç sayısında feminizm içi bir kuramsal ayrım çizgisi olarak sosyalist feminizmi belirginleştirirken, sosyalist hareket ile tartışmaya ayırdığı yer ile sosyalist kadınları feminist mücadeleye katma hedefini de (kendilerinin de belirttiği üzere) göstermiş oluyordu.
Feminist ve Kaktüs’ün dikkate değer başarılarından biri hareketin kampanyalarının ve eylemlerinin duyurulmasına, yaygınlaşmasına yaptıkları katkılar olmuştu. Kampanyaların en önemlileri, “Madde 438” diye anılan, fahişelere tecavüzde ceza indirimini sağlayan TCK maddesinin iptali için açılan kampanya ile “Mor İğne”yle simgeselleşen “Cinsel Tacize Hayır” kampanyasıydı. Bir başka önemli kampanya ise “Madde 159”un, kadınların çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Yasa maddesinin değişmesi içindi.iv 89’daki siyahlı eylem ve 94’teki “Arkadaşıma Dokunma” kampanyaları, feminist hareketin diğer toplumsal mücadelelerle dayanışmak için yaptığı eylemlerdi. Bu esnada 1990 8 Mart’ında Kadın Eserleri Kütüphanesi kurulmuş ve 14 Nisan’da da Haliç’teki tarihi binada çalışmalarına başlamıştı.
80’lerin sonuna ve 90’ların başına gelindiğinde hem Kürt özgürlük mücadelesinin Cumhuriyet’in 60-70 yıllık temellerini sarsıyor olması hem de feminist hareket içindeki Kürt kadınların, mevcut feminist hareketin patriyarka analizlerinin Kürt kadın olarak yaşadıklarını açıklamadığını/görünmezleştirdiğini düşünmeleri, ayrı gruplar oluşturmaları ve yayınlar çıkarmalarıyla sonuçlandı. İlerleyen yıllarda Kürt feminist hareketi Roza’dan sonra Jujin ve Jîn u Jiyan dergilerini yayımlarken, anadil hakkı, cinsellik ve Kürt kadınlarının yaşama biçimleri, zorunlu göçün kadınlar üzerindeki etkileri, örgütlenme sorunları, din ve ulusal mücadele bağlamında Kürt kadın mücadelesi gibi başlıkları, gündemlerine alıyordu.
90’lar feminizmin yayılması ve kurumsallaşma
1990’lı yıllar ile birlikte Türkiye 12 Eylül’ün görünür etkilerinden sıyrılırken toplumsal siyasal yaşamda ciddi dönüşümler başlıyordu. 80’lerin başından itibaren ihracata dayalı büyüme başlığı altında tekstil başta olmak üzere kadınlar için düşük ücretli güvencesiz çalışma yayılırken, genişleyen hizmet sektörü de yine çok sayıda kadının ev dışında ücretli emek gücüne katılımının önünü açıyordu. Özellikle eğitimli kesimlerde kadınların ev dışında çalışması artık ihtiyaç olduğunda çalışma formundan çıkmış, kentlileşmenin bir göstergesi/sonucu haline gelmişti.
Bu yıllarda feminist hareketin etkileri kendini sosyalist hareket içinde de görünür kılmaya başlamıştı. İlk kez 1995’te Birleşik Sosyalist Parti’de parti tüzüğünde, kadınlara her düzeyde yönetim seçimlerinde yüzde 30 kota uygulanması ve “kadına yönelik şiddetin” disiplin suçları arasında sayılması, yer alıyordu.
1995 Mart ayında yayımlanmaya başlayan Pazartesi dergisi hem içeriği hem de okur yelpazesinin genişliğiyle aslında feminist hareketin sesinin evlere, okullara, işyerlerine ve sokaklara uzanmasının göstergesi oldu. Yayının feminist ve popüler bir yayın olmasına karar verilmişti. Çok sayıda kadın gündelik hayat içinde yaşadıklarının erkek egemenliğiyle ilişkisini Pazartesi’de okuduklarıyla kurabilmiş ve kendi gibi kadınlarla yine Pazartesi aracılığıyla buluşabilmişti.
1997’de İstanbul’da Pazartesi’nin çağrısıyla feministler, sosyalist kadınlar, Kürt kadın hareketi ve Kürt feministler, sendikaların kadın örgütlenmeleri yan yana gelerek dünya kadınlar günü- dünya emekçi kadınlar günü ayrışmasını bir yana bırakıp, önde sadece kadınlardan oluşan kortejlerin yürüdüğü ve örgütlenme sürecine sadece kadın kortejiyle katılacakların dâhil olduğu “8 Mart- Artık Örgütlü” mitingini örgütlediler. (Ve 25 yıldır da bu gelenek devam ediyor.)
Aktif olarak feminist ve sosyalist siyaset yapan kadınların yanı sıra 90’lar bir tür kurumsallaşma sürecine tanıklık etti. 1997’de kadınların Meclis’te ve yerel yönetimlerde temsiliyetini artırmak hedefiyle Kadın Adayları Destekleme Derneği (KADER) kuruldu. 1998’de örgütlenen Sığınaklar Kurultayı da her yıl erkek şiddetine karşı mücadele eden kadın örgütlerinin ve feminist örgütlerin yan yana gelerek politika oluşturmasını mümkün kıldı. 2002’de ise Filmmor Kadın Kooperatifi kuruldu.
2000’ler kimlik farklılık ve çokluk
2000’lerden itibaren kurulmaya başlayan Feminist Kadın Çevresi ve Amargi Kadın Akademisi, kadınların patriyarka karşısındaki farklı konumlanışlarını ve kendi içlerindeki farklılıklar ile eşitsizliklerin politik mücadeleye yansıma biçimlerini gündeme taşıyan, bir çizgi izliyorlardı. Bugün “kesişimsellik” başlığı altında toplanan, farklılıkları görerek siyaset yapma yaklaşımı, Feminist Kadın Çevresi’nin yılda bir kez yayımladığı çeviri dergisi Feminist Çerçeve ve AMARGİ dergilerinin sayfalarına yansıyordu.
Kimlik ve farklılık tartışmalarının feminist hareket içinde önemli bir başlık olarak öne çıkması hiç kuşkusuz Kürt kadın hareketinin güçlenmesi ile de yakından ilgiliydi. Kürt kadın hareketi, 2000’lerin başından itibaren içinden çıktığı Kürt özgürlük hareketinden örgütsel olarak özerkleşerek ideolojik ve politik olarak kendini yeniden şekillendiriyordu.
Gültan Kışanak, Kürt kadın hareketi ile Türkiye feminist hareketi arasındaki ilişkiyi üç tarihsel sürece ayırıyor: 1991-2000, 2000-2014 ve 2014 sonrası. Bunlardan ilk iki bölüme dair yaptığı analizlerde, 90 yıllarda Kürt kadınları ile feminist hareketin birbirlerinin farkında olduklarını, aralarında güçlü bir ilişki olmadığını, daha çok Arkadaşıma Dokunma eylemindeki gibi hak ihlallerine odaklı bir dayanışma olduğunu, ifade ediyor. 2000’lerden itibaren ise ilişkinin niteliğinin, Kürt kadın hareketinin devlet şiddetinin yanı sıra özellikle aile içindeki erkek egemenliğine karşı politika üretmeye başlamasıyla, değiştiğini söylüyor.v 2000’ler sonrasında feminist hareket ile Kürt kadın hareketinin arasındaki ilişkiyi sistematikleştiren, 2009 KCK operasyonlarının ardından özellikle Kürt kadın hareketinin hedef alınmasına karşı dayanışma amacıyla kurulan DÖKH ile Dayanışma Platformu’nun, Barış için Kadın Girişimi’ne evrilmesi olmuştu. 2013’te yeniden başlayan barış ve çözüm sürecinde ise, demokratikleşme adımlarına kadınların mücadelesini de dâhil etmek üzere KJA’nın çağrısıyla Kadın Özgürlük Meclisi kuruldu.
Neoliberalizm- post modernizm yasal kazanımlar ve sistem dışı feminizm
AKP’nin iktidara gelişi ve 28 Şubat sürecinin aslında fiilen bitişi, ancak devlete egemen olmak konusunda siyasal İslam ile milliyetçi modernizm arasındaki mücadelenin yeni bir evreye taşınması, sınıflar mücadelesinden kopuk bir kimlik hakları talebiyle bütünleşen liberalizmi, siyasal olarak egemen kıldı. Postmodernizmin ideolojik hegemonyası ile kadınlar arasında patriyarka karşısındaki konumları nedeniyle bir ortaklık olduğu reddedilirken, kadınların ortaklaşa yaşanan bir ezilme ve sömürü ilişkisinin tarafı oldukları fikri geri plana itiliyordu. Neoliberalizmin sosyal hakları ve kazanımları tırpanlayan siyasetiyle yan yana geldiğinde bu çizgi, feminizmi sosyal politika bağlamında kadınları güçlendirme siyasetine ve projeciliğe, hak savunusu ve talepleri bağlamında lobiciliğe ve patriyarkanın güncel formu itibarıyla da erkek vurgusundan kopuk bir militarizme karşı mücadeleye yönlendiriyordu. Bu yönelim topyekûn bir feminist mücadele ve kolektif siyasal özne olarak bir feminist hareket inşa etme mücadelesini dışlıyordu.
Yine de 2000’lerin başı feminist mücadelenin hayatın her alanına nüfuz edeceği yasal kazanımlarla şekillendi. 2001’de Medeni Yasa 2004 yılında ise TCK değişikliği gerçekleşti. 2000’lerle birlikte gerek LGBTİ Hareket’in güçlenmesi gerekse feminist gruplar içinde LBTİ kadınların varlıklarını görünür kılarak feminist politikada yarattıkları dönüşümler, feminist analizlerin heteroseksizm ve homofobi üzerine daha çok söz/politika üretmesini mümkün kıldı.
2003’te Irak’ta savaşa karşı eylem yapmak üzere bir araya gelen feminist kadınların İstanbul İstiklal Caddesi’nde 50 kadınla başlattıkları feminist gece yürüyüşü yirmi yıl içinde (2019’dan itibaren yasaklanmaya çalışılmasına ve polis saldırılarına rağmen) on binlerce kadınla gerçekleştirilmeye devam ediyor. 2006’dan beri Ankara’da da örgütlenen feminist gece yürüyüşü son yıllarda yirmiden fazla ilde örgütlenmeye başladı.vi
2000’lerin hiç kuşku yok ki en önemli dönüşümleri de en ciddi acıları da erkek şiddeti karşısında yaşandı. Yasal kazanımların (en önemli örneği İstanbul Sözleşmesi ve 6284 no’lu yasa) yanı sıra “erkek şiddeti- kadın cinayeti” kavramları ortak bir terminoloji haline geldi. Feminist dava takipleriyle, kadın cinayeti davalarında haksız tahrik ve iyi hal indirimlerinin erkeklik indirimleri olarak teşhir edilmesi, anaakım medya dâhil toplumun algısında kadın cinayetlerini mahkûm etti. Kadınların, Nevin Yıldırım, Çilem Doğan, Yasemin Çakal gibi maruz kaldıkları şiddet karşısında, fail erkekleri öldürerek erkek şiddetine direnmeye başlamaları feminist hareketin kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor diyerek, erkek şiddeti ile mücadelede yeni bir evreye adım atmasını sağladı.
Feminizmin sınıf hareketi içindeki en belirgin etkileri Eğit-Sen sürecinden sonra, 1990’larda DİSK’te kurulan [erkek başkanlar kurulu üyesinin sorumluluğundaki] kadın dairesi, 1998’de KESK’te örgütlen kadın kurultayıyken 2003 yılında Petrol-İş Sendikası’nın feministlerin yönetiminde bir kadın dergisi çıkarmaya başlaması da önemli bir adım oldu. Bu nedenle tesadüfi olmayan biçimde 2007’de Antalya Serbest Bölge’deki Novamed’de başlayan kadın grevi feminist hareketin kampanyasının da etkisiyle başarıyla sonuçlandı.
Güncel mücadelede hedef alınan neoliberalizm patriyarka ilişkisini, ikili sistem kuramına dayanarak patriyarkal kapitalizm/kapitalist patriyarka temelinde açıklayan, 2008-2015 arasında erkeklerden, sermayeden, devletten ve sosyalist örgütlerden bağımsız feminist politika yaparak örgütlenen Sosyalist Feminist Kolektif, aynı yıllar boyunca Feminist Politika dergisini yayımladı. AB çizgisinde neoliberalizmle uyumlu bir projeciliği, STK’laşmayı ve lobiciliği merkeze alan feminist yönelimleri eleştirerek, emek, beden, erkek şiddeti, barış, heteroseksizm vd. pek çok konuda [sistem dışı ve] maddeci feminist politika yapan SFK, İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Adana, Samsun, Muğla’da üyelere sahipti. Ayrıca bir dizi ilde Feminist Politika’nın dağıtımını üstlenen feministlerle ilişki içindeydi. 2000’lerin ortalarından itibaren, özellikle erkek şiddeti ile mücadeleyi merkeze koyan İstanbul Feminist Kolektif’in yanı sıra Ankara’da önce FeministBiz sonrasında ise Ankara Feminist Kolektif, feminist platformlar olarak inşa oldu. 2010’lardan sonra ise bir dizi ilde feminist platformlar kuruldu.
Sonuç: AKP patriyarka cumhuriyet ve feminist hareket
2010’larla başlayan süreçte, özellikle Gezi sonrasında, feminist hareket toplumun geniş kesimleri tarafından takip edilen bir siyasal güç oldu. Hem feminist siyaset biçimleri hem de örgütlenme biçimleri çeşitlendi. Bu anlamıyla 2010’lar sonrasını hem içeriden çok tartıştığımız hem de tüm sonuçlarını şu an için yeterince analiz etmek mümkün olamayacağı için bu yazıya dâhil etmeyi uygun bulmadım.
Gelinen noktada Cumhuriyet’in yüzüncü yılında, patriyarkanın kaybettiği her mevziiyi almak için başlattığı ağır saldırılar karşısında, yüzbinleri sokaklara dökmenin yanı sıra evlerin içinde kadınların sürdürdüğü direnişle, siyasal etki alanını toplumun her kesimine yayabilen bir feminist hareket söz konusu. Cumhuriyet’in yüzüncü yılının sonunda feminist hareketin karşısında bizzat duran ve artık kadınlar nezdinde bir rıza üretme ihtiyacı duymayan devlet aygıtı, feminist hareketin özel alanın politikasını yaparken dahi devleti merkeze/karşısına koyarak mücadele etmesini gerekli kılıyor. Feminist hareketin gelecek yüzyılın başına taşıyacağı mücadelenin ilk hedefi de bu bağlamda devlet aygıtı olacak gibi görünüyor.
…………………………………………………………………………………………
Not – Bu yazı feminist hareketin bir kronolojisi, eylem ve örgütlerinin eksiksiz dökümünü vermek amacıyla kurgulanmadı. Bu anlamıyla çok sayıda fikre, örgütlenmeye, eyleme vd. yer verilemedi. 80’lerden bu yana feminist hareketin etkilerini ve dönüşümlerini belirlediği düşünülen fikir eylem ve örgütlenmelere yer verilmeye çalışıldı ve kuşkusuz bu seçimler de öznel yaklaşımla yapıldı.
*Yazının birinci bölümü için tıklayınız: Cumhuriyet ve feminist hareket – 1
i Şirin Tekeli, “Birinci ve İkinci Dalga Feminist Hareketlerin Karşılaştırılmalı İncelemesi Üzerine Bir Deneme”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler içinde, Tarih Vakfı yay.1998, s. 342-343.
ii Feminist Politika dergisi, Sayı 1, Şubat 2009, Arka kapak
iii Aynur Demirdirek- Nükhet Sirman, Perşembe Grubu Deneyimi, Özgürlüğü Ararken, Amargi Yayınları, İstanbul, 2005,sf173-186
iv Hülya Osmanağaoğlu, Önsöz, Feminizm Kitabı içinde, Dipnot yay. 2015
v Gültan Kışanak, Kürt Siyasetinin Mor Rengi, Dipnot yay, 2018
vi https://kadineki.com/detay/feminist-gece-yuruyusu-yirminci-yilinda/