2000’li yıllarda feminist barış mücadelesinin en somut ve örgütlü örneği Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG) oldu. 2009’da kurumsallaşan BİKG, BİKG, barışın sadece silahların susması değil, kadınların karar alma mekanizmalarına katıldığı toplumsal bir süreç olması gerektiğini savundu ve barışı şiddetsiz bir toplumun inşası olarak tanımladı
Günümüzde barış umudunun yeniden filizlenmesiyle birlikte, Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi çatısı altında kadınlar barış talebini bir kez daha kolektif ve politik bir söz olarak kurmak üzere bir araya geldik. Erkek egemen, militarist siyasal düzende barışın sürekli ertelendiği bir bağlamda, bu buluşma kadınların barışı yalnızca silahların susması olarak değil; eşit, özgür, şiddetten uzak yaşayabildiğimiz, kararlarımıza saygı duyulan bir barış ekseninde yeniden tanımlama ısrarının güncel bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Bu yazıda, söz konusu buluşmanın ardındaki tarihsel ve politik birikimi görünür kılmayı amaçlayarak, Türkiye’de feminist hareket ile barış mücadeleleri arasındaki ilişkiyi, süreklilikler ve kırılmalar ekseninde ele alacağım.
Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana barış çalışmalarının güçlü ve süreklilik arz eden bir alan oluşturduğunu söylemek güç. Türkiye’de barış talebinin toplumsallaşması ve kitleselleşmesi büyük ölçüde Kürt meselesinin siyasal bir mücadele olarak görünürlük kazanmasıyla paralel ilerledi. Bu süreçte, dünya örneklerinde olduğu gibi Türkiye’de de barış mücadelesinin en istikrarlı ve dönüştürücü aktörlerinin başında kadınlar geliyor. Türkiye’de kadınların barış talebi; Arkadaşıma Dokunma (1993), Barış Anneleri (1993), Barış İçin Kadın Girişimi (1996), Barış İçin Kadın Buluşmaları (2004) ve Vakti Geldi (2005) gibi oluşumlarla somutlaştı ve feminist ve kadın hareketinin siyasal gündemlerinden biri hâline geldi.
Erken Cumhuriyet ve Sessizlik Dönemi (1923–1980)
Erken Cumhuriyet döneminde barış meselesi, ağırlıklı olarak devletin dış politikası ve anti-emperyalist söylemleri çerçevesinde ele alınarak sivil ve bağımsız barış taleplerinin gelişmesine alan açılmadı. Cumhuriyet’in kurucu kadroları içinde yer alan Halide Edip ve Nezihe Muhiddin gibi kadın figürler barışı, büyük ölçüde “vatanın kurtuluşu” ve “ulusal bağımsızlık” söylemi üzerinden tanımladılar.
Bununla birlikte, Osmanlı’nın son döneminde yayımlanan ve Serpil Çakır’ın[1] ifadesiyle radikal bir kadın hakları platformu olan Kadınlar Dünyası dergisi (1913–1921), savaşın yıkıcılığına dair dikkat çekici bir feminist eleştiri sundu. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nın gölgesinde yayımlanan dergide, savaş “erkek hırsının ve iktidar mücadelelerinin bir sonucu” olarak ele alınarak bu çatışmaların bedelini kadınların yoksulluk, kayıp ve toplumsal dışlanma yoluyla ödediği vurgulandı. Çakır’a göre, Kadınlar Dünyası yazarları Osmanlı kadınlarını cephe gerisinde yalnızca “yardımcı” rollerle sınırlamaz; onları barışı talep eden politik özneler olarak konumlandırır ve Avrupa’daki pasifist kadın örgütleriyle bağ kurma çabalarına dikkat çeker.
Ancak bu eleştirel ve çatlak ses, Cumhuriyet’in erken döneminde sürdürülemedi. Nezihe Muhiddin öncülüğünde kurulan Türk Kadınlar Birliği, Cumhuriyet idealleriyle uyumlu bir çizgi izlese de bağımsız kalma ısrarı nedeniyle baskılandı. 1935 yılında İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’nde barış ve kadın eşitliği vurgusu ön plana çıksa da kongrenin hemen ardından Türk Kadınlar Birliği’nin “kadınların tüm haklarını kazandığı” gerekçesiyle feshedilmesi, bağımsız kadın iradesine vurulan önemli bir darbe oldu. Bu fesihle birlikte kadın hareketi, devlet politikalarının bir uzantısı hâline geldi ve barış ve hak mücadelesi açısından 1980’lere kadar sürecek uzun bir sessizlik dönemine girdi[2].
1980 Sonrası: Feminizm, Militarizm Eleştirisi ve Barış
1980 darbesi sonrasında siyasal alanın büyük ölçüde kapatılması, feminist hareketin özerk bir biçimde gelişmesine olanak tanıdı. Bu dönemde ikinci dalga feminizm, sol ve ulusalcı siyasetlerin kadın sorununu ikincilleştiren yaklaşımlarına karşı kendi sözünü üretti ve“özel olan politiktir” sloganıyla gündelik hayatı ve şiddetin farklı biçimlerini siyasal alana taşıdı. İlk aşamada erkek şiddeti, kadın emeği ve patriyarkal kapitalizm analizi, hukuki eşitsizlikler ve beden politikaları öne çıkarken, 1990’larla birlikte Kürt meselesi ve yoğun çatışma ortamı feminist gündemi doğrudan etkiledi.
Feministlere göre savaş, hiyerarşi, itaat, şiddet üzerine kurulu yapısıyla patriyarkayı yeniden üreten temel mekanizmalardan biridir. Bu anlayış, barış mücadelesini militarizm ve savaşın ekonomi-politik analizini de içeren bir kapitalizm eleştirisiyle birlikte düşünmeyi zorunlu kıldı. İnsan Hakları Derneği bünyesinde kurulan Barış İçin Kadın Girişimi (1996), düşük yoğunluklu savaşın kadınlar üzerindeki etkilerini —zorunlu göç, yoksulluk, taciz ve cinsel şiddet— görünür kılan ilk örgütlü feminist barış girişimlerinden biri oldu.
1995’te başlayan Cumartesi Anneleri[3] eylemleri ise doğrudan feminist bir hareket olarak adlandırılmasa da feministlerin aktif destek verdiği, “yaşamı savunma” temelli en uzun soluklu barışçıl direnişlerden biri hâline geldi. Galatasaray Meydanı’nda ve eylemin yapıldığı diğer
alanlarda farklı yaş gruplarından kadın ve erkek kayıp yakını katılımcıların oturuyor olmasına karşın, eylemlerde kadınlar daha fazla ön plana çıktı. Eylemin başlatılmasında rol oynayan kadınlar, anne nitelemesini kullanmayı pek tercih etmemişlerdi. Bunun en önemli nedenlerinden biri, eyleme katılanların her yaştan ve cinsiyetten kayıp yakınlarının da bulunduğu karma bir topluluk olmasıydı. Bunun yanı sıra, eylemi örgütleyenler arasında, feminist bir bakış açısından hareket ederek, kadınların “anne” kimliği ile ön plana çıkarılmasına taraftar olmayanlar da bulunuyordu. Buna karşın yaygın medyada ve kamuoyunda eylem “Cumartesi Anneleri” olarak anılmaya başlandı. Eylemlerin altı çizilmesi gereken başka bir özelliği de kadınlar arasında sınıfları, kuşakları, sosyal statüleri ve coğrafyaları kesen özgün ve dönüştürücü bir kolektif deneyim olmasıdır. Eylemlerde başından itibaren kayıp yakını kadınlar ile eylemin başlatılmasında önayak olan insan hakları savunucusu ve feminist kadınlar birlikte yer aldılar. Bu karma nitelik farklı sınıflardan, yaş gruplarından, eğitim düzeylerinden kadınların birlikte iş yaparken, birbiriyle etkileşime geçmelerine, birbirinden öğrenmelerine olanak sundu.
Kürt Meselesi ve Feminist Barış Söyleminin Dönüşümü
1990’lı yıllarda artan zorunlu göç, faili meçhul cinayetler ve sivil ölümler, feministlerin barış meselesini daha güçlü biçimde sahiplenmesine yol açtı. Feminist hareket, savaşın yalnızca cephede değil; evlerde, sokaklarda ve kadın bedenlerinde sürdüğünü vurguladı. Bu dönemde Kürt kadınların deneyimleri, Türkiye feminizmi içinde dönüştürücü bir etki yarattı ve barış meselesi kimlik, eşit yurttaşlık ve özgürlük talepleriyle birlikte ele alınmaya başladı.
Feministler, o dönemde Kürt kadınlarının 1990’ların ortalarından itibaren ikinci dalga Türk feminizminin içindeki “Türklük” varsayımını ve yaşadıkları etnik dezavantajlara yönelik ilgisizlik eleştirileriyle karşılaşsalar da aile içi şiddet, bekâret testleri, cinsel sömürü ve devletin Kürt politikasına karşı Kürt Kadın Hareketi ile ortak tutumlar geliştirmeyi başardılar. 1994’te 104 kadının imzasıyla başlatılan “Arkadaşıma Dokunma!” kampanyası[4], başlangıçta Kürtlerle dayanışma amacı taşısa da kısa sürede tüm ayrımcılık biçimlerine karşı genişleyen bir barış hareketine dönüştü.
2000’ler, Çözüm Süreci ve Barış İçin Kadın Girişimi
2000’li yıllarda feminist barış mücadelesinin en somut ve örgütlü örneği Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG) oldu. 2009’da kurumsallaşan BİKG, BİKG, barışın sadece silahların susması değil, kadınların karar alma mekanizmalarına katıldığı toplumsal bir süreç olması gerektiğini savundu ve barışı şiddetsiz bir toplumun inşası olarak tanımladı. “Erkekler savaşır, kadınlar barışı kurar” diyerek, kadınların barış süreçlerinde özne olmaları gerektiğini vurguladı ve Kürt kadın hareketi ile feministlerin ortak bir zeminde buluştuğu en önemli politik hatlardan biri oldu.
2013 yılında çözüm sürecine bir taraf olarak müdahil olan ve rapor[5] yayınlayan Barış için Kadın Girişimi, 2015 yılında sürecin bitmesi ve çatışmanın yeniden başlamasıyla çok sayıda sokak eylemi ve kampanya örgütledi. Ablukalara karşı ses çıkardı, yıkılan yaşam alanlarının yeniden kurulması için harekete geçti ve tüm bunların patriyarkayla ve erkek şiddetiyle, kadın yoksullaşmasıyla bağlantısını kurarak barış talebini toplumsallaştırmaya, Kürt kadın hareketiyle dayanışmaya çalıştı. OHAL’den itibaren barış sözünün giderek hedef haline getirilmesiyle gittikçe daha da otoriterleşen rejim ve daralan sivil alan sonucunda hareketler kendi içine kapandı ve temas alanları çok azalmaya başladı.
Barış için Kadın Girişimi de eski aktifliğini sürdürememesine rağmen feministler ve Kürt kadın hareketi her aşamada savaşa karşı ses çıkarmaya devam etti[6]. Kadın Özgürlük Meclisi ve kadın temsilcilerin görüşme süreçlerine dâhil edilmesi, bu mücadelenin önemli kazanımları arasında yer aldı. Aralarında sanatçı, akademisyen, gazeteci ve yazarların bulunduğu 122 kadın barışa dair mesajlarını www.vakitgeldi.org internet sitesinde “Barışa Söz Verdik” başlığı altında topladılar. Kadınlar gazetelere de ilan vererek yaygınlaştırdıkları mesajlarda barış özlemlerini dile getirdiler.[7]
Tüm bu çabalara karşın Demos’un o döneme kadın ve LGBTİ+ örgütleri üzerinden bakan raporuna göre resmi mekanizmaların erkek egemen yapısı nedeniyle kadınların ve LGBTİ+’ların deneyimleri sürece sınırlı biçimde yansıdı; barış. Feminist perspektiften barış; toplumsal dönüşüm, toplumsal cinsiyet eşitliği ve adalet mekanizmalarını da içeren bir süreç olarak değil çoğu zaman yalnızca “silahların susması” olarak ele alındı[8].
Sonuç Yerine
Türkiye’de feminist barış mücadelesi, devlet merkezli ve güvenlik eksenli barış anlayışına karşı alternatif bir siyasal dil üretti. Bu mücadele, barışı; beden, gündelik hayat ve bakım emeği ile olan bağı üzerinden yeniden tanımladı; militarizm ile erkeklik arasındaki bağı görünür kıldı. Tüm kısıtlılıklara rağmen feminist barış siyaseti, bugün de Türkiye’de hem feminizmin hem de barış mücadelesinin en ısrarcı ve dönüştürücü damarlarından biri olmayı sürdürüyor.
Son Not:
[1] Serpil Çakır (1994). Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul: Metis Yayınları.
[2] Yaprak Zihnioğlu (2003). Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği. İstanbul: Metis Yayınları.
[3] Bkz: Handan Çağlayan (2021), https://feministbellek.org/cumartesi-anneleri-insanlari/
[4] Şükran Şakir (2025), https://catlakzemin.com/9-mart-1994-savasa-milliyetcilige-irkciliga-karsi-arkadasima-dokunma-kampanyasi-basladi/
[5] Bkz: Barış İçin Kadın Girişimi Çözüm Süreci Raporu – Sosyalist Feminist Kolektif
[6] Feride Eralp ve Selin Top (2022), (https://cinsiyetesitligipolitikalari.org/turkiyede-feminist-hareketin-gundemleri-ve-guncel-eylem-alanlari/)
[7] Bkz: https://bianet.org/haber/kadinlar-baris-vakti-geldi-diyor-103063
[8] Özlem Kaya (2022), https://catlakzemin.com/turkiyede-kadin-ve-lgbti-orgutlerinin-baris-mucadelesi-guley-bor-ve-nisan-alici-ile-soylesi/

