Yoldaşlık, onların yaşamlarını besleyen bir anlam, direniş ve mücadele ise her adımlarında yaşam bulan bir kararlılıktı. Hakikat, Nazım’ın da Cihan’ın da yaşamını anlamlı kılan bir anahtardı. Onlar, bu anahtarı ellerinde tutarak bilinçli bir şekilde yürüdüler. Her anlarını, her kelimelerini hakikati ortaya çıkarma uğruna harcadılar
İnsanlık, adımlarını attığı ilk andan bu yana hakikatin yol arkadaşı oldu. Hakikatle yürüdü, hakikatle büyüdü. Sonra bir gün hakikat çalındı kendisinden. Yılmadı, usanmadı. Hakikatin izini sürdü dağ dağ, ova ova… Hakikatin ağır yükünü bir gün olsun ‘Ah!’ bile demeden taşıyanların mirasıyla bugünlere geldi mücadele tarihimiz.
Hakikat… Bu canhıraş savaşın içerisinde gidenlerin bize bıraktığı miras. Hepimiz biliriz, yaşamın ve anlamın peşinden koşanlar, doğru yaşamak isteyenler hakikatin peşindedir. Doğrular var olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edemeyiz. Anlamlı yaşamı iyiye, doğruya ve güzele yönelik arayışlarımızda buluruz.
Arayış içinde olan insanların ruhunun derinliklerinde gerilimler vardır. Aslında o gerilimlerin özgürlükle bir bağlantısı vardır, biliriz. Tüm bu gerilimlerin çekirdeğinde ise seçim vardır. Güzele doğru gitmek bir seçimle mümkündür. Evet ya da hayır diyerek bir seçim yapar, anlamı o tercihlerle yaşanır kılarız. Yaşamın anlamla bütünleştiği o yer, hakikate doğru yolculuğun ilk adımıdır bu topraklarda.
İnsanın, kaos haline bir dayanma gücü var şüphesiz. Ancak nereye kadar? Ne zamana kadar dayanabilir ki insan bu kaosun yıkımına? Hakikat mücadelesini görüp mevcut kaosu çözüme kavuşturacağına dair inanç taşıyanlar, ruhlarındaki gerilimlerin itkisiyle düşüyor birer birer yollara. Nazım ve Cihan da böyle düştü yollara işte… Hakikatin dervişleri olmayı tercih ettiler.
Nazım ve Cihan, hakikat yolunun dervişleriydi. Onları buluşturan hakikat arayışıydı. Bizden önce bu mirası devralmış, derviş olmaya karar vermişlerdi. Hakikatin peşinde dağlar boyu, nehirler boyu, yollar boyu yürüdüler. Gözlerinin tanık olduğu her şeyi bizlere de gösterdiler. Çocuksu bir heyecan taşıyorlardı kutsal yürüyüşlerinde. O heyecanla konuşuyor, insanı sarıp sarmalıyor, gülümsüyorlardı. İkisinin de gülüşünde aynı hakikat saklıydı. Ne bir an geri adım atmak ne bir an duraksamak!
Tarihin en kirli perdesini yine örtmek istediler Kürt halkının hakikatinin üzerine. Kuşandılar hakikatin savaşçıları. Nazım ve Cihan… Düştüler yollara, gösterdiler bir bir neler olmuş o perdenin altında. Toza üflediler, kiri kaldırıp attılar kameralarıyla. Ellerindeki kameralarla hakikati haykırdılar. Hakikati araladılar, güneşi gördük kameralarından. Hakikatin parlayan güneşini gördük. Her adım, her söylem, her görüntü, bir hakikati dünyaya duyurmak için adeta bir silah gibiydi ellerinde. O silahların mermileri, hakikati anlatma yolundaki azimleri, emekleri ve gözlerini kırpmadan feda ettikleri canlarıyla yüklüydü.
Yoldaşlık, onların yaşamlarını besleyen bir anlam, direniş ve mücadele ise her adımlarında yaşam bulan bir kararlılıktı. Hakikat, Nazım’ın da Cihan’ın da yaşamını anlamlı kılan bir anahtardı. Onlar, bu anahtarı ellerinde tutarak bilinçli bir şekilde yürüdüler. Her anlarını, her kelimelerini hakikati ortaya çıkarma uğruna harcadılar.
Hiç durmadılar ki… Önüne geçilmez bir akıştı onlardaki. Şimdi tüm Kürdistan, Nazım ve Cihan’la bezeli. Değmedikleri toprak, içmedikleri su, koklamadıkları çiçek, gülümsemedikleri dağ var mı? Ya da buna inanan var mı? Antep’te her köşe başında Nazım’ın o güzel gülüşünü görmüyor mu kimse? Mardin’de Cihan’ın kararlılığını duymuyorlar mı? Ya da Cizre’de Taybet Ana’nın katledildiği sokakta yürüyenler Nazım’ı hissetmiyor mu? Rojava’da ateşin başında buluşanlar ‘Dîsa em li vir in’ (Yine buradayız) diyen Cihan’ı hissetmiyor mu?
Hissetmiyor diyen çok büyük yanılıyor. Hakikat, bir fısıltı değil artık. Hakikat bağıra çağıra dervişlerini bağrına basıyor. Gördü gözlerimiz, tanık oldu Nazım’a da Cihan’a da… Tanık olmayanlara anlatmaya hazır yüreğimiz. Çünkü onların hakikat ısrarı, karşı durulamaz bir arayışın ta kendisiydi. Hakikate ulaşmak için ölüme meydan okuyarak telefon ekranlarından görünenlerin ötesine geçtiler.
Şimdi sormalıyız kendimize: Gerçekten Nazım ve Cihan gibi karşı durulamaz, önüne geçilemez bir hakikat arayışımız var mı? Bizi derviş yapacak, dağlar boyu, ovalar boyu yürütecek, kendine aşık edecek bir hakikat arayışımız… Var mı?
Şüphesiz kalbimizin bir yanı yoldaşlarımıza olan borcumuz, bir yanı da tarifsiz, büyük bir öfkeyle çarpıyor. Ve elbette acının pusulası yönümüzü her daim hakikate çeviriyor bu topraklarda. Hakikat arayışını, yoldaşlıkla anlamlandıran Abdullah Öcalan, ‘Yoldaş, yoldaşının alnını yıldızlara değdirendir’ diyor. Ne kutsal!
Her şeyin boğazımıza düğümlendiği, kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlarda, geriye bıraktıkları mücadele inancını, yoldaşlarımıza olan borcumuzu ve direnişe olan bağlılığımızı bir kez daha hatırlamalıyız. Çünkü bu topraklarda, acının ve öfkenin kesişiminde yalnızca hakikat arayışı bizi insan kılabilir.
Nazım ve Cihan…
Teşekkürler yoldaşlar: Alnımız yıldızlarda!