patriarka bir zihniyet değil, bir sistem. fikirlerimizi değiştirsek de onun dışına çıkmamız mümkün değil. ama –şiddet başta olmak üzere- patriarkal suçlardan azade ve kadınların emeğinin sömürüsünün olmadığı bir örgütsel ortam sağlamak mümkün. bu, erkeklerin de değişmesini gerektiriyor
temsil, kadın kurtuluş hareketini meşgul etmiş ve edecek meselelerden biri. bunu sadece politikada değil, aynı zamanda sendikalar başta olmak üzere demokratik kitle örgütlerini de içerecek daha geniş bir kapsamda düşünmek gerekiyor aslında. türkiye’de feminizmin öncülerinden, kader’in[1] kurucu ve fikir annelerinden şirin tekeli, istihdamdan akademiye farklı alanlarda kadınların varlığının yüzde 30 olduğuna işaret ederek siyasette de bu orana ulaşılması gerektiğini savunuyordu, derneğin kuruluş sürecinde. ve ilk talep edilen kota yüzde 30’du.
burada bir parantez açayım ve bıktırıcı olmayı göze alarak, kotanın ya da pozitif ayrımcılığın anlamına ve işlevine değineyim. kadınları siyasetten, sendika yöneticiliğinden ve -en az bunlar kadar önemli olan- eğitimden ve meslek sahibi olmaktan uzak tutan baskılar temsille sınırlı değil. kadınların bakmakla yükümlü olduğu çocuklar, sorumlu tutuldukları ev işleri var, erkek egemenliğinin[2] sürebilmesi için aileyi birincil varoluş alanı olarak görmeleri, kendilerine güvenlerinin olmaması, erkeklere itaat etmeyi normalleştirmeleri gerekiyor. bütün bunlar kendilerine yazılı olmayan yasalarla kapalı olan alanlarda yer almalarını zorlaştırıyor. kota bütün bunların çaresi değil ama bütün bunlara çözümler üretilmesini sağlayabilecek bir basınç oluşturuyor.
mesele kolektif temsil
parantezi kapatıp devam edeyim. bugün meclis’te hâlâ şirin’in hedeflediği orana ulaşılmadı ama temsilin biçimleri ve kapsamı konusunda epey yol aldık. köh’ün etrafında şekillenen partilerde eşbaşkanlık, eşsözcülük[3], fermuar gibi sistemler yerleşti, sosyalist ve devrimci partiler, gruplar tarafından benimseniyor. bunlar çok önemli gelişmeler ama kadınların karar ve temsil mekanizmalarında varlığı konusunda alınacak çok mesafe var çünkü öncelikle bahsettiğim akımlar toplum ve siyasetin sınırlı bir kısmını oluşturuyor.
şunun da altını çizeyim, tekil bireylerin karar mekanizmalarında yer alması, belki genç kadınlar için rol modeli sunabiliyor ama bunun ötesinde bir anlam ifade etmiyor. önemli olan kadınların kolektif biçimde bu mekanizmalarda yer alması.
diğer yandan, kader’in kuruluşundan bu yana geçen zaman, tarih ve tartışmalarımız gösterdi ki kadınların temsili görünürlük ve bu mekanizmalarda yer almalarından ibaret değil. kadın özgürlüğü ve eşitliği programatik bir konu, bu programın temsili de çok önemli. ve bu siyasetin tamamına dair yaklaşımlardan kopuk değil yani ırkçı bir partinin kadınların özgürlüğünü savunması mümkün değil çünkü bir alanda ayrımcı düşünceler başka alanlardaki ayrımcı düşüncelerle iç içe var oluyor.
yani tansu çiller ya da meral akşener hem tekil bireyler oldukları hem de kadın özgürlüğüyle ilgili siyaset yapmadıkları için onlarla işimiz olmaz.
ama yetmez
patriarka bir zihniyet değil, bir sistem. fikirlerimizi değiştirsek de onun dışına çıkmamız mümkün değil. ama –şiddet başta olmak üzere- patriarkal suçlardan azade ve kadınların emeğinin sömürüsünün olmadığı bir örgütsel ortam sağlamak mümkün. bu, erkeklerin de değişmesini gerektiriyor. bir örgütün yüzde 80’i cinsiyet bilincini kuşanmış kadınlardan oluşsa, cinsiyet eşitliğini ve kadınların özgürlüğünü programına almış olsa da o örgütteki erkekler patriarkal değerleri benimsiyor, savunuyor, örgütün içindeki hayat buna göre düzenleniyorsa, o yapıda kadınların temsilinin hayata geçtiğini söylemek mümkün olmaz. o yüzden kadın adaylarımızın sayısını arttırmak kadar erkeklerin zihin ve eylem dünyasını değiştirmek de gerekiyor.
cinsiyet siyaseti kadın özgürlüğünden ibaret değil
patriarka sadece bir sınıf olarak kadınların emeğine, bedene, kimliğine el konulması anlamına gelmiyor. aynı zamanda patriarkanın temel kurumu, çekirdeği olan aileye çözündüren lgbti+ bireyler üzerinde baskı, hatta kırım anlamına geliyor.
burada hatırlatmak istediğim iki nokta var: kadınlar dünya üzerinde ufak bir farkla çoğunluğu oluşturuyor. kadınlara yönelen erkek şiddeti[4] onları itaate zorluyor. ama toplum içinde bir azınlık olan ve görünmezliğe zorlanan lgbti+’lara yönelik şiddet onları yok etmeye ya da varlıklarını inkâr ederek yaşamaya zorluyor. daha kabaca ifade edersem, kadın olmak “yasak” değil, lgbti+ olmak “yasak”. aynı sistemden kaynaklanan iki farklı baskı biçimi var karşımızda. ama bunlar aynı sistemden kaynaklandığı için lgbti+’lar özgür olmadıkça kadınların da özgür olması mümkün değil.
ayrıca bugün iktidar bloku, varlığını bu insanlara düşmanlık üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. o yüzden lgbti+’ların hem bireyler hem de talepleri ve ihtiyaçları anlamında temsili, kadınların temsilinin bir parçasını oluşturuyor.
bütün bunları sağlayabildik mi? hayır, yolumuz uzun ama mücadele araçlarımız, gücümüz var. bu defa olmadıysa bir dahaki sefere, meclis’te olduğundan fazlası sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde, söz söylenen, siyaset yapılan her alanda. ve lgbti+ yol arkadaşlarımızla kol kola.