Demokratik modernite tezindeki demokratik ulus kavramında kadının da bir ulus olarak ele alınabileceği, yine özgür eşyaşam teorisi ve en önemlisi de jineoloji bilimi önerisi yarım kalan projeyi tamamlama çabaları olarak ortaya çıkmıştır
Bugün bilinçli bir görmeme, duymama girdabında olan demokratik kamuoyu, özelde de kadınlar; toplumu boğmaya çalışan, hukuku, yasayı şiddete çeviren iktidar aklına ve inşa edilmek istenen hegemonik faşizme karşı amansız bir mücadele içerisindedir.
Var olanı dahi uygulamayan, var olanı her şeyi ile inkâr eden bu ceberut rejimin ‘politik-ahlaki-sosyal’ bir amaç güttüğünü söylemek imkânsızdır. Söylenenlere değil de pratiklere bakınca gasp etme halinin nasıl büyük bir iştahla arzulandığı ve uygulandığı açıkça görülecektir. Her gasp edilenle bir yanlış, bir suç gizlenmeye çalışılıyor.
Kuşkusuz ki iktidar aklının ve yarattığı otoriter, baskıcı sistemin en büyük gasp alanı İmralı’daki tecrit uygulamalarıdır. Hukukun ve insan haklarının sözüm ona dorukta olduğu bu yüzyılda İmralı tecrit sistemi, hukukun kara lekesi, kara deliği olarak tarihteki yerini almıştır. Mevcut iktidar ve rejim tarafından tecridin bir yönetme biçimine dönüştürüldüğü artık su götürmez bir gerçektir. Haliyle Türkiye’nin tamamına tecrit ve İmralı sistemi dayatılırken, kuşkusuz ki Sayın Öcalan, bu tecridi en katmerli kıyaslanamayacak bir katılıkta yaşamaktadır. Bu baskı rejiminin topluma yansımaları da ne yazık ki yakıcı olmaktadır. Herkes ama herkes aklına dahi gelmeyecek bir kapatılma, kapanma, baskı yaşamaya başlamıştır. Zira ülkedeki tek adam rejimi ve tecrit politikaları doğru orantılı bir şekilde birbirini beslemektedir.
Tecrit politikalarının İmralı adasındaki en somut özeti tüm hukuksal güvencelere rağmen 27 Temmuz 2011 tarihinden bugüne kadar, sadece Mayıs-Ağustos 2019 tarihleri arasında gerçekleşen 5 avukat görüşüdür. Ki o da cezaevlerindeki açlık grevleri direnişinin kazanımı sonucu gerçekleşmiştir. Yine 2023 yılı boyunca yapılan toplam 110 avukat ve 59 aile görüş başvurusunun cevapsız bırakılması da son bir yılın özetidir.
İmralı tecrit sisteminde en büyük savaşım, elbette ideolojik savaşımdır. Bir tarafta kendini güvenlikçi, tekçi tecrit politikaları ile var ederek, milliyetçi, ırkçı ve cinsiyetçi toplum yaratma çabasında olan iktidarın erkek aklı; diğer tarafta ise yaşamın hakikati ve anlamı üzerinden kendini var eden özgür toplumu yaratma çabasındaki ekolojik, kadın özgürlükçü demokratik modernite tezi. Tecridin, güvenlikçi ve savaş yanlısı politikaların esas sebebi tam da bu ideolojik savaşımdır. Nitekim Öcalan ve toplum arasındaki diyalektik bağa bakınca da iktidarın kendisini var etmesinin koşulu Öcalan ve toplum arasındaki bağı koparmak olduğu açıkça görülmektedir. Aynı zamanda tecrit uygulamaları ile Öcalan’ın barış, demokrasi, özgürlük düşünceleri engellemeye çalışılmakta, çözüm politikalarının önüne geçilmek istenmektedir. İşte iktidarın tecrit politikalarına sarılmasının ve ısrarının esası budur.
Kuşkusuz tecrit politikalarının sonuçlarını en çok kadınlar yaşıyor. Çünkü tecridin derinleştirdiği savaş ve güvenlikçi politikalar yine tecrit politikalarının beslediği tekçi ve erkek aklı ilk önce kadın kazanımlarına saldırıyor. Tekçi erkek aklı her türlü özgürlüğe, her türlü farklılığa karşı olan ve daha önemlisi bunları gasp eden bir olgudur.
Dünden bugüne iktidar aklının hedeflemediği kadın kazanımı neredeyse kalmamıştır. Yine kadın katillerinin korunduğu, kadınların sokak ortasında katledilmediği gün neredeyse yoktur.
İktidar İmralı’dan başlayarak savaş politikalarını yaygınlaştırsa da Sayın Öcalan’ın İmralı adasında geliştirip derinleştirdiği demokratik modernite tezi ağır tecrit koşullarına verdiği en güçlü cevap olmuştur. Demokratik modernite tezi, toplumsal düzenin yeniden özüne uygun olarak inşa edilebileceğini ve en önemlisi kapitalist moderniteye alternatif bir yaşamın yaratılabileceğini göstermiştir. Bu vesile ile bütün insanlığa “başka bir dünya, başka bir yaşam mümkündür” umudu ve cesareti kazandırılmıştır.
Bu alternatif yaşam önerisinin temelinde ise en eski sömürge olan kadın özgürlüğü yer almaktadır. Öcalan tutsaklığının ilk yıllarında kadın özgürlüğünü “yarım kalmış projem” şeklinde tanımlamış ve bunu sıklıkla vurgulamıştır. Anlam, hakikat ve özgürlük arayışında zamanın ve mekânın önemsiz olduğunu kanıtlayan bir hakikat arayışçısı olarak ağır tecrit koşullarına rağmen “yarım kalmış proje”sini tamamlamak için de duraksamadan, imkansızlıklara rağmen büyük çaba ve emek sahibi olmuştur. Demokratik modernite tezindeki demokratik ulus kavramında kadının da bir ulus olarak ele alınabileceği, yine özgür eşyaşam teorisi ve en önemlisi de jineoloji bilimi önerisi yarım kalan projeyi tamamlama çabaları olarak ortaya çıkmıştır. Bu çabaların da Kürt kadınları arasında karşılık bulması, önerilerinin de hayata geçirilme girişimleri karşılıklı bağları güçlendiren adımları olmuştur. Bu ideolojik yoğunlaşmanın ve çabaların sonucunda dünya kadınlarına ilham olan ve özgürlük arayışını diri tutan“Jin Jiyan Azadî” hakikati ortaya çıkmıştır.
Öcalan’ın“Kadın yaşamına içerilmiş köleliğe ve sömürüye karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi ve bu mücadelenin kazanım düzeyi, tüm toplumsal alanlardaki köleliğe ve sömürüye karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesinin temelidir” anlayışıyla kadın özgürlüğünü demokratik modernite tezinin olmazsa olmaz ilkesi olarak belirlemektedir. Demokratik modernite tezinin hayat bulması kadınlar için ayrı bir öneme sahiptir. Kapitalist sistem kadınlara düşürülmeyi, tacizi, tecavüzü reva görürken, Demokratik modernite ise özgürlük ısrarıdır. Bu nedenle de gelişen özgür kadın bilincine karşı, iktidarın “makbul kadın” dayatması her gün ve her türlü saldırı ile daha da artmaktadır. Özelde kadınlar, daha genelde ise toplumların ve halkların tecride karşı mücadelesi bu yönüyle özgürlük mücadelesidir. Çünkü İmralı tecrit sistemi savaşın en inceltilmiş ve ağırlaştırılmış halidir. Savaş ve tecrit birbirini besleyen olgulardır. Bu nedenledir ki tecridin derinleşip daha da yoğunlaştığı, ada ile fiziki temasın kesildiği dönemlerde, savaş daha da keskinleşmiş, katliamlar ve ölümler artmıştır. İmralı tecrit sistemi tüm ülke de yaygınlaşmaya başlarken, İmralı’daki tecrit halklara katliam, yıkım, göçertme, özetle savaş olarak yayılmıştır.
Kuşkusuz İmralı’da Sayın Öcalan ve özgürlükçü anlayışı devlet ve iktidarın baskıcı anlayışına karşı direnmektedir. İmralı duruşu, bir siyaset alanı olarak, mevcut kutuplaşma ve şiddetin bir uzlaşı içinde çözülebileceğini, bu uzlaşıyı da nefes aldırmış bir siyasetin takip etmesi gerektiğini, sonuç olarak da bu iki adımı takip edecek şeyin hukuk çizgisi olması yönünde alternatif bir çözüm önermektedir. Ne yazık ki buna verilen cevap çatışma, kölelik şartları ve hukukun tamamen ortadan kaldırılması şeklinde olmuştur. Sayın Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisi kitabında yazdıkları bu yaşananlara ve tecride dair özet niteliğindedir:
“Öyle anlar olur ki, tarih bir kişilikte yaşanır, kişilik bir tarihte yaşar! Çok acılı da geçse, bu kişilik onurunu kısmen paylaştığım inkâra gelmez. Başkalarından farklı olarak, bu trajik tarihin bir ‘kader kurbanı’ olmanın ötesinde rol oynamak istediğim için arkamda bu dolapların çevrildiğini çok iyi biliyorum. Onun içindir ki, bu davamın sloganını “Özgürlük Kazanacaktır” biçiminde belirledim. Trajedi oyunlarında hep tekrarlanan kaderi özgürlük lehine bozmak her acıyı katlanılır kılmaya yeterlidir. Davam ve dava arkadaşlarımla birlikte bu sefer adı gerçekliğin ta kendisi olan bir oyunu oynamada kaderin payına düşen yenilgi olacaktır.”
25 yıllık İmralı süreci, Öcalan’ın en kısıtlı koşullarda bile topluma seslendiği zamanların toplumun barış umudunu büyüttüğü, demokrasiyi soluduğu anlar olduğuna herkes tanıklık etmiştir ve bu durum kanıtlanmış bir realitedir. “Kaderi özgürlük lehine bozmak” halkların iradesine dayatılan katliam ve sömürü gömleğini yırtıp atmak için yapılacaklar çok basittir; özgürlük ve çözüm iradesi etrafında kenetlenmektir.