21. Yüzyılın en amansız özel savaş politikalarına karşı içerde başlatılan onurlu direnişe, ses olarak dışarıda da topyekûn bir direniş söz konusu. Annelerin, gençlerin kadınların, halkların, demokratik ve sivil kurumların yoğun katılımıyla gerçekleştirilen; bir kolu Kars diğer kolu ise Van da başlatmış oldukları özgürlük yürüyüşü dünya halklarına örnek, totaliter rejimlere de ders olacak nitelikte
Anasoylu eşitlikçi toplumların şekillendiği komünal üretimin, zihinsel birikimin, yaşamın olağan akışı içerinde sürdürülen toplumsallığın ahlaki ve politik çerçeve içerisinde sürdürülmesi, varlığın kendi özgün biricik olma karakterinden vuku bulur. Henüz iktidarın gelişmediği bu anasoylu toplumlarda özgür olma halinin, özgürce düşünme ve eyleme birlikteliğinin, toplumsal doğa diyalektiğinde ana tanrıça öncülüğünde yaşamın anlamlandırılması ve yüceliği esastır.
Kapitalizmin toplumsal değerleri, kadının öncülüğünde gelişen yaşamın bir bütünen hakikatini gasp etme kurnazlığını henüz göstermemiş bu toplumun kurallarını, toplumsal vicdan ve ahlak belirler. Komünal ahlak ve toplumsal vicdan; toplumun kendi öz gücünü oluşturan ve bu gücü toplumsallığın ahlaki ve politik dinamiklerini döşeyen en temel öğedir. Bu toplumsallığın kurallarının dışına çıkan yani hakikatini yitiren kişiler klan dışı edilirken, hiçbir üretime katılmayıp, insan ilişkilerine dahil edilmezlerdi. Ne zaman ki tekrardan varlık olma halini elde edip, hakikatini bulma çabasını başarabilen bu kişiler topluma geri dönüş sağlayabilirlerdi.
Mitlerde tarihsel bir yolculuğa çıktığımızda ana tanrıça öncülüğünde gelişen kadına dayalı toplumun ilk anayasa kuralları olan 104 M’lerin erkek kurnaz tarafından nasıl bin bir türlü hile ve yalanla çalınıp hakikatin ters yüz edildiğine tanıklık ederiz. Toplumsal ahlakın ve vicdanın oluşturduğu 104 M’lerin çalınıp, yerine sömüren, talan eden, özgürlüğün yitirilip köleliğin derinleştirildiği bir kurallar silsilesi oluşturulur. Bu kurallara uymayanlar tarihin en acımasız cezalandırma yöntemleriyle karşılaşırlar. Kadınlar başta olmak üzere, insanlığın prangalara, zincirlere vurulması, kapatılmasıyla tecridin ilk nüvelerinin atıldığını görürüz.
İktidarın oluştuğu, zihniyetini ve varlığını yapılandırdığı kurumlarda ilk icraatları kadınların kapatılması, toplumdan ve yaşamdan tecrit edilmesi olmuştur. Hakikatin alaşağı edildiği bu süreçte kadının ilk kapatılması, özgür düşünceden uzaklaştırılması, erkeğin kölesi haline getirilmesi, kendine yabancılaştırılması ile birlikte toplumun karılaştırılması sağlanmıştır. Artık hakikatin tecrit altına alınması gerçekleşirken toplumun da tecrit altına alınması kaçınılmaz olmuştur.
İktidarın zor ve baskı aygıtlarının kurumlaştığı, ideolojik altyapısının temellendirildiği modern dönem Kapital Çağ’da bireyler nefessiz bırakılmıştır. Tekelci ekonominin, acımasız Neoliberal politikaları toplumsal menfaatlerin önüne geçirilmiştir. Yasalar da bu ekonomik çıkarların korunması için allanıp budaklanarak, iktidarın gücünü pekiştirip görünmeyen tanrıların hizmetine sokulmuştur. Artık, ekonomik üretime katılmayan zayıf kişiler, yaşlılar, hastalar, sakatlar, cinsel azınlıklar, deliler tehlikeli görünmektedir. Ve bunlar toplum dışına itilip suçlu ilan edilerek hapishaneye kapatılıp denetim altına alınırlar. Toplumda yer edinemeyen bu saf dışı topluluklar suç işlemekten başka çareleri kalmayacaktır. Kitleler önünde ya kolları ve bacakları kesilecek ya da kafası kopartılarak en vahşi yöntemlerle cezalandırılarak korku mekanizması devreye sokulacaktır. Toplumların hakikatinin bu denli darbeye uğraması ve çarpıtılması sahte bir bireycilik anlayışının oluşmasının da ilk adımı olacaktır. Kapatılma artık kaçınılmazdır. Ulus-devletlerin bireyleri ıslah etme, terbiye etme gibi safsatalara sığınarak oluşturduğu bu çarkta; toplumu gözetleme, denetleme, toplumu kontrol altına alarak, bireylerin özgür düşünce ve eyleme geçmelerini önlemek, öz örgütlülük ve öz iradelerine ket vurmak amaçlanmaktadır. Toplum artık demirden kafese hapsedilerek çelikten duvarları yıkamayacak güçsüzlükte bırakılmıştır. Kadının eve kapatılması ne kadar çocuk yapacağından tutalım ne yapacağına dair bir söz kuramaması, bu sözün erkeğe bırakılması, sahte aşk adı altında kandırılarak, rıza üretilerek bedenen ve ruhen tecavüze uğrayarak savunmasız bırakılması, öz örgütlülük ve öz güçten yoksun kalması toplumun tecrit altına alınmasını kolaylaştırmıştır. Kadınsız bir toplumun ana damarları kangrenleşerek krizli ve kaoslu bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. Toplum üzerindeki hakikati parçalamak ve özünden saptırmak tecridin başat görevidir.
Suçun artması, suçluların cezalandırılması gelinen noktada suçun bireysellikten çıkarılıp potansiyel suçun tehlikeli sayıldığı süreçte hapishanelerin rolü artmıştır.
Hapishaneleri işlerken elbette M. Faucoult’tan söz etmeden olmaz. Hapishane üzerine çalışmalarıyla bildiğimiz Foucault; “Hapishanelerin fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?” der ve bir bütün yaşamın toplumsal yapının panaptikonla gözetleme, denetleme ve kapatılma mekanizmasının devreye girmesinden bahseder.
İktidarın gözünden toplumu yönetmek için artık hem ideolojik hem de maddi kurumlaşmaların ortaya çıktığından söz eder. (Bütünü (pan), gözlemlemek (-opticon) anlamına gelen panaptikon İngiliz Pragmatist Bentham tarafından 17. Yüzyılda tasarlanmış bir hapishane modelidir.)
Panaptikon; Hapishane üzerine çok ince düşünülmüş, her yanı gören bir kuleden diğer binalardaki içerisi gözüken hücrelere konulmuş mahkumları 24 saat gözetleyen bir mimari yapı olarak tasarlanmıştır. Bu kule aslında iktidarın görünmeyen gözüdür. Orda kişi olmasa da kişiler üzerinde birisi varmış gibi bir düşünce üretilir. Ve davranışları, eylemleri denetim altına alınır. Hapishanelerdeki insanların baskı altına alındığı, iradesizleştirildiği, işkenceye uğradığı bu sistemin sonuçlarına göre toplumsal yapıya da sirayet ettiği görülür. Ulus-devletin kendi yapısallığını oluşturduğu hapishaneler, kışlalar, fabrikalar üniversiteler, tımarhaneler, genelevler iktidarın kendini güçlendirdiği yerler olmuştur. Bu model daha sonra ki dünya hapishanelerinde de eşi benzeri görülmemiş tecrit sisteminin de gelişmiş hali olacaktır.
Kapitalist hegemonik ve totaliter sistemlere ilham olan (hapishane, okul, kışla, fabrika) mimari tarzının dışında insanları fiziken tecrit altına almış olmuyor, manevi anlamda da ruhen baskı altında tutup iradeden ve özgür düşünceden de soyutluyor.
Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde uygulana gelen işkence, hak ihlalleri ve zor üreten bir iktidar baskısı söz konusu. Hem toplumsal hem siyasi alanda kadınları etkisizleştiren, cadı avları misali göz altına alan, ev hapsi verilen, tutuklayan, işkence eden, varlığı yok sayılan hiçleştirilen bir modernite krizi var. İktidar, kendi sahte gerçekliğini; var olma xwebun olma mücadelesi veren kadınların, halkların, hakikat arayışçılarının toplumdan izole edilmesi üzerine kurmuştur.
Kadınları zindanlara, hücrelere kapatan, baş kaldıran, düşünen, eyleyen, özgürlük savaşçılarının toplumla bağını koparmaya çalışmaları, tecridin bir diğer derinleştirilmiş halidir. Zulme, insanlık suçu olan tecride boyun eğmeyen kadınlar, bedenlerini açlığa yatırarak zindanların direniş alanları olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
21. Yüzyılın en amansız özel savaş politikalarına karşı içerde başlatılan onurlu direnişe, ses olarak dışarıda da topyekûn bir direniş söz konusu. Annelerin, gençlerin kadınların, halkların, demokratik ve sivil kurumların yoğun katılımıyla gerçekleştirilen; bir kolu Kars diğer kolu ise Van da başlatmış oldukları özgürlük yürüyüşü dünya halklarına örnek, totaliter rejimlere de ders olacak nitelikte. Hakikat mücadelesinde henüz yolumuzun bitmediğini, bütün baskılara, ölümlere, çürütmelere, kültürel, sosyolojik, psikolojik yok edilmelere karşı her daim örgütlü mücadelenin var olacağını, umudun diri olacağının, amansız tecrit politikalarına karşı korku duvarlarını aşıp seslerini haykıracaklarının altını çizdiler. Çetin hava koşullarında yol yürümenin verdiği sıcaklıkla; birlikte halaya durmanın, çekilen zılgıtların, atılan özgürlük sloganlarının yaşam umudunu yeniden yeşertmek, başta Abdullah Öcalan olmak üzere tüm toplum üzerinde ki tecridi kırmak en görkemli şiarımızdır. Bu uğurda büyük ama zorlu mücadeleler vermek gerektiğinin farkındayız.
Hakikat var olduğu müddetçe direnişin de var olacağı gerçeğinden yola çıkarak örgütlülük ve mücadeleyle bu tecridi kırmak elzemdir.
Kaynaklar:
Işık Ergüden, Hapishaneler Çağı
Demokratik Modernite Tecrit ve toplum sayısı