Kadınların bildiği, polis şiddetinin, memuru oldukları devletin kendini üzerine inşa ettiği zihniyet ve bireysel performansın toplamına dayandığıydı. Çünkü polis şiddeti, çok katmanlı doğası gereği ırkçı, cinsiyetçi ve sınıfsal ayrımdan haz duymadan, hadi biraz yumuşatalım, barışık olmadan hayata geçirilebilir bir edim değildi. Polis korumayacak, erkek egemen ulus devlet de asla adalet sağlamayacaktı
Kadınların evrensel-anayasal hak ve özgürlüklerini kullanırken hatta kullandıkları için polis şiddetine maruz kalmalarını; düşünme ve düşünceyi yayma, ifade özgürlüğü, protesto etme ve örgütlenme hakkı gibi temel hak grupları üzerinden sıklıkla konuştuk, yazdık. Bu ihlaller arttıkça direniş de büyüdü, bizlerin de dimağı güçlendi daha çok yazdık, daha çok tartıştık. Elbette kadınların da ulusal ve uluslararası sözleşmeler ve mekanizmalarla korunan hakları vardı. Bu su götürmez gerçeğin dayandığı biricik hakikat ise kanunların kendisi değil kadınların özgürlük arzusunun meşruiyetiydi.
Özgürlüklerinin peşinde olan kadınların sokak protestolarındaki amacı, koparılmaya çalıştıkları bu alanları kontrol etmeye girişmekti. Çünkü sokağı yasaklayan, dili yasaklayan, modern ya da şeri kurallarla yaşamlarımıza şekil vermeye çalışan yani kadın varoluşuna düşmanlık besleyen bütün politikaların çıktığı zihniyet aynıydı. Erkek-devlet şiddeti, cezasızlık politikaları ve kadınların özgürleşmesi sokağa çıkmalarının hayati sebepleriydi. Herhangi bir yasal düzenlemeyi şekilsel olarak yerine getirmek adına megafonlarla yapılan anonslar, son ikazlar, 3. ikazlar sokağa çıkma sebeplerinden daha meşru olamazdı. Ve polisin sokakları kontrol etmesine izin vermek ya da onlarla uyumlu olmak tüm diğer saldırılara da rıza göstermek olurdu.
Kadınlar aman demeden direndi ama polisler sokaklardaki kadınlara karşı gerçek mermiler kullanmaya bu yıl da devam etti. Hem yasal silahlarının parçaları hem ağızlarından çıkan cinsiyetçi sözler hem de kadınların etrafına ördükleri erkek beden ablukaları, kadınların sivil ve fiziksel ölümünü amaçlayan gerçek mermilerdi.
Bütün hayatları boyunca erkek bedeninden ve erkek bedeninin salına salına gezdiği sokaklardan uzak durması salık verilen kadınlar, en saldırgan erkek bedenlerine, devlet benim diyen erkek bedenlerine sokak ortasında meydan okudular.
Türkiye ve Kürdistan deneyiminde, eşit temsiliyet gibi temel bir hakkın mücadelesini verenler ve bunu yerel seçimlerde siyasi partinin genel ilkesi haline getirenler kadınlardı. Bu kazanım kayyımla yok sayıldığında karşı durmak da kadınlara düştü.
Her gün onlarca kadının şiddete uğramasına, katledilmesine karşı direnen kadınlardı, hemen her hafta farklı yerlerde kırım politikalarına karşı yaşam siyasetini savundular.
Kadınların yaşadığı şiddeti de kazanımlarla büyüyen cesareti de haber alma ve verme sorumluluğuyla topluma taşıyan özgür basından cesur, kadın gazeteciler oldu.
Bir yandan namus naraları, anne kutsallığı demagojisi yaparken diğer yandan kadınları cezaevlerinde kadın onuruna aykırı bir yaşama, çıplak aramaya ve türlü cinsiyetçi şiddete maruz bırakanlara karşı direnmek kadınlara düştü.
Kürt çocukların, devlet eliyle kasten çarpıklaştırılan aile yapılarında ölüme terkedilmesinin onlarca örneğinden biri olan Narin Güran cinayetinde hakikate dair ilk sözü kuran kadınlardı, Narin’i savunan da en çok kadınlar oldu.
8 Mart’ta ve 25 Kasım’da yasal megafonuyla erkek bir polisin, Jin Jiyan Azadî sloganının belli bir örgüte ait olduğu uyarısı ve yetmezmiş gibi eylemdeki kadınlara “kadınlarımız” deme densizliğiyle karşılaşan kadınlar, tabi ki eylem içinde eylem yaratacaktı. Alanları kaplayan tek bir ses oluştu ve bu, yasal megafondan çıkan ses değildi. Daha yüksek, daha güçlü çıktı Jin Jiyan Azadî sloganı.
Tecrite karşı özgürlük yürüyüşlerinde de kadınlar en öndeki yerlerini aldılar. Çünkü tüm toplumun özgürlüğünü savunmak; binlerce yıldır kapatma rejiminde tutulan kadın varlığının özgürleşmesi, yaşadığı toplumda karar verici olabilmesi, kadın bedeninin erkeğin-devletin ahlakçılığından kurtarılması, kendi sistemini kurmasını savunmak demekti. “Hep beraber özgürleşeceğiz” mesajı demokratik bir sistemde özgürce yaşamak isteyen Kürt kadınların 11 yıldır sokağa çıktıkları her eylemde olduğu gibi bu yıl da tutundukları, inandıkları oldu.
Yılın hemen her gününe yayılan bu meşru eylemler, her defasında artarak devam eden polis şiddetiyle durdurulmaya çalışıldı. Kaba dayak, yerlerde sürükleme, küfürler, biber gazı, kelepçe, ters kelepçe…
Kadınlar “Korktuklarında bile pes etmemeleri gerektiğini biliyorlardı”. Gerçekle iç içe yaşamanın gerçekten kaçmaktan daha sahici olduğu, şüphesiz cesarete dayandığı ve “sokaklar da bizim” performanslarıyla ete kemiğe büründüğü meydan okuma hali, 2024’ü kadınların direniş yılı haline getirendi.
Bu direnişin en büyük motivasyonunun polis şiddetinin sahici dayanaklarını bilmekle açığa çıktığı söylenebilir. Kadınların polis şiddetine ilişkin analizlerini polislik kurumunun ötesine, devletlere doğru genişlettikçe tanıma, anlama ve karşı durma düzeyi büyüdü. Bir taraftan tarihteki soykırım yargılamaları, sanık pozisyonundaki “güvenlik güçlerinin” aldıkları talimatları yerine getirmenin, görevlerinin bir parçası olduğu savunmalarıyla doluydu. Diğer taraftan polis şiddeti sonucu ölenlere ilişkin yargılamaların beraatlerle dolu kararları gerekçelerini, yasallaştırılmış polis yetkisinden alıyordu. Kadın-çocuk demeden gereğini yapma talimatı kadın kırımı projesinin bir kolu gibi bu yıl da işletildi.
Riya Al’Sanah, “Polisi içinde bulunulan bağlam üzerinden değerlendirin, kesişimsel (intersectional) bir kitle hareketi inşa edin ve umudunuzu kaybetmeyin” derken nasıl da haklıydı.[i] Demokratik ulusun başka türlü bir ifadesi, savunusu gibi olan bu öğütle yola devam edecek kadınların gündemi elbette polis reformları olamazdı. Orantılı-orantısız güç tartışması da bu denklemde ancak liberal siyasetçilerin ve hukukçuların işi olabilirdi. Çünkü polislik müessesesi, bağlı olduğu mekanizmanın doğası açısından kadınların kontrolü altında yaşadığı, kadınlarla ilişkisi onları kontrol edilecek, gözetim ve baskı altında tutulacak bir grup olarak algılamaktan ibaretti. Bundandır ki polis şiddetinin yöneldiği büyük çoğunluğunun ABD’de siyahlar, Türkiye’de Kürtler ama her hâlükârda dünyada en çok kadınlar olduğu, tesadüf değildi.
Kadınların bildiği, polis şiddetinin, memuru oldukları devletin kendini üzerine inşa ettiği zihniyet ve bireysel performansın toplamına dayandığıydı. Çünkü polis şiddeti, çok katmanlı doğası gereği ırkçı, cinsiyetçi ve sınıfsal ayrımdan haz duymadan, hadi biraz yumuşatalım, barışık olmadan hayata geçirilebilir bir edim değildi. Polis korumayacak, erkek egemen ulus devlet de asla adalet sağlamayacaktı.
Öyleyse Filistin’deki mücadele sırasında Riya Al’Sanah’ın sorduğu soruyu hatırlayarak bitirelim; kendimizi korumak için kendi kurumlarımızı ve yapılarımızı nasıl inşa edebiliriz? Başlangıçlar için en kadim cevabı da şuraya ekleyelim; umudu ve cesareti mücadelemizin merkezine oturtarak.
[i]Police Brutality: How Protesters Resist State Violence Around the World https://progressive.international/wire/2021-06-01-police-brutality-how-protesters-resist-state-violence-around-the-world/en