Önce bir sınava tabi tutuluyor kadın, saat kaçta, nerede, nasıl, şiddete uğramış, ne giymiş… Devlet önce bin bir sınavdan geçiriyor, sonra kadın, devletin mahrem ve edep sınavından geçmeyi başarırsa, yaşadığı olay yargılama konusu ediliyor
Yaraların da acıların da gittikçe daha çok ortaklaştığı bir dönemden geçiyoruz. Ulusal, ideolojik, siyasal farklılıklar bir yana, bizi dünyanın neresinde olursak olalım, nasıl yaşarsak yaşayalım ne giyersek giyelim, ne düşünürsek düşünelim, birleştiren bir gerçeklik var; o da Kadın olmak… Tahran’da burkayla, Mersin’de mini etekle, Şili'de palyaço kostümüyle, plazalarda tayyörle gezsek de birleştiğimiz bir nokta bu.
Rojava’da şervan, Latin Amerika’da tiyatro sanatçısı, Türkiye’de siyasetçi, Cizre’de anne… Devrimci, emekçi, sosyalist, liberal, anarşist, milliyetçi… Nerede, hangi koşullarda ve ne amaçla yaşadığımız fark etmeksizin kadın olmaktan ve kadınca yaşamaktan kaynaklanan ve her geçen gün daha da tırmanan milliyetçilik ve dincilik içerilmiş cinsiyetçiliğin her rengi, her şekliyle karşı karşıyayız. Tecavüz, cinsel istismar, şiddet, mobbing, ayrımcılık, aşağılanma, hakaret… Artık günlük hayatın bir parçası, hayatın olağan akışı haline getirilmek istenen, tarihin en vahşet dolu dönemlerini aşan bir yönelimle sınanıyoruz.
Sınanmak! Kadınların tarihten bugüne yabancı olmadığı bir kavram… Günlük yaşantımızın bir parçası adeta. Var olduğumuz her alanda, her anda sürekli bir sınav halinde tutuluyoruz. Bu sınama hali, bilimin, dinin, devletin, erkeğin en doğal hakkı haline gelmiş durumda. Bizden üstün olan akıl (!), kendi üstünlüğünü ispatlar ve onunla gurur duyarken, bize bırakılan üstün aklı tarafından sürekli sınanmaktır.
Bilim, genel bir yaklaşımla küçük bir varlık olarak gördüğü kadını incelemeye değer bile bulmasa da, son yüzyıllarda dalga dalga büyüyen kadın özgürlük direnişleri, onu bir şekliyle kadın varlığını gündemine almak durumunda bıraktı. Yüzyıllardır erkek varlığından yola çıkarak insanı-toplumu-kadını hatta evreni tanımlayan bir bilim anlayışı için elbette büyük bir adım. Fakat kadının verili bilimde gündem olma şekli, ontolojisini sorgulamaya kadar varan bir sınanma durumunun ötesinde değildir. Beyninin nasıl çalıştığı, ruh hali, biyolojisi… Kadın varlığının, erkek-insanın muhteşemliğine ulaşma kudretine sahip olup olmadığı sınanmaktadır!!! Bilimin ikincilleştiren yaklaşımı aslında yaşamımızın da özeti gibidir.
Kadın cinayetleri, intihar, şiddet vb. her türlü yönelim karşısında ilk sorgulanan, olaya konu olan şiddet değil, kadının kendisi oluyor. Önce bir sınava tabi tutuluyor kadın, saat kaçta, nerede, nasıl, şiddete uğramış, ne giymiş, şiddeti uygulayan kimmiş vs. vs. Tüm bu soruların içerisinde esas olan, kadına şiddet değil, kadının şiddeti nasıl gördüğü oluyor. Devlet önce bin bir sınavdan geçiriyor, sonra kadın, devletin mahrem ve edep sınavından geçmeyi başarırsa, yaşadığı olay yargılama konusu ediliyor. Konu sadece bu değil, bu sınanma hali sadece herhangi bir yönelimle yüz yüze kaldığımızda değil, yaşamın her alanında, her anında en küçük detaydan genel yaklaşımlara kadar çok net görülmekte, hissedilmektedir.
Erkek, kadınla kurduğu her türlü ilişkide bilimin ve devletin devamcısı olarak bu yaklaşımı kendisine hak görmektedir. Kadının bilgisi, duyguları, düşünceleri sürekli sınavlardan geçmektedir. Okuduğunda, yazdığında, eğitim verdiğinde, siyasette sürekli bir sınama hali var. Kadının akademik dünyada, siyasette, meclisteki varlığı bu kadar gelişmeye rağmen hala temkinli karşılanan bir konu… Kadının belli meslek gruplarındaki varlığı hala temkinli yaklaşılan bir konu. Bir erkek cerrahın yaptığı ameliyat, bir erkek mimarın çizdiği proje, bir erkek mühendisin şantiyelerdeki varlığı gayet doğal karşılanırken, kadının böylesi alanlardaki varlığı iş yapma maharetinde bin kat üstün olsa dahi, derin bir cinsiyetçilikle karşılanmakta, sürekli olur olmaz soru ve yaklaşımlarla sınavlardan geçirilmektedir. Erkek yazarken çizerken, fütursuzca kalemini sallarken, kadının yaptığı en ufak bir hata derinden esefle karşılanmakta, bir daha yazmasınlara varan aşağılamalara maruz kalmaktadır.
Özcesi, bu kadar mücadele, kazanım ve varlık savaşına rağmen, cinsiyetçilik tüm kodlarıyla dipdiri ayaktadır. Kadının belirli alanlardaki varlığı bir şekliyle kabul görse de, o alanda yaptığı her şey, attığı her adım kılı kırk yararcasına sınavlardan geçmektedir. Bu sürekli sorgulanan halin düşün dünyamızda yarattığı bir sonuç var. Kadın attığı her adımı, yaptığı her işi, öne sürdüğü her fikri uygunluk ölçeklerine vurmaktadır. Bin tane acaba ile mücadele ettikten sonra yola koyulmaktadır. Giyinirken, donanırken, yürürken yine karşısında uygunluk ölçekleri vardır. Bu ölçekleri erkek egemenliğinin cinsiyetçi kodları, bilinçaltında ustalıkla örmüştür. Bu uygunluk kaygısı maalesef, ince düşünmenin ve ince yaşamanın çok ötesinde, çoğu kadına ikinci hatayı yapma şansının verilmemesi ile ilgilidir. Erkek adeta hatalar atlası gibi yaşarken, yoluna devam etme kaygısı yoktur. Fakat çoğu kadına konu ne olursa olsun genelde ikinci hatayı yapma şansı verilmez, o mecradan uzaklaştırılır, uzaklaşmamak için direnirse her türlü yıldırma politikasıyla yüz yüze kalır. Kadının evde, işte, okulda, ameliyat masasında, şantiyede, mecliste yaptığı-yapacağı en ufak bir hatanın karşılığı aşağılanmadır, hakarettir, şiddettir, işsiz bırakılmadır hatta bazen ölümdür.
Elbette bu sınırların dışında yaşayan muazzam bir kadın özgürlük yürüyüşümüz vardır. Bu yürüyüşün en temel ödevlerinden biri de, tüm dünyaya ne olursa olsun yola devam etme cesaretini bulaştırmaktır.
Bize hata yapma şansı bırakmayan, hatta hata yapmasak bile bize yaşamımızın pek çok alanında nefes alma şansı bırakmayan bu sınanma halinin inadına, yürümek, daha çok yürümek, koşarcasına yürümek gerekmektedir. Ötesi en ufak bir tökezlememizi dört gözle bekleyen bir sistemle yüz yüze kalmak olacaktır. Tökezlesek de, düşsek de kalkma inadı ve cesaretini korudukça yol da yürüyüş de asla bitmeyecektir.