25 Kasım kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve bugün bile kadına yönelik şiddete en fazla tanıklık ettiğimiz gündür. Çünkü sistem kadının uğradığı şiddeti dile getirmesini bile istemez. Bunun karşısına da bütün militarist gücüyle çıkar
Lise 2. sınıfta biyoloji dersinde kromozomları öğrendiğimde eve koşarak gidip altı kız doğurmuş anneme 'senin suçun değilmiş, bütün suç babamınmış' diye bağırmıştım. Annem ne dediğimi bile anlamadan bana bakarken cinsiyet belirleyenin babadan gelen kromozomlardan olduğunu öğrendiğim bir iki küçük bilgi kırıntısı ile anlatmaya çalışmıştım. Kadınlarda xx kromozomu erkeklerde xy kromozomu, babadan x gelirse kız çocuk olur diye. Annem bütün o vakur havasıyla beni, heyecanımı hiç kesmeden dinleyip sonunda 'okulda böyle terbiyesiz şeyler mi öğretiyorlar' demişti. Bense hâlâ 'anne senin suçun değil' diye bağırıyordum.
Bugünden baktığımda ise sadece psikolojik şiddetin izlerini görüyorum o çocukta. Kadın olarak içine doğduğumuz dünyanın kalıplaşmış kurallarıyla savaşmak zorundayız çünkü kadınlara karşı konulmuş bu kurallar biz doğar doğmaz işlemeye başlar; kız çocuğunun doğuşunu suç olarak görmek ve yine bu suçu da bir kadına atfetmek gibi.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2000-2018 yıllarını kapsayan raporunda dünya çapında 640 milyondan fazla kadının bu dönemde erken yaştan itibaren şiddete maruz kaldığı açıklanmıştı. Yine aynı raporda 15-24 yaş grubundaki tüm kadınların dörtte birinin partnerlerinden şiddet gördükleri de yazmakta. Bu rakamlar kadına yönelik şiddetin boyutlarını bütün açıklığıyla ortaya koymakta. Ürpertici ve şok edici rakamlar bunlar. Yine aynı raporda şiddetin büyük oranda partner, eş, sevgili her ne rolde olursa olsun duygusal bağın olduğu erkeklerden geldiği görülüyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve bugün bile kadına karşı şiddete en fazla tanıklık ettiğimiz gündür. Çünkü sistem kadının uğradığı şiddeti dile getirmesini bile istemez. Bunun karşısına da bütün militarist gücüyle çıkar. Peki kadınların 25 Kasım’da dile getirmek ve bütün örgütlülüğüyle karşısında olduğunu göstermek için haykırdığı bu şiddet türleri nelerdir? Kadına yönelik şiddeti beş başlık altında sıralamak mümkün;
Psikolojik (duygusal) Şiddet: Kadının duygularını, özgüvenini, kişiliğini ve ruh sağlığını olumsuz etkileyen söz ve davranışlar.
Sözel şiddet: Kadına karşı korkutma, cezalandırma, sindirme veya kontrol etme amacıyla sarf edilen hakaret, tehdit, küfür, aşağılama gibi sözler.
Ekonomik şiddet: Kadının ekonomik özgürlüğünü, gelirini, mal varlığını veya kaynaklara erişimini kısıtlama, elinden alma veya zorla harcatma gibi eylemler.
Fiziksel şiddet: Kadına karşı vurma, itme, çekme, yakma, yaralama, öldürme gibi bedensel zarar verme veya zarar vermeye teşebbüs etme eylemleri.
Cinsel şiddet: Kadının istemediği bir cinsel aktiviteye zorlanması, tecavüz, taciz, istismar, sünnet, zorla evlendirme gibi eylemler.
Hepsi kendi içinde çok derin yaralar bırakıyor. Duygusal şiddet ise hepsini asıl besleyen noktada ve patriyarkal sistem için en büyük silah. Çünkü kadının direkt olarak kişiliğini ve özgüvenini hedef alarak diğer şiddet türleriyle başa çıkmasının önünü kesiyor. Mücadele alanını ve bu mücadeleye inancını zayıflatıyor. Bunun önüne geçecek ve bunu ortadan kaldıracak en önemli şey de kadının örgütlülüğüdür. Çocukluğumuzdan başlayıp ve süregelen; yapamazsın, gücün yetmez, sana göre değil çünkü sen kızsın gibi cümlelerle başlayan ve hayatımızın her alanına sirayet eden olumsuz yaklaşım ve cümleler elbette mücadele devreye girmedikçe devam eden, edecek olan bir durumdur. Yaptığınız her şey ince bir elekten geçirilir ve yoğun bir suçluluk duygusu ile size geri iade edilir ve başarısızlık koduyla aklınıza, ruhunuza mıhlanır. Sonuçta ‘ben filim’ diye bağırır ve her şeyi kabul edersiniz. Fiziksel şiddete de boyun eğer sözel şiddete de katlanırsınız. Çünkü özgüveniniz yok olmuştur. Kişiliğiniz başarısızlıkla yok edilmiştir. Duygusal şiddet arttıkça duygularınız yok olur yerine derin bir acı bırakır. Oysa ataerkil sistemler başarı odaklıdır. Ve erkek dili her zaman başarıdan konuşur artık kadın bu ortamdan silinir. Bununla yaşanır mı? Tabi ki de hayır. Bunun içindir ki kadın reddettiği sistemin karşısına yaşamı özgürleştiren, eşitliği ve bağımsızlığı baz alan kadın sistemini inşa eder. İşte tüm bunlardan dolayıdır ki kadın dili kolektif dili benimser. Feminizm kadınlar arasında dil, din, ırk, renk, yaş, eğitim, deneyim, statü, cinsel yönelim, vb. her türlü farklılığı zenginlik olarak değerlendirir. Tüm çalışmaların feminist yöntemler esas alınarak yürütülmesi hedeflenir. Her birey tektir ve biriciktir. Her türlü hiyerarşiyi reddeder. Bütün kararların kollektif alınması ve ortak fikri takip yapmak önemlidir. Bilginin herkese eşit dağılımı için tüm sorumluluklarda rotasyon uygulanır. Tüm çalışmalar gönüllülük esasıyla uygulanır. Tüm grup üyelerinin duyguları esas alınır. Bireyin beyanı esas alınır niyet okuması yapılmaz. Tüm grup üyeleri konuşmaya cesaretlendirilir. Önyargılı davranmamak, yaftalamamak, yargılamamak, suçlamamak, ayrımcılık uygulamamak ve cezalandırmamak temel ilkelerdir. İşte bütün bunlardan dolayı kadın toplantılarında özellikle şiddetsiz ortam yaratılır. Kimsenin kimseye duygusal şiddet uygulamaması sağlanır. Önemli olan kadının güçlenmesi ve erkek egemen sistem içinde kendisine yönelik duygusal şiddeti fark edip bununla mücadele yolları bulmasıdır.
Ben ilk çözümümü cinsiyet belirleyenin erkekler olduğunu öğrendiğim Biyoloji dersinde buldum. Annemi hep kız doğurdu diye suçlayanların karşısına geçip kromozomları anlatmakla başladım. Annemin suçlu olmadığını bunun bilimsel bir açıklaması olduğunu anlattım. Kız çocuğu olmuş akraba erkeklerin suratlarında suçluluk ve 'benim hatam' ifadesini görmeye başladığımda ise bunun hata değil, dünyada başlarına gelmiş en güzel şey olduğunu, sadece cinsiyet belirleyenin erkek olduğunu öğrenmeleri gerektiğini söyleyerek devam ettim mücadeleme.
Benim bir kızım oldu. Bu hayatın bana en güzel armağanı. Şiddetsiz bir dünyada yaşamasını istiyorum. Umarım bu 25 Kasım’da sesimizi yükseltir şiddetsiz dünyanın kapısını aralarız. 25 Kasım’da kadının örgütlü mücadelesiyle şiddetsiz bir dünyanın kapısını aralamak dileğiyle…