AKP iktidarı ile daha da derinleşen eril ve cinsiyetçi dil önce siyasette başlayarak medya aracılığıyla birleşik kaplar misali tüm topluma empoze edildi… Bugün gündüz kuşağı programlarında seyrettiğimiz, kadın şahsında toplumun felakete sürüklenmesidir…
Müge Anlı’nın sunduğu “ Tatlı Sert”, Fulya Öztürk’ün sunduğu “Umudun Olsun”, Nur Viral’in sunduğu, “Hayatta Her Şey Var”, Ece Üner’in sunduğu “ Ece Üner ile Susma”… Ve sayamadığımız birçok program, sabah saat 10.00’da başlayıp, akşam 19.00’a kadar farklı kanallarda, farklı formatlarda ana akım medyada gündüz kuşağı adı altında yayınlanmakta. Birey ve toplum üzerinde yıkıcı, olumsuz etkileri olan, şiddeti normalleştiren, toplumun ruh sağlığını bozan, sosyal yapıyı tehdit ederek, kişilerde değersizlik hissi yaratan bu programlar geniş bir izleyici kitlesine hitap ediyor. En önemli kitleyi de kadınlar oluşturuyor!
Bu programlarda karşılaştığımız şeyler ise cinayet, tecavüz, kandırma, aldatma, terk edilen çocuklar, evden kaçan anneler, sağlıksız cinsel ilişkiler, cinayet işleyen insanlar, aile içi dolandırıcılık, kadına ve çocuğa yönelik şiddet, cinsel saldırı… Kürtlere yönelik nefret söylemi, ırkçılık ve daha birçok konu yine bu programlarda işlenerek toplumsal çürüme adeta magazinsel bir konuymuş gibi izleyiciye sunuluyor.
İnsanlar, evlerine ekmek götüremediği için yaşamına son verirken, kadınlar pazarlarda çürük sebze meyveleri toplarken, her gün yükselen döviz karşısında alım gücü düşerken, “kış geldi, nasıl ısınacağız” telaşı toplumu sarmışken, ebeveynler çocuğunun beslenme çantasına koyacak ekmek bulamazken… Bu ucube programlarda yine; İyi giyin, iyi yemek yap, bol bol tüket, düşünme, sorgulama, duygu ekseninde yaşa, sana verilen görevi yap, biçilen rolleri uygula, itaat et gibi mesajlar verilerek “huzurlu ve uyutulmuş topluluklar!” yaratılıyor…
İzleyici kendi sorunlarını unutup ekrandakinin sorunlarına çözüm arıyor… Özdeşlik kurarak “beterin beteri var, o benden daha kötü, o şiddet görüyor ben görmüyorum” diyerek kaderine razı oluyor, kendini avutuyor, şükrediyor… Kapitalizmin insanlığa ait tüm değerleri satışa sunduğu, pazarladığı, sınırsız tüketimi teşvik ettiği bu ekranlarda insanlar zengin olmak ve ekranlarda gördükleri gibi yaşamak için her türlü yola başvuruyor…
Bu kadar rağbet edilen bu programlara katılanların ve izleyenlerin eğitim, ekonomik, sosyal, sosyokültürel yapılarına bakıldığında ise; geleceğe dair beklenti ve umutlarının düşük olduğu, kaderci, geleneksel, dogmatik, muhafazakâr, dindar, yoksul olmaları göze çarpan bir durum. Kürt ve İç Anadolulu, yani aslında toplumda “öteki” olarak görülen gelir seviyeleri düşük, yoksul kesimlerden oluşuyor.
Gündüz kuşağı programlarının temel sorumlusu, "en az 3 çocuk yapın" diyerek kadınların görev tanımını çocuk doğurma, ev temizliği yapma, “kocasına” hizmet etme olarak tanımlayan, toplumsal cinsiyet rollerini kırmızı çizgilerle belirleyen mevcut iktidar değil de kimdir? Gündüz kuşağı programlarını en çok evde kadınların izlemesi tabii ki tesadüf değil, üretim sürecine dâhil edilmeyen, kamusal alanın dışına itilerek eve hapsedilen, tecrit altında tutulan kadın, potansiyel izleyici haline bilerek, isteyerek ve ideolojik bir tercih olarak getiriliyor. Bu programlar aracılığı ile ataerkillik pekiştirilerek yeniden yeniden üretiliyor. Apolitik, kaderine razı, verili olanla yetinen bir toplum ve kadın yaratılmak isteniyor.
Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eskişehir’de düzenlenen bir programda yaptığı konuşmada, kadına yönelik şiddete “sıfır tolerans göstereceğiz” dedi ve ekledi: Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Burada hemen şunu sormak isterim doğrusu; eğer kadına şiddete “sıfır tolerans” ise neden gündüz kuşağı programlarında bu kadar fazla toplumsal çürümenin, kadına şiddetin pornografisi yapılıyor… Erkek şiddeti gözümüzün için sokula sokula ekranlarda gösteriliyor. Metalaştırılan kadın magazinsel bir nesne olarak ekrana çıkarılıyor. Kadına dair özel olan her şey teşhir ediliyor… Kadının mahremiyet alanları mercek altına alınıyor… Medya patronları daha fazla reyting yapacak, kâr edecek diye kadın şeytanlaştırılıyor?
Bir diğer dikkati çeken nokta da katılımcı şiddet mağduru kadınların, devletin kurumlarına başvurmayarak kurtuluşu ve çözümü bu programlarda araması… Kadınlar, devlete ve kurumlarına güvenmiyor. Devlet tarafından korunmayacağını, birçok kadının devletin “himayesinde” öldürüldüğünü biliyor. Şiddet gördüğü eve tekrar gönderileceğini ve öldürebileceğini her gün yaşamını yitiren birçok kadında görüyor. Kadınlara şiddet uygulayanların erkek devlet tarafından korunduğu da biliyor ve cezasızlık politikasının sonucu olarak kadınlar devlete ve kurumlarına güvenmiyor. AKP iktidarı tarafından kadınların hakları için mücadele eden kadın örgütleri de terörize edildiği için kadınlar başvurmaya çekiniyor ya da bu kurumların varlığından dahi haberdar olamıyor.
Kürdistan’da kayyum rejimi ile toplumun ve kadının iradesi gasp edilmeden önce neredeyse her belediyeye ait kadın kurumları vardı. Kadınlara psikolojik, sosyal ve hukuksal olarak destek veren merkezler mevcuttu. Bu merkezlerde kaç kadın destek almış, geliş nedenleri, şiddet çeşitleri, ihtiyaçları, çözüm yöntemleri gibi birçok konuda istatiksel veriler elde edilirdi. Kadınlar ev dışına çıktığında kültürel, sosyal ve spor aktivitelerini yapabileceği yerler vardı. Yine kadınların meslek edinebilecekleri kurslar açılarak istihdam olanakları oluşturulmuştu. Herkesin bildiği gibi kayyumların ilk icraatları kadın kurumlarının hemen hemen hepsini kapatmak oldu. Böylece kadınların ilk elden yerel yönetimler aracılığı ile başvurabilecekleri alanlar da ortadan kaldırılmış oldu.
Öte yandan, kadınların örgütsel olarak kendilerini ifade edebilecekleri özgün kadın kurumları ya kapatıldı ya da tutuklama, cezalandırma ve mahkeme kapılarında süründürme politikası uygulandı. Kamuoyunda dernekler yasası olarak bilinen ve örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan yasa ile çoğu şiddete, tacize, tecavüze, devletin özel savaş politikalarına, İstanbul Sözleşmesi, nafakanın geri çekilmesine karşı çıkmış, kadın hakları için mücadele etmiş kurumlar, “terör örgütlerinin finansmanı" gerekçesi ile çalışmaları durduruldu. Kadınların binbir emek ve mücadele ile elde ettiği kazanımları gasp eden iktidar, örneklerden de anlaşıldığı üzere “sıfır tolerans” ve “mücadele edeceğiz” söylemini kadınlara karşı uyguladı/uyguluyor…
AKP iktidarı ile daha da derinleşen eril ve cinsiyetçi dil önce siyasette başlayarak medya aracılığıyla birleşik kaplar misali tüm topluma empoze edildi. İktidar, kadın düşmanı siyasetini evde, sokakta, kamusal alanda yaygınlaştırdı… Yaygınlaştırmaya da devam ediyor… Tekeline aldığı medyanın bugün çok daha fazla kadın düşmanı, cinsiyetçi, seksist, eril, ötekileştirici, magazinsel, karşılaştırıcı, pornografik, teşhirci, ırkçı ve nefreti her bir yayınıyla derinleştirdiğini, erkekliği palazlandırdığını görebiliyoruz…
Havuz medyanın diline karşı kadınlar, eşitlikçi, doğa, çocuk, ekoloji ve hayvan haklarından yana, nasıl bir dil, nasıl bir yöntem, nasıl bir perspektif ve bakış açı olması gerektiğine dair uzun yıllar mücadele verdi/veriyor. Ayrıca özgür basın ve kadın odaklı habercilik yapan ajanslar da bu alanda önemli katkılar yaptı, bir bakış sundu. Bunlar tabi ki çok değerli ve önemli, bu dili ve bakış açısını bütün medya organlarında yaygınlaştırmak ve özellikle gündüz kuşağı programlarındaki cinsiyetçi, nefret dilini teşhir etmek, tepki göstermek gerekmektedir. Daha fazla farkındalık yaratan programlar ile toplum, kadın, çocuk, gençlik bilinçlendirilmelidir… Aksi halde bugün gündüz kuşağı programlarında seyrettiğimiz, AKP iktidarı ve medyası ile kadın şahsında toplumun felakete sürüklenmesidir…