Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Sati Kültürü: Erkek Egemenliğinin Küresel Yüzü

Serhildan Banyan Serhildan Banyan
22 Haziran 2025
Yazı
0
Sati Kültürü: Erkek Egemenliğinin Küresel Yüzü
0
SHARES
50
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Sati geleneği, Hinduizm ile özdeşleşse de kadının varlığının erkek üzerinden tanımlanması birçok kültürde farklı biçimlerde tezahür etmiştir. Çin ve Japonya’da dulların intihar etmesi, Konfüçyüsçü öğretilerdeki Üç Bağlılık İlkesi (babaya, kocaya ve oğula itaat), Afganistan ve Pakistan’daki Zen, Zêr, Zemin yasaları (kadın, servet ve toprak), Türk kültüründeki At, Avrat, Silah kutsaması, hep aynı patriyarkal paradigmanın izdüşümleridir

Kadının toplum içerisindeki konumu tarih boyunca dini, kültürel ve sosyolojik kodlarla şekillenmiş; çoğu zaman erkek merkezli sistemlerin oluşturduğu normlar doğrultusunda tanımlanmıştır. Kadının varlığı, birçok kültürde erkeğin varlığına endekslenmiş ve kadının yaşamı, davranışları, görünümü ve hatta varoluşu dahi erkek tarafından belirlenen kurallar çerçevesinde şekillendirilmiştir. Bu nedenle Sati kültürünü, bir bölgede yapılan yakılma olayının çok ötesinde, erkek egemenliğinin küresel yüzü olarak ele almamız yerinde olacaktır.

Sati Geleneğinin Kökeni ve Kavramsal Çerçevesi

Sati kelimesi, Sanskritçe kökenli Sat (सत्) sözcüğünden türemiştir. “Sat”, gerçeklik, doğruluk, erdem anlamlarına gelirken; bunun zıddı olan asat, yanılsama, yanlışlık ve geçicilik anlamını taşır. Sati’nin sözlük anlamı “var olan kadın” ya da “erdemli kadın”dır. Bir kadının kocasının ölümünden sonra yaşamını sürdürmemesi ve onunla birlikte yakılması, bu erdemin ve bağlılığın son noktasını temsil eder. Böylece, sati ritüelini gerçekleştirmeyen kadın, asati yani “hiçbir şey” olarak damgalanır. Sati ritüelinin iki temel biçimi bulunmaktadır. Biri, Sahmarna, yani kadının kocasının ölümünden sonraki 24 saat içinde onunla birlikte diri diri yakılması. Diğeri, Anumarana, yani kocasının ölümünün ardından belirli bir zaman geçtikten sonra, onun eşyalarıyla birlikte yakılması. Her iki uygulamada da kadının yaşamı, kocasının yaşamına bağlıdır. Bu uygulama sadece ölüm sonrası bir ritüel değil, aynı zamanda kadın bedeni ve kimliğinin mutlak anlamda erkeğe bağlılığını gösteren simgesel bir ritüele dönüşmüştür.

Hindistan’ın antik dini yapısında, inanç sistemleriyle toplumsal cinsiyet ilişkileri doğrudan bağlantılıdır. Dravid halklarının ana tanrıça merkezli inanç sisteminin, Ari göçü sonrası erkek egemen Vedik din yapısına dönüştüğü ve bu dönüşümün sati gibi ataerkil uygulamalara zemin hazırladığı bilinmektedir. Sati geleneği, sadece dini dönüşümlerle ya da ritüellerle değil, aynı zamanda sosyo-politik iktidar yapılarıyla da şekillenmiştir. Sati geleneğinin doğuşu ve ideolojik altyapısını anlamak için kutsal metin okumalarına göz atmak gerekir. Mesela Rigveda metinlerinde “ardından gideceği erkeği olmayan bir kadının kutsallığı kalmamıştır” denmektedir. Bunun, Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Mayıs Anneler Günü buluşmasında yaptığı konuşmada “2025 yılını kutsal aile yılı ilan ediyorum” demesinden farkı nedir? Kutsal ailenin ideolojik inşası, “kutsal” söylemiyle başlar, “kurban” ile pratikleştirilir. Ortalama istatistiklere göre şiddete maruz kalan kadınların %73’ü evlidir. İşte kutsal ailenin kurbanı olan kadının günümüzdeki durumu!

Kadının toplumsal konumu yalnızca bireysel değil, aynı zamanda yapısal düzeyde erkek egemen normlarla inşa edilmektedir. Afrika’daki lobola, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Nepal’deki drahoma (başlık parası), Afganistan’daki baad ve Kürt toplumundaki berdel gelenekleri ise kadının aile içi anlaşmalarda bir takas nesnesi olarak kullanılmasının kurumsallaşmış biçimleridir.

Sati geleneği, Hinduizm ile özdeşleşse de kadının varlığının erkek üzerinden tanımlanması birçok kültürde farklı biçimlerde tezahür etmiştir. Çin ve Japonya’da dulların intihar etmesi, Konfüçyüsçü öğretilerdeki Üç Bağlılık İlkesi (babaya, kocaya ve oğula itaat), Afganistan ve Pakistan’daki Zen, Zêr, Zemin yasaları (kadın, servet ve toprak), Türk kültüründeki At, Avrat, Silah kutsaması, hep aynı patriyarkal paradigmanın izdüşümleridir.

Kadının kocasına bağımlı varoluşu, sadece geleneksel uygulamalarla değil, dini metinlerle de pekiştirilir. Mesela, Tevrat’ta Tesniye 25:5-6’da ölen kocanın kardeşiyle evlilik zorunluluğu, kadının aile içi mal gibi devrini meşrulaştırır. Hristiyanlık ve İslam’da ise dul kadınlara merhamet tavsiye edilmekle birlikte, onların toplumda sınırlandırılmış bir rol üstlenmeleri beklenir. İslami hukukta iddet süresi kavramı, dul kadının dört ay on gün boyunca evlenmemesi ve dış dünyadan uzak kalması gerekliliğini ortaya koyar. Bu örnekler gösteriyor ki kadın, tüm kutsal metinlerde erkeğin kaybıyla birlikte ya yeni bir erkekle ilişkilendirilmekte ya da sosyal hayattan soyutlanmaktadır. Kadının ekonomik bağımsızlık, mesleki kariyer veya politik özneleşme talepleri hâlâ birçok toplumda ya dolaylı ya da doğrudan bastırılmakta; annelik, evlilik ve eş olma rolleri ön plana çıkarılmaktadır.

Erkeğin İnsafına Bırakmayacağız

Ekonomi, ekoloji, eğitim, etik, estetik, siyaset, sağlık, hukuk, adalet ve demografi gibi yaşam alanları, tarih boyunca erkek egemen zihniyetin şekillendirdiği toplumsal yapılarla işgal edilmiştir. Bu alanlarda kadınların sesi, iradesi ve varoluşu çoğu zaman ya tamamen yok sayılmış ya da tali ve kontrol edilebilir bir zemine çekilmiştir. Erkek merkezli normlar ve güç ilişkileri, kadınları özne olmaktan çıkarıp nesneleştiren bir sistematik kurgu üretmiştir. Özellikle siyaset alanı, kadının varoluş mücadelesinin en çetin verildiği alanlardan biridir. Oysa siyaset, özü itibarıyla kadınla doğrudan ilişkili bir kavramdır. Çünkü yaşamın örgütlenmesi, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi ve ahlaki değerlerin kurumsallaşması sürecinde kadının belirleyici rolü tarihsel ve biyolojik gerçekliktir. Sayın Abdullah Öcalan’ın siyaset tanımı bu gerçekliği net biçimde ifade eder: “Ahlakın işlevi hayati işleri en iyi yapmaksa, politikanın işlevi de en iyi işleri bulmaktır. Gerçek politika tarifinde gizlidir: Toplumun hayati çıkarlarını özgürlük, eşitlik ve demokrasiden başka hiçbir kavram grubu izah edemez. O halde politika esas olarak, ahlaki ve politik toplumun her koşul altında bu niteliğini veya varoluşunu sürdürebilmesi için yapılan özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme eylemliliği demektir.” Bu nedenle politik mücadele, kadını pasifleştiren ve temsiliyetini gasp eden erkek egemen siyasi yapıların karşısına özgürlükçü ve demokratik alternatifleri koymak mümkündür. Sati kültürünün dayattığı ‘suskunluk, fedakar kadın’ imgesine karşı, karar alma süreçlerine katılan, örgütlenen, itiraz eden ve yöneten kadın duruşu inşa edilmelidir. Bu da ancak kadınların kendi siyasi alanlarını yaratmaları ve karar verme mekanizmalarında yer almalarıyla gerçekleşir. Ne var ki, günümüzde kadınlar ve gençler arasında politikaya karşı oluşan yabancılaşma ve ilgisizlik tam da bu işlev kaybının sonucudur.

Erkek egemen sistemin dar çıkar çatışmalarına indirgenmiş siyaseti, gerçek anlamda kadın rengini, kadının hayat verici ve onarıcı özünü yansıtmaktan çok uzaktır. Bu durumu somut örneklerle görmek mümkündür. Örneğin, Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde, kral tarafından organize edilen karşılama töreninde yer alan genç kadınlar, kültürel bir folklor gösterisi değil, derin tarihsel cinsiyet kodlarının güncel bir yansımasıydı. Trump, koridorda yürürken, iki yanında saçlarını ritmik şekilde savuran genç kadınlar adeta “süs objesi” konumuna indirgenmişti. Burada, kadının bedeni yine temsil ve sunum aracına dönüştürülmüş, onun varlığı erkek otoritesinin güç gösterisinin parçası kılınmıştır.

Geleneksel anlamda Sati kültürü bugün fiziksel olarak ortadan kalkmış olsa da, kapitalist sistemde farklı biçimlerde varlığını sürdürmektedir. Kadının bedenine ve görünümüne yönelik müdahaleler, estetik operasyonlar ve güzellik normları üzerinden şekillenen yeni bir gönüllü sati formuyla karşı karşıyayız. Erkek merkezli güzellik standartları, kadın bedenini sürekli yeniden şekillendirme baskısı yaratmaktadır. Kadın açısından ise kendi bedenine müdahale etme “özgürlüğünü” kullandığını zannetse de aslında bu müdahaleler erkek egemen normların yeniden üretiminden ibarettir. 2024 verilerine göre, dünya genelinde estetik cerrahiye başvuran kişilerin %86’sını kadınlar oluşturmaktadır. Operasyonların büyük çoğunluğu meme büyütme, burun estetiği, cilt beyazlatma–bronzlaştırma ve vajinal müdahaleler gibi erkeklerin cinsel arzularını hortlatan müdahalelerdir. Estetik cerrahinin yanı sıra fitness, diyet kültürü, cilt bakımı, kozmetik ürünler de kadın bedenini sürekli “eksik” ve “daha iyi yapılması gereken” bir proje haline getirmektedir. Kadın, tıpkı geçmişte kocası için kendini feda eden sati gibi, bugün de erkek beğenisine uygun olmak adına bedenini değiştirme, kendini yeniden inşa etme baskısı altındadır.

“Kadın bedeninin sürekli yeniden tasarlanabilir bir nesne” olarak kabulü, kadının kendini değiştirme arzusu ile birleşince, özgürlük yanılsamalı yeni bir kölelik biçimi yaratılmaktadır. Kadının varlığını erkek üzerinden tanımlayan tüm kültürel kodlar dönüşmediği sürece, her estetik operasyon, her güzellik dayatması ve her “ideal kadın” imgesi birer modern sati ritüeli, sati geleneğidir. Erkek sistemlerinin izin verdiği sınırlarda kalan özgürleşme, bağımsızlaşma istemleri kaybetmeye mahkumdur. Ancak kadınların özgürleşmesi, kendi varoluşsal gerçekliklerini inşa edebildikleri oranda mümkündür. Ve bu da xwebûn olmakla gerçekleşecektir.

 

Son not:

Özgürlük Tezleri 1-2, Jineoloji Akademisi Yayınları
Rigveda. 10:18.7.
Sati Widow Burning in India – Sakuntala Narasimhan
Donna Rosenberg – Dünya Mitolojisi

Etiketler: Erkek egemen sistemKadın bedeniKadın DayanışmasıKadın Mücadelesikapitalist moderniteKapitalizmsatisati kültürüSayı 121
Önceki İçerik

Demokratik Toplumu Düşünürken; Kuram-Eylem Olarak Sivil İtaatsizlik ve Kadınlar*

Sonraki İçerik

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Sonraki İçerik
Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.