Ne oldu da uygarlıklara beşiklik etmiş bu coğrafya hakikatinden bu kadar tersine düşürüldü? Nasıl oldu da Orta Doğu olarak adlandırılmaya başlandı? Orta Doğu’yu kimler, nasıl yarattı?
Son günlerde neredeyse tüm dünyanın gündemi kuşkusuz İsrail-Gazze savaşı özelinde Orta Doğu’da yaşananlar, savaşlar… Orta Doğu’da savaşlar gerçeği değişmiyor, sadece ülkeler ve isimleri değişiyor. Orta Doğu krizi her geçen gün derinleşiyor, katmerleşiyor. Kapitalist ulus devlet politikaları kendini var etmek ve kendi yarattığı bu krizden çıkmak için Orta Doğu’yu başka türlü yöntemlerle kaosa boğuyor.
Yaşananlara baktığımda şu soruları sormadan edemiyorum; sahi neydi bu Orta Doğu? Hep böyle savaşın, kanın, kaosun içine mi gömülmüştü? Medeniyetlerin beşiği, uygarlıkların anası değil miydi? Tarihini, kültürünü, doğurduğu felsefeyi ve bilimi ne ara bu kadar unuttu? Kendi hakikatine ve özüne nasıl böyle yabancılaştı? İnsanlığın ilkleri burada yaşanmamış mıydı? Ne oldu da uygarlıklara beşiklik etmiş bu coğrafya kendi hakikatinden bu kadar tersine düşürüldü? Nasıl oldu da Mezopotamya, Anadolu, Şam, Hicaz olarak bilinen bu topraklar Orta Doğu olarak adlandırılmaya başlandı? Orta Doğu’yu kimler, nasıl yarattı?
'Mikro organizma' muamelesi
Tarihi incelediğimizde Mezopotamya ve Anadolu gibi kavramlar karşımıza çıkarken, Orta Doğu diye bir yer, bir coğrafi tanımlama veya kavramsallaştırma karşımıza çıkmaz. Mezopotamya ve Anadolu çeşitli halkalara ev sahipliği yapmış, birçok etnisitenin bir arada yaşadığı kadim mozaik topraklardır. Tek bir halkı, tek bir inancı veya kültürü yansıtmaz. Oysa Orta Doğu kavramı bunun aksine, bu topraklarda yaşayan Arap, Kürt, Çerkes, Fas, Türkmen, Süryani, Ermeni, Asuri ve birçok halkı görmezden gelir. Bu sorunlu kavramsallaştırma kapitalist modernitenin aklı ile türetilmiştir. Bunun neden türetildiğini anlamak ise bugün Orta Doğu’da yaratılan krizin temellerini anlamaktır. Orta Doğu kavramının ortaya çıkışı 20. yy. başlarına kadar götürülebilir. Özellikle 1. Dünya Savaşı döneminde hegemonyacı İngiltere ve Amerikan yazışmalarında, bazı tarihsel makalelerde kullanılmaya başlanmıştır. Önce yakın doğu (özellikle Osmanlı dönemindeki adlandırma böyle) sonra orta doğuya dönüşmüştür.
Yakın doğu Balkanlara kaydırılmış, Orta Doğu ise Türkiye, Mısır, Arap yarımadası, Körfez Bölgesi, İran ve Irak’ı kapsamına alıp sınırları belirlenmiştir(1). Bu kavramsallaştırma sonrasında birçok ülkede Orta Doğu çalışmaları merkezi veya Orta Doğu araştırmaları merkezlerinin kurulduğunu görebiliriz. Adeta incelenmesi, araştırılması gereken bir "mikro organizma" muamelesi yapılmıştır. Bu bakış açısında pozitivizmin ve oryantalizmin etkisi çok fazladır(2-3). Aynı zamanda değişen dünya sistemi ile "süper güçler" için Orta Doğu çıkar bölgesi haline gelmiştir. Coğrafyayı, kültürü ve tarihi yeniden şekillendirerek, hakikati bükmüş ve dünyanın merkezi İngiltere olarak esas alınmış, dünyanın geri kalan kısmını ise doğu ve batı olarak ayırmıştır. Merkezileşme anlayışı, dönemin siyasal, sosyal, bilimsel ve ekonomik dönüşümleriyle ortaya çıkan akımlarla ve modernitenin kurumsallaşmasıyla alakalıdır.
Kaos ve manevi boşluk
Batının yaşadığı aydınlanma (zihniyet dönüşümü dogmatizme karşı gelişmişse de zamanla kapitalizmin en kullanışlı aracı haline dönüşmüştür. Çünkü demokrasi ve bilim gibi birçok alan özünden ayrıştırılarak iktidarın çıkarlarını koruyan amaçlar haline getirilmiştir. Haliyle iktidarın en önemli çıkarlarından biri de sömürgecilik faaliyetleridir. İşte Orta Doğu da burada devreye girmektedir. Orta Doğu artık en önemli sömürge, bilimsel bir laboratuvar ve çıkar alanıdır. Bu zihniyet ise oryantalizmden ayrı düşünülmemelidir. Bugün dünyanın "süper güçleri" bu zihniyetten farklı bir zihniyete de sahip değiller. Her şeyin merkezi, öznesi ve sahibidirler. Doğu halkları ve toplumları birer nesne, küçük görülecek insanlardır. Sil baştan bir tarih, kültür ve dizayn etme çabaları, yaratmak istedikleri suni bir hakikattir. Orta Doğu sadece bir coğrafi adlandırmadan ibaretmiş gibi lanse edilerek bu toplumların yüzyıllardır süregelen geleneklerinin, tarihinin, kültürünün bir anlamı yokmuş gibi egemen ve ötekileştirilen bir tanımlama yapmaktadırlar. Özetle Orta Doğu kavramı sonradan türetilmiş, kapitalist ulus devletlerin oryantalist bakış açısıyla yaratılmıştır. Bir kültürü tanımlamaktan ziyade bir coğrafi tanımlamaya dönüşmüş, özünden ve kültüründen kopuk, toplumsal kökeni olmayan mülkiyetçi bir anlayışın ürünüdür.
İçinde bulunduğumuz süreç somutunda kapitalist modernite Orta doğu’da kaos ve manevi boşluk yaratmıştır. Bireyleri amaçsız, boşlukta olan, ne istediğini bilmeyen insanlar yığınına çevirmiştir. Yarattığı bu boşluğu kendi hegemonyası altına almanın yollarını aramaktadır. Bunu da cinsiyetçi, militarist, milliyetçi, dinci birçok ideolojiyle yapmaya çalışmaktadır. Dokusuyla uymayan sistemler dayatılırken (ulus-devlet gibi), (radikal İslamcı örgütler yaratarak, din milliyetçiliği kullanılarak) bir savaş devam ederken, başka bir savaş (Suriye iç savaşı, İsrail-Gazze) başlamaktadır.
Zihniyet devrimlerinin coğrafyası
Bu yaratılan tablonun ve yaklaşımların sebebini aslında birçoğumuz biliyoruz. Çünkü Orta Doğu zengin bir tarihe ve kültüre sahiptir. Orta Doğu insanlığın kültürü, aklı, komünaliteyi yarattığı toplumsal hafızayı ilk biriktirmeye başladığı yerdir. İnsanlığa yön veren birçok düşüncenin ilk çıkış rotasıdır. Toplumsallaşmanın ana damarıdır. Homo sapienslerden kadın öncülüğündeki neolitik devrime kadar ilk zihniyet devrimlerini gerçekleştirmiştir. Mitoloji, din, felsefe ve bilim gibi birçok önemli alana yön verilmiştir. Her ne kadar bilim ve felsefe Batı’da somutlaşmış olsa da temelleri Orta Doğu’da atılmıştır. Orta Doğu zihniyet devrimlerinin coğrafyasıdır. Sümerlere, Asurlara, Medlere, Babillere, Hititlere, Perslere, çok tanrılı dinlere, tek tanrılı dinlere, destanlara, direnişlere vb. birçok şeye ev sahipliği yapmıştır. Tüm kültürlerin ana beşiği olması Orta Doğu’yu evrensel bir köken haline getirmiştir. Bu aynı zamanda tüm saldırıların da sebebi olmuştur.
Tarihten günümüze kadar bu topraklar her türlü saldırıya maruz kalmış, kalmaya da devam ederken, sürekli bir kriz hali yaşatılmaktadır. Fakat Orta Doğu bu kriz haline hala teslim olmamakta ve direnmektedir. Çünkü Orta Doğu’nun ana karakteristiğinde, sistemiçileşmeye karşı bir direnme kültürü vardır. Kısacası Orta Doğu insanlık için birçok ilkin yaşandığı orijinal topraklardır.
Orta Doğu hakikatini hatırlamalı
Peki bu hakikat çarpıtmasından, yaratılmak istenen sistemlerden, krizden, kaostan, inkâr ve savaştan bir çıkış yok mudur? Kuşkusuz bu çıkış yolu bir zihniyet dönüşümü ve yaşamın demokratik olarak yeniden inşasından geçiyor. Kürtlerin mücadelesi bunun en iyi örneğidir. Orta Doğu halkları kendi özünü, hakikatini hatırlamalıdır. Bunun için güçlü bir toplumsal hafızaya sahiptir. Sahiptir ki bugün hala sistemiçileşmemiş, varlık mücadelesi veren birçok dinamik vardır(4). Orta Doğu kendi Rönesans’ını yaratmalıdır çıkarımı boşuna yapılmamaktadır. Öz kültürünün özellikleri olan demokratik, barış içinde bir yaşamı, anacıl toplumu, yaratıcılığı, emeği, yeniden canlandırmalıdır. Güvenmesi ve inanması gereken en temel şey ise kendi tarihsel birikimi ve kültürüdür. Batının bakış açısıyla kendine bakmaktan vazgeçmeli, kendi toplumsal dokusuna ve birikimine bakmalıdır. Sistemin hafızasızlaştırmasına müsaade edilmemelidir.
Öyleyse Ortadoğu’da bir zihniyet dönüşümünü kimler nasıl başlatacak? -her ot kendi kökünden biter.
1– Kronolojik detaylar için Bkz: Jineoloji Dergisi 5. Sayı Sf.: 24- 25
2– 19.yy. ortaya çıkan Auguste Comte tarafından kavramsallaştırılan bir düşünce biçimidir. Deneycilik, olguculuk olarak bilinir ve bu akıma göre doğru bilimsel bilgiye ulaşmanın yolu deneyciliktir.
3– Şarkiyatçılık, Yakın Doğu ve Uzak Doğu toplumlarının, kültürlerinin, dillerinin ve halklarının incelendiği Batı kökenli araştırma alanlarının tümüne verilen isimdir. Edward Said, Oryantalizm (1978) kitabında Doğu sömürgeciliğinin kültürel tutumları ile şekillenen Doğu dünyasının önyargılı dışsal yorumlarını akademik ve sanatsal olarak tanımlamak için Oryantalizm terimini yeniden tanımladı.
4– Unutulmamalıdır ki batının yaşadığı zihniyet dönüşümü, doğunun yüzyıllara dayalı tecrübesinden beslenmiştir.