Karanlığın resmini çizebilir misin
Ve bir ıstırap şiiri yazabilir misin?
Yoksulluktan ölmüş bir çocuğu mutlu edebilir misin?
Yaramaz dünyayı izliyorsun
Ve acıklı şarkılar söylüyorsun
Şiddete karşı isyan ediyorsun
Oyunun adı: Sessiz ol!
Söyle bana hangisi kötü:
İstemek mi, dilenmek mi?
Söyle bana hangisi doğru:
Sessiz kalmak mı, savaşmak mı?
Geçmişi ve geleceği anda buluşturmayan, kendini anda yaratmayan her insan yolunu şaşırır. Öyle bir şaşkınlık ki kendinizi yolun hep aynı noktasında bulursunuz, yaşadıklarınız tekrarı hissettirir ve bir adım sonrası yaşanılan her şey normalleşir.
Normalleşmenin sonraki adımı alışmaktır. Alışmak ölümün eşiği. Alışılmış olanları düşündüğüm bugünlerde katledilen çocukların kıyamet koparılacak hikayeleri düşüyor aklıma. Sıla, Narin, Şilan, Aras, Masal, Aslan, Funda, Fadime, bebek çetesi, Niğde devlet yurdunda dövülerek katledilen epilepsi hastası çocuk, 40’tan fazla kişinin tecavüzüne uğrayan 15 yaşındaki M.İ ve 2024 şiddet çetelesine baş harfleriyle yazılacak nice çocuk.
Her bir haberi okuduğumuzda, tanık olduğumuzda öfkeyle doluyoruz. Çocukların kadınların katledilmesinin önünü alamadığımız için kendimize kızıyoruz, bu politikaların yürütücüsü olan tüm sisteme öfkeleniyoruz.
Öfkemizi örgütlemeye, hayatlarımızı sıkıştırmaya çalıştıkları kör noktadan çıkmaya çalışırken katledilen kadınların haberlerini alıyoruz. Mücadele eden kadınların, örgütlerin, derneklerin; aylık, yıllık çetelesini inceliyor geçmiş yıllarla mukayese ediyoruz. 2024 yılının ilk 6 ayında erkekler tarafından 205 kadın öldürüldü, 117 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Ölen kadınların çoğunun bireysel silahla öldürüldüğü, çoğunun aile-akraba erkekler ve çoğunlukla evli olduğu erkek tarafından öldürüldüğünü öğreniyoruz.
Kadın katliamların normalleşmesi, kadınların hayatlarının sayılarla ifade edilmesi alışmanın kendisi olmaktadır. Alışma seyrini, kadınların katledilme biçimlerindeki farklılıkta arayanlar ise ahlaki olarak çoktan ölmüş olanlardır. Ülkemizde katledilen kadınların öldürülmeleri vahşet düzeyinde gerçekleşince daha fazla görünüyor ise bu durum ülkenin de ayıbıdır. Sadece Kasım ayında 33 kadın katledilirken, birçoğu bir haber başlığı olarak geçmektedir.
Münevver Karabulut, Özgecan aslan, Pınar Gültekin, İkbal Uzuner, Narin cinayetleri erkeğin katletme biçiminin vahşeti ile daha fazla gündeme gelirken, iktidar kamuoyunun baskısıyla hareket etmeye çalışmaktadır. Sokağın vicdanı yargının adaletini sağlamaya çalışmaktadır. Sokakta direnen kadınların itirazı, kadınları yaşatmaya çalışmaktadır. Bu ülkede her gün en az 3 kadın katledilmektedir. Bu ülkede kadınların vahşet düzeyinde katledilmelerinin sebebi kadın düşmanı politikaların, cezasızlığı örgütleyen yargının cesaretidir. Nasıl öldürüldüğümüz, kimler tarafından öldürüldüğümüzün önüne geçiyorsa toplumsal vicdanın da bunda sorumluluğu vardır.
Şüpheli ölüm diye ifade edilen, evinde merdivenlerden düşen, yüksekten düşen, intihar ettiği söylenen onlarca kadının öyküsü aynı öfkeyi yaratmalıdır. Nasıl ve nerede öldürülürsek öldürülelim katillerimizin ortakları var. Cezasızlıkla, erkek adalet ile erkek egemen sistemin her kademesi bu suçun organizatörüdür.
Ahlaki politik toplumun gönüllüsü olanlar buna dur demek için olduğu her yerde mücadele ediyor. Çocukları ve kadınları koruyamayanların mahcubiyeti ile bu düzenin değirmenine su taşıyanların haysiyet savaşı başlıyor. En nihayetinde bu ülkede kadınlar ve çocuklar katledilmeye devam ediyor. Üstelik bu durum sadece ülkemizde yaşanmıyor. Sosyalitesi, ekonomik refah düzeyi, kültürel farklılığı önemli olmaksızın sınırları ortadan kaldıran bir paydada tüm dünya kadınları buluşuyor. Dünyanın her yerinde özgürlük eşitlik demokrasi mücadelesi veren kadınların sesleri yükseliyor. Kadınlar direniyor, değiştiriyor ve birbirinden güç alıyor.
*10 yıl boyunca evli olduğu erkek aracılığıyla 50 erkek tarafından ilaçla uyutularak cinsel saldırıya maruz kalan Gisele Pelicot görülen davada gizlilik hakkını reddetmiş; “utanç taraf değiştirmeli” diyerek 51 cinsel saldırı failine hapis cezası verilmesini sağlamıştır.
Suriye’de diktatörlük ile cihadist çete arasında değişen rejim değişikliği karşısında kadınlar Şam Emevi meydanında bir araya gelerek “Allah din için, Vatan herkes için” diyerek özgür demokratik Suriye için seslerini yükselttiler.
*Afganistan da ahlak polisi olan muhtesipler kamuoyunda kadınlara kısık sesle konuşmaları gerektiğini, yüksek sesle konuşmanın ahlaksızlık olduğu dayatması yapmaktadır. Kadınlar “Sesimizi yasaklayamazsınız “diyerek seslerini yükseltmektedir.
*Molla rejiminin yeni baskı yöntemi olan Hijap klinikleri, itaat etmeyen kadınları psikolojik olarak tedavi etme amacı taşırken onlara cevabı sokakta soyunarak protesto eden ve “deli” muamelesi gören Ahoo Deryaei vermiştir.
*Kenya da kadın katliamlarına karşı yürüyen kadınlardan bir ses duyuyoruz “ölüler konuşamaz, peki kim gerçeği söyleyecek onlar için ayağa kalkacak”
*Meksika’lı kadınlar “yorgun, kızgın, öfkeliyiz” diyerek yürürken, Latin Amerikalı kadınlar “cinsiyet apartheid’a karşı antikolonyal ve kesişimsel cephe” diyerek yürüyor.
Tam bu sıralarda Nusaybin’de nöbet eyleminde olan kadınlar sınırın öte yanındaki kadınların mücadelesine güç olmak için “Jin Jiyan azadî” sesleri ile yürüyor.
Bu yazıyı kaleme aldığımda yazı başlığı 2025’ten kadınların beklentilerinin ne olduğuydu. Bir önceki yılın yeni yıl ile bağlamını kurmamız gerektiğini en başta ifade etmiştim. Aynı zamanda dünyanın neresinde olursa olsun kadın düşmanı politikalara cevap vermemiz gerektiği de bu bağlamda kendini ortaya koymaktadır.
Rusya-Ukrayna savaşı başladığında bu savaşın Filistin-Suriye savaşıyla bağını görmeyenler bugün Suriye’deki savaşı da ıskaladılar. Suriye’deki değişime odaklanmayanlar Rojava’ya da kör olacaktır. Yeni bir yıla günler kala Ortadoğu merkezli dünya bir kördüğümü yaşamaktadır. Düğümlerin atıldığı her yerde kadınlar ve çocuklar yer alıyor. Öyle düğümler ki ipin bir ucu ile diğer ucu tüm dünyayı sarmaladıktan sonra aynı yerde buluşuyor. Dünyadaki erkek egemen sistemin savaş ve kadın düşmanı tüm politikaları ulus devlet için tek merkezden düğmeye basılmışçasına eşittir. Nasıl ki savaş politikası erkek egemen zihniyetin bir üretimiyse bunun sonuçları da kadınlar için eşittir.
Savaşın şiddet kültürünü beslediğini, kadınları yoksullaştırdığını, çocukları katlettiğini, doğayı kırımdan geçirdiği bilinmektedir. Bu savaşlar yaşamlarımıza kastediyor. Bu yüzden mücadelemiz ortak. Mücadele eden kadınlar için yeni bir direniş yılına giriyoruz.
Çocukları düşündüğümde katledilen kadınları düşündüğümde mücadele etmenin de artık yetmediğini hissediyorum. Biz kadınlar artık tabut taşımak, yas tutmak istemiyoruz. Katledilen kadınların ardından basın açıklamaları ve yürüyüşler yapmak istemiyoruz. Taşıdığımız dövizlerde bizden koparılan kadınların resimlerini taşımak istemiyoruz. Çöplerin içinde yiyecek arayan kadınları, ayağı çıplak çocukları görmek istemiyoruz. Aydınlatılmamış yollarda arkamızı kollayarak yürümek istemiyoruz. Sesimiz kısılsın istemiyoruz. Utandırılmak istemiyoruz. Sömürgecilerin, sömürgenin sömürgesi olanların işgal ve ilhak savaşlarında yaşamak istemiyoruz. Biz kadınlar itaat etmedik diye deli muamelesi görmek istemiyoruz. Anadilimizi, kimliğimizi inkar edenlerin yönetiminde yaşamak istemiyoruz. Yaşamak istiyoruz. Özgür, eşit, adil bir dünyada kadın kimliğimizle yaşamak istiyoruz.
Biz kadınlar Erkek egemen sistemin sessiz ol oyununda yer almayacak bu oyunun figüranı ya da kahramanı olmayacağız. Erkek egemen sistemin yarattığı tüm muhkem kalelerin yıkılmasını sağlayacağız.
Dincilik, milliyetçilik, ailecilik, cinsiyetçilik başta olmak üzere tüm tuğlaları alaşağı edeceğiz.
Biz kadınlar hapsedilmek istendiğimiz duvarları, aşmayalım istenilen sınırları aşıyoruz. Sesimiz birbirimize artık daha çabuk ulaşıyor. Mücadelemiz birbirimize daha çok değiyor. Yüreğimiz acılarımızı daha çok hissediyor. Umudumuz ve isyanımız birbirine değiyor. Biz kadınlar artık daha çok güçleniyoruz.
Sessiz kalmak mı savaşmak mı diye soranlara savaşmak diyoruz. Bir savaş ki kadın mücadelesinde sonuç alacak, erkek egemen sistemi tasfiye edecek ve sonunda mutlaka kadınların kazandığı bir savaş diyoruz.
İstemek mi dilenmek mi diye soranlara “hak ettiğimizi almak” diyoruz.
Hak ettiğiniz ne diyenlere ise “özgür eşit ve adil bir yaşam” diyoruz