Kadın katillerine kravat indirimi uygulayan erkek-devlet-yargı üçlüsü dünyanın birçok yerinde özsavunmasını kullanan kadınlara ağır cezalar verdi, veriyor… Kuzey ve Doğu Suriye dışında dünyanın hiçbir yerinde kadınlara özsavunma hakkı tanınmıyor
"Bıçağı ölmemek içim aldım."
"Hapiste olmasam mezarda olacaktım."
"Devlet beni korusaydı bu dava olmayacaktı."
"Ben öldürülseydim kader diyeceklerdi, kendimi korumak zorundaydım."
Nevin Yıldırım, Fadik Sağdıç, Hülya Halaçkay, Aylin Işık, Name Öztürk; ismini saydığım ve sayamadığım kadınların tümü kendilerine sistematik şiddet uygulayan, tecavüz eden, varlıklarını inkâr eden erkeklere karşı, hayatlarına sahip çıkmak için öldürmek zorunda kalan kadınlar.
Bunun son örneği Melek İpek. Melek, birkaç gün önce uzun yıllardır kendisine ve çocuklarına sistematik şiddet uygulayan ve işkence eden Ramazan İpek adındaki erkeği öldürmek zorunda kaldığı için tutuklandı. Gözaltına alındıktan sonra sosyal medyada paylaşılan fotoğrafı aslında bizlere Melek'in yaşadıklarını özetliyordu. Güzel gözleri mor ve şişlikten görülmezken, 12 yıldır yaşadığı dehşeti bakışları ile anlatıyor gibiydi bize. Belki Melek o an o tetiği çekmesiydi, medyada Pınar Gültekin cinayetinde olduğu gibi nasıl öldürüldüğünün haberini okuyacaktık. Melek İpek o gün, orada yaşama hakkına sahip çıkmak için direndi. Saatlerce dövüldü, tecavüze uğradı. Buna rağmen de yılmadı, kendisi için, çocukları için yaşam mücadelesi verdi. Bunun için o tetiği çekti, çekmek zorunda kaldı. Ancak erkek yargı onu tetiği çekme noktasına getirenleri değil de, Melek'i tutukladı.
Kadın katillerine ağır tahrik, kravat indirimi uygulayan erkek-devlet-yargı üçlüsü dünyanın birçok yerinde olduğu gibi özsavunmasını kullanan kadınlara ağır cezalar verdi, veriyor. Aslında erkek yargı verdiği kararlarla kadınları içinde bulundukları şiddet sarmalına boyun eğmeye zorluyor. Erkek egemen toplum, toplumsal cinsiyet normları içinde davranmadığı, erkek egemen sistemin ona biçtiği rol ile sınırlı kalmadığı için kadının ölümünü "kader", “alın yazısı”, “bahtsızlık” gibi değerlendirip, normal, sıradan gündelik bir olay olarak ele alırken, erkeğin öldürülmesini anormal, olağandışı görüyor. Erkeğin öldürmesini bir “hak” olarak gören zihniyet, söz konusu kadın olunca suçlu ilan ediyor. Yaşam hakkı için öldürmek zorunda kalan kadınlar, ağır cezalar alıp, ağır bedeller öderken, bir erkek ne kadar ağır bir ceza alırsa alsın, bir-iki yıl içerisinde cezaevinden çıkabiliyor. Aynı erkek çok rahatlıkla yine bir kadına şiddet uygulayabiliyor, taciz ediyor, tecavüz ediyor, ölümle tehdit ediyor, hatta öldürebiliyor ve bunda da hiçbir beis görülmüyor. Erkek yargı sistemi bu nokta da kendini defalarca tekrarlayabiliyor ve kadınlar da tekrar tekrar aynı işkencelere maruz kalıp, aynı sonuçla yüzleşebiliyor. Bu, kadına yönelik saldırıyı meşru görmenin ve meşrulaştırmanın yargı boyutudur. Bir kısırdöngüdür hatta.
Erkek egemen sistem, tüm gerici unsurları ve tüm devlet mekanizmalarını arkasına alarak kadınlara bu şekilde saldırırken, biz kadınların yapması gereken bu şiddete karşı yan yana gelmektir. Birbirimizi 20'inci kattan düşerken tutmaktır, aşağı atanlardan hesap sormaktır. Özsavunmalarını gerçekleştiren kadınların yanında olmaktır. Yanında olduğunu hem ruhsal, hem düşünsel ve hem de fiziki olarak gösterebilmektir.
Yasal olarak kısmen de olsa Kanada'da sistematik olarak şiddet gördüğünü kanıtlayabilen kadınlar "genişletilmiş" meşru müdafaa yasası çerçevesinde kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldürmeleri durumunda ceza almıyor. Fakat Kanada’da bu uygulamada da ciddi sorunlar var. Çünkü kadınların gördükleri sistematik şiddetten psikolojik olarak etkilendiklerinin ve davranışlarından sorumlu tutulamayacaklarının uzman bir kurul tarafından raporlanması gerekiyor. Fransa'da da kadın hakları savunucuları benzer bir yasa teklifinde bulundu. Fransız bazı kadın hakları savunucuların sunduğu yasa teklifi ise; kendilerine şiddet uygulayan şahsı öldürmek zorunda kalan kişinin meşru müdafaa kapsamında yargılanması, meşru müdafaa durumunun olmadığı iddia edilen durumlarda ise "öldürülen" kişinin savunması tarafından ortada bir şiddet olmadığının kanıtlanmasını öngörüyor. Kısaca; Kuzey ve Doğu Suriye dışında dünyanın hiçbir yerinde kadınlara özsavunma hakkı tanınmıyor.
Oysa her canlının bir savunma mekanizması vardır. Her canlı kendine özgü savunma sistemiyle hayatta kalmayı hedefler ve kalır. Belki de buna en iyi örnek güldür. Gülün özsavunması dikenleridir. Bir diğer örnek ise bulunduğu zemine göre renk değiştiren bukalemundur. İnsan dahil birçok canlıda kirpikler gözün özsavunma aracıdır.
Yine her canlının olduğu gibi insanlarında kendini savunma, koruma, fiziki ve kültürel varlığını ileri taşımak için özsavunmasını geliştirme ve uygulama hakkı vardır. Özsavunma kendini var etmektir. Günümüzde kadına savaş açmış bir sistemde kadınların kendini var etmek, koruma ve geliştirme sorunu ciddi bir sorundur. Artık kadınların kendi özsavunma mekanizmalarını oluşturmaktan başka bir seçenekleri yoktur. Neden mi? Çünkü; kangrenleşmiş erkek egemenlikli kapitalist sistem, kadının düşünsel, kendine has bakış açısını, rengini, hayat felsefesini, tarihini ortadan kaldırmak için topyekûn bir saldırı halindedir. Saldırılarında sınır tanımıyor. Bu saldırılarını fiziki soykırıma kadar taşırmış bulunuyor. Yani her boyutuyla bir kadın kırımı yaşanıyor.
Bunun en acı örneğini 2014'te DAİŞ’in Şengal'e yönelik saldırısında gördük. Bir gecede binlerce kadın, erkek egemenliğinin zirve yapmış hali olan bu karanlık çete örgütü tarafından kaçırıldı, tecavüze uğradı, katledildi. Şengal fermanı kadınlara özsavunmanın önemi açısından çok öğretici oldu. Çünkü 3 Ağustos 2014'te DAİŞ tarafından kaçırılan kadınların tümü bir devlet yönetimi altında yaşıyordu. Bu devletin toplumu koruması gereken ordusu, polisi, çeşitli askeri güçleri vardı, en önemlisi de “Peşmergesi” vardı. Yine bu kadınların aileleri vardı, yani babaları, erkek kardeşleri, eşleri, oğulları… Ancak bunların hiç biri 5 binden fazla kadının kaçırılmasını engelleyemedi. Bu güçler o kadınları koruyamadı.
Bu nedenle katliamdan kurtulan kadınların ilk tercihi kendilerini koruyabilecek bir özsavunma gücünü oluşturmak oldu. Yani kadınlar silah kuşanarak, bin yıllardır dayatılan köleliğe isyan etti ve yaşamlarını artık hiçbir erkeğe emanet etmedikleri gibi kendi kendilerini savunmanın mekanizmalarını da oluşturdu. Bunun toplumsal ayağını da geliştirdi.
Erkek egemen zihniyet ve kodlarına karşı 40 yıllık mücadele mirasına sahip olan Kürt kadınları, askeri, siyasi ve toplumsal alanda önemli mevziler kazandı. Cins mücadelesi toplumsal mücadeleye ve kadın örgütlenmesine dönüştü. Kadın özgürlüğü temelinde yeni bir toplumun filizlendiği bu süreçte kadına yönelik saldırılar daha da arttı. İşte en son Melek İpek olayı buna bir örnektir. Hayatını kurtarmak için öldürmek zorunda kalan Melek İpek'in tutuklanması, Musa Orhan'ın tecavüzüne uğradığı için İpek Er'in intihara sürüklenmesi, Kürt çocuklarının Efrîn'den kaçırılarak Arap ülkelerinde köle pazarlarında satılması bir toplumsal kırımdır. Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel gibi kadın öncülerin demir parmaklıklar arkasında tutulması özgür kadın kimliğine dayalı oluşturulmak istenen toplumsallığa yönelik planlı, sistematik bir saldırıdır.
Bu saldırılarla kadın her türlü saldırıya açık hale getirilmek isteniyor. Bizzat kadının iradesini ve varlığını hedef alan bu düşmanca saldırıları göğüslemek için kadınların sadece yan yana gelmesi değil, birlikte mücadele etmesi hayati önemdedir. Ataerkil, kadın düşmanı bu devlet, kadın örgütlerinin parçalılığından güç alıyor. O yüzden birlikte mücadele etmek her bir kadın açısından şarttır. Unutulmamalıdır ki, kadınlar adına elde edilen her kazanım tüm kadınların kazanımıdır ve bu kazanımlar tüm kadınlar tarafından sahiplenilmeli ve savunulmalıdır. Siyasal olarak savunulmalı, ekonomik olarak savunulmalı, toplumsal olarak savunulmalı ve en önemlisi de gerektiğinde askeri olarak özsavunma çerçevesinde yaşam hakkı savunulmalıdır.