Ortadoğu'da kadın için kafesin kapısı asla açılmadı ve her siyasal iktidar ve örgütlenme kafesin anahtarını kendi elinde tuttu. Dolayısıyla kafesin genişletilmesi özgürleşmek ile anlamlandırılamaz.
20.Yüzyılın başından itibaren Ortadoğu’da kadın; özgürlüğünü konuşuyor, örgütleniyor. Bilindiği gibi ulus, din, sınıf eksenli sorunların ilişkisi ve çelişkisi içinde kadının özgürlüğünü gündeme getirmek dahil oldukça güçtür. Hâkim olan dincilik ve milliyetçilik bütün diğer kimlikleri kendi bünyesinde eriten, baskılayan bir coğrafyada özgürlük adına söz söylemek gerçek anlamda cesaret gerektiriyor.
Son yüz yıldır Ortadoğu coğrafyası seküler ve dini iktidarlar arasında el değiştiriyor. Dincilik Doğunun en hâkim, dogmatik ideolojisi iken sekülerizm Batı’dan ithal edilen, sermayenin çıkar odaklı ideolojisidir. Daha çok ulus devlet şeklinde kendini ifade etmektedir. Biri dini diğeri ulusu eksen alarak toplum üzerinde hakimiyetini kurmak, toplumu düzenlemek istiyor. Kadının statüsü ise bu iki siyasal iktidarın el değiştirmesine bağlı belirlendi. Dincilik ile laiklik arasında kadının statüsü konusu; Kadının evden çıkıp çıkamayacağı, kapalı-açık olup olamayacağı, belli işlerde çalışıp çalışamayacağı oy kullanıp kullanamayacağı gibi sınırlı belli bir aralıkta gidip geldi. Bu aralıkta duran kadın için mücadele bazen hayatta kalmak bazen de çalışmak olarak şekillendi. Sekülerizm dinin kadın üzerindeki baskısını hafifletirken, “Milletine, vatanına, düzenine bağlı, hayırlı kadın” tipini yaratmayı hedefledi. Kadın her iki düzende de belirlenmiş bir misyonla yer buldu kendine; dincilik pozisyonu açıkça erkek iktidarı olarak ilan ederken, sekülerizm ise kendi iktidarına fayda sağladığı ölçüde kadına alan açtı.
Milliyetçilik ve dini gericilik Ortadoğu'nun katılaşmış iki kimliğidir. Ancak çoğu zaman bu iki kimlik iç içe geçerek de kendini yeniden yapılandırıyor. İtaatkâr, iffetli kadın ile vatansever kadın birbirine zıt gibi görülen bu iki ideolojinin kadına uygun gördüğü statülerdir.
Dolayısıyla bu coğrafyada kadınların özgürlük mücadeleleri büyük oranda hak mücadelesidir. Yaşama hakkı, çalışma hakkı, konuşma hakkı, bedeni üzerinde söz söyleme hakkı vb. zaman zaman kimi kazanımlar elde edilse de bu haklar kalıcılaştırılamadı. İktidarın değişmesi ile kazanılmış haklar ya kısıtlandı, gasp edildi ya da büyütüldü genişletildi.
Buna karşı kadın örgütlenmeye gitti. Ancak geniş anlamda Doğu'nun baskın kimlik çeşitliliği sebebiyle özel olarak örgütlenemedi. Önemli oranda da ulusal mücadele zemininde örgütlenme şansı buldu. Öte yandan belli sınırlar içinde sınıfsal mücadele zemininde de aynı şekilde sınırlı örgütlenme olanağı buldu. Ulus ve sınıf tanımına, perspektifine uygun ve yararlı olduğu düzeyde kadına alan açıldı.
Her durumda denetimli ve belirlenmiş bir alan tanındı kadına. Bu bir tutsağın tutulduğu kafesin yaşayabileceği kadar genişletilmesi, ölebileceği kadar daraltılmasına benziyor. Ortadoğu'da kadın için kafesin kapısı asla açılmadı ve her siyasal iktidar ve örgütlenme kafesin anahtarını kendi elinde tuttu. Dolayısıyla kafesin genişletilmesi özgürleşmek ile anlamlandırılamaz. Kafesin genişletilmesi daha çok hareket denk düşer, böyle ifade edilebilir.
Kadının mevcut statüsü genellikle toplumsal cinsiyet rolleriyle açıklandı. Ki önemli ölçüde de doğrudur da. Çokça tanımlanan kadınlık ve erkekliğin biyolojik olmaktan öte birer kültürel kimlik olduğu açıktır. Kültürel icatlar olan bu kimlikler topluma kabul ettirildi. Dilde, davranışta bütün ilişki biçimleri toplumsal cinsiyet rolleri ile belirlenmiş. Kadının mutfak köleliği ile erkeğin mutfak egemenliği kültürel kodlarla sabitlenmiştir. Anne, bacı, eş, sevgili olan kadın ile baba, koca, abi olan erkek; hem kadın ile erkek arasındaki statüsü hem de iki cinsin toplumdaki statüsü olarak belirlendi. Kadına karşı her türlü haksızlığın, tecavüzün, şiddetin kapısını da bu kültürel kodlar açmaktadır.
Toplumsal cinsiyet rolleri sorunun evrenselliğine de işaret etmektedir. Ki kadınlar sorunun evrenselliğine de bu çerçevede dikkat çekmektedir. Buradan hareketle tanımlamaya, mücadele yöntem ve araçlarını geliştirmeye çalışmaktadır. Ortadoğu'da da kadınlar bu temelde çeşitli örgütlenmelere gitti. Gerek feminist söylemle gerekse de mücadele halindeki farklı kimliklerin bünyesinde kendine alan açarak örgütlendiler. Mücadelenin amacı önemli oranda toplumsal cinsiyetçiliğin reddiydi. Çeşitli araç ve yöntemler geliştirildi. Sorunun çözüm perspektifi her akım için farklılık gösterse de belirli ölçülerde tümü doğruydu. Eğitim hakkı, ekonomik bağımsızlık, ulusal ve sınıfsal kurtuluşa bağlanma, siyasi zeminde temsil edilme, kadına karşı işlenen suçlara ses yükseltme, eyleme geçme vb. her ne kadar beklenen sonucu elde etmemiş olsa da gündemleşmesi ve “başka türlü yaşamak mümkün” diyebilmek adına anlamlı çabalardır.
Ne ki kadının özgürlük sorunu salt toplumsal cinsiyet rolleri ile (kültürel kodlarla) açıklanamıyor. Son yüzyıllık kadın mücadeleleri ve deneyimleri teorik düzeydeki tartışmalar devlet sisteminin, siyasi iktidarın bu kültürel kimliklerden hem beslendiği hem de beslediğini gösterdi. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet kültürel kimlik olmanın yanı sıra ideolojik-politik kimliklerdir de. Toplumsal cinsiyet rollerine karşı mücadelenin ideolojik-politik mücadele olmadan başarıya ulaşma şansı yoktur.
Burada evrensel düzeyde kadın örgütlenmesine neden başarılamadığını da değerlendirmek mümkündür. Çünkü bir devlet- iktidar sorunumuz da vardır. Ve bu konuda kadınlar arasında bütünlüklü bir görüş birliği çıkmıyordu. Örneğin ezilen ulusa mensup kadınlar, devlet politikası olarak tecavüze uğradığında egemen ulusa mensup kadınların bu şiddeti toplumsal gericilikle izah etmesi devletin rolünü gizleyen bir örtü olabildi. Yine ezilen inançlara sahip kadınların kaçırılması, satılması da kimlikle bağı kurulamadan değerlendirildi. Seks köleliğinin de devlet politikası ile ilişkisi anlaşılmadı. Başı kapalı-açık kadın gündeminin de ideolojik gündemler olduğu gerçeği yeterince irdelenemedi. Kadının ulusal mücadeledeki yeri kadının özgürlük arayışına bağlanmadı. Oysa Ortadoğu’da kadınlar sadece kadın oldukları için değil, aynı zamanda mensup oldukları ulus, inanç ve sınıfa göre de tecavüze uğruyor, öldürülüyor, köleleştiriliyor. Tüm bu özgünlük ve farklılıklar yeni anlamlarıyla özgürlük sorununu kadınların gündemine getirdi demek yanlış olmayacaktır.
Özgürlüğü konuşmak
Serbestlik ve özgürlük arasındaki fark liberal ideoloji tarafından fululaştırıldı. Hareket serbestliğinin özgürlük olanağı yarattığını düşünebiliriz. Ama kendi başına özgürlük değildir. Politik bir tanım olan özgürlük kendi varlığını bilinçli olarak katma, gücünü değerlendirme ve bunu başkaları ile farkında olarak (iradesiyle) eylemektir. Özgürlük felsefi açıdan da değerlendirildiğinde tekil anlamda bozuma uğradığı görülür. Özgürlük ilişki halindeki bireyin bilinçli davranışı, katılımıdır. İlişki ise yaşamın, toplumun temel belirleyenidir. Politik özgürlüğün, değeri yaşam ve yeni toplum kurmaktır.
Kadının özgürlüğü dediğimizde aynı zamanda yeni yaşam ve yeni toplumdan da bahsetmiş oluyoruz. Toplumsal alanda kadının sözünün, eyleminin gücü özgürlük düzeyini gösterir. Aynı şekilde toplumun özgürlük düzeyi kadının statüsüyle değerlendirilir. Kadının mevcut siyasal düzen ve toplum içinde kendine alan açma çabası ne mümkündür ne de özgürleştiricidir. Bu düzen içinde kadının yaşam hakkı talebi haktır fakat yaşamı korumak için politik olarak kendini örgütlemesi onu özgürleştirir. Kadının özgürlüğü alternatifini yarattığı düzeyde gerçekleşir.
Özgürlüğü mümkün kılan düzen demokrasidir. Demokratik yönetim ile sorunlar çözüme kavuşabilir. Toplumsal düzen inşa edilebilir, kimlikler kendini tanımlayabilir. Halihazırda hiçbir devlet düzeni (ister şeriat ister laik olsun) başka temiz bir toplumsal düzen ve cinsiyet rollerini gündemine alabilir. Her devlet biçimi kendine yarar getirecek rolleri topluma dayatır. Mevcut devlet düzenleri toplumsal cinsiyetçiliği kendi yararına görüyor. Kadına yönelik toplumsal denetim kültürü devletin öngördüğü toplumsal düzene uygundur. Çünkü toplum kadını belli sınırlarda (daha çok biyolojik) tutarken aynı zamanda kendisi üzerinde de oto denetim kurmuş oluyor. Kadını biyolojik sınırda tutan toplumun devlet tarafından kontrol altında tutulması da kolaylaşıyor. Bu nedenle devlet düzenleri kadının toplumsal statüsü ile özellikle ilgilenir. Biyolojik fonksiyonlarını bile kendine göre düzenler. Ve bu düzenlemenin denetimini erkeğin eline bırakır. Bu görevi de erkeklik olarak onurlandırır. Hukuk, sağlık, eğitim gibi devlet mekanizmaları toplumsal cinsiyetçiliğin korunmasını sağlar. Dolayısıyla kadın köleliği devletin organik yapısına uygundur. Devlet kimlik belirimcidir. Kimlikleri kabul etmez, belirler. Toplumsal mücadeleler zaman zaman kısmi iyileştirmeler yapsa da devlet çıkarına uygun düzeni korur. Yani biz cins olarak, ulus olarak, sınıf olarak devlet nezdinde belirlenmiş olanız. Biz hukukta, eğitimde olan neyse oyuz. Biz bu düzende ne kadar konuşabiliriz? Ne kadar özgürlük alanına sahip olabiliriz?
Demokrasi belirlenmiş olmaktan belirleyen olmaya çağrıdır. Kadınlar haklı olarak yaşama, konuşma, varlığını anlamlandırma talebinde bulunuyor, mücadele ediyor. Demokrasi yaşam kurma inisiyatifidir. Tarih ne yazık ki toplumsal cinsiyetçiliği aşan bir demokrasi bilincine şahit olmadı. Tarihte bütün demokrasi deneyimleri belli sınırlar dahilinde yaşama geçirildi. Bazen devlete eklemlendi bazen kontrolünde oldu. Yani yaşanan ihtiyaç duyulduğu kadar demokrasiydi. Bunun en somut kanıtı bütün bu demokrasi deneyimlerin kadın kimliğini dışlamış olmasıdır. Ama bu vasat, soluk demokrasi deneyimleri bile özgürlük istencini diri tutmaya yetti.
Bütün ulusal kimlikleri milliyetçilikle baskılayan ulus-devlet, bütün farklı inançları bir inancın hegemonyası altında tutan din merkezli devlet düzenleri ve bunların pekiştirdiği toplumsal (aynı zamanda devletçi) cinsiyetçilik sorunların temelli ve bunların reddiyle toplum kendi kimlik topluma kendi kimlikleriyle anlamını yeniden kavuşabilir. Bu da demokratik bilinç ve sistemle mümkündür. Kadının da kendini demokratik güç olarak tanımlayıp örgütlemesi özgürlük mücadelesinin doğrultusu için kaçınılmazdır.
Bu anlamda kadın politik bir kimliktir. Kadının kölelik statüsünün temeli de ideolojik-politiktir. Bütün kimlikler canlılar gibi kendi öz nedenleri ile vardırlar. Anlamı kendisindedir. Belirlenmiş, başkası için belirlenmenin tahakkümle mümkün olduğunu ve politik, ideolojik bir amaç yürüttüğünü söylemek lazım. Sorunun kaynağının politikliği kadını da politik bir kimlik olarak öne çıkartıyor. Öte yandan “neden kadın?” sorusunun cevabı da aynı şekilde politiktir. Köklerinde, aramak lazım sorunun cevabını. Günümüzün rahim merkezli kadınından;(cinsel obje ve annelik vasfı) çok çok gerilere, zekâ merkezli kadın gerçeğine uzanmak lazım. İlk toplumsal düzenden, özgürlüğün ilk kurumlaşmasından, ilk demokratik yönetim tarzından ve kadının toplumsal misyonundan aramak lazım.
Açık ki kadının özgürlük sorununun bir ucu tarihin hegemonyasına uzanır. Bir tarih var ve onun hegemonyası altında da kadın var. Yazılan ve yazanın aşikarlığı elbette sorgulamayı zorunlu kılıyor. Evet, kadın bütün egemenlerce belirlenen tanımlara isyan ediyor, “ben bu değilim, ben başkasıyım, evet bir örneğim yok ama ben ‘bu sensin’ denilenden başkayım” diyor. Ama yetmiyor. Bunu başka kadınlarla söylemeli. Daha eskilerden gelmeli bu ses, tarihin derinliklerinden. Birey kendini hafızası ile biliyor. Bir insan hafızasını kaybettiğinde ilk sorusu “Ben kimim?”dir. Başkasının refakatına bağımlı yaşar ve refakatçi ne bilgi verirse o’dur, o olur. Toplumlar da böyledir. Hafızası ile kendini bilir toplum. Kadının tarihine ihtiyaç var, hafızasına ihtiyaç vardır. İşgalci ve sömürgeci iktidarların her zaman tarih kaçırma gibi bir yöntemi vardır. Halkların tarihi kaçırıldı, kadınların tarihi kaçırıldı, inançların tarihi kaçırıldı dolayısıyla “düzeltilmeden” önce neydi kadın sorusunun cevabı bilmeye değerdir.
Tarihi bilme kadını grup olmaktan “kamu” olmaya taşır. Erkeksiz, erkeği dışlayan “kadınların dünyası, düşüncesi değildir bu. Kadının politik kimliğini bilincine vurgudur. İkinci dalga feminizm ile birlikte kadınlar deneyimlerini paylaşarak yaşadıklarını ifşa ederek bu bütünlüğe ulaşmaya çalıştılar. Kadınlar bu deneyim paylaşımıyla yaşadıklarının ortak olduğunu gördüler. Bu ortaklık toplumsal cinsiyet rollerine dayandırıldı. Ki, yerinde bir çıkarsamaydı. Perde arkasına uzanan kimi feminist akımlar devlet rolünü de ifşa etti. Bu da önemli bir gelişimdi. Deneyimdeki ortaklık politik bir kimlik düzeyinde olgunlaşmadı ne yazık ki. Aynı zamanda ideolojik-politik kimlik de hem fikir olmayınca ortak mücadele zemini oluşmadı, “kamu”ya dönüşmedi. Yine coğrafyaların özgünlüğü, devlet biçimlerinin yanıltıcılığı (seküler devletlerin özgürleştirdiği yönlü yanılgı gibi), milliyetçi ve dinci gibi unsurların öne çıkması ve tüm bunların kadınların özgürlük gündeminde önceliklerin, değişmesine sebep olması kadını kamu olmaktan alıkoydu. Elbette zaman zaman kadınlar başka kadın gruplarının baskısını hissetti. Doğu ve batı arasında oluşan endişenin giderilmediğini de belirtmek gerekiyor. Sorunun evrenselliğine aşırı vurgu özgürlükleri geri planda tuttu. Demokratik yöntem ve ilişki biçimleri bu handikabı kırabilir. Özgünlükleri tanımak için dayanışmayı büyütmek güçlü mücadele bağları kurmak elbette daha gerçekçi görünüyor. Politik dayanışma kavramı ile evrensellik değer kazanabilir.
Her söylem, her özgürlük vurgusu kadının örgütlenme ihtiyacını açığa çıkartıyor. Şu çok açık ki kendisi ile tanımlanmamış tek kimlik kadın. Özellikle Ortadoğu'da böyledir bu. Varlık nedeni kendisi olmayan tek canlıdır. Yaşamın biyolojik olmayan diğer bütün alanlarında meşruluğu bu yüzden olmayan başka bir varlığın, sonucu olarak var olan varlık. Varlık nedeni başka varlıkların ihtiyacı üzerinden açıklanır. Bilimcilik, dincilik ve her türlü ideolojik argüman böyle teorileştirdi; doğa olan kadın, biyolojik varlık olarak anlamı olan kadın. Hemen bütün filozoflarca varlığın en alt katmanı “biyolojik varlık” olarak tanımlanır. Yani kadın kültürel olarak olmayan ama varlığın en alt katmanı olarak var olandır. Varlık nedeni kendisi olmayan için daha fazlası söylenemez. Toplumsal cinsiyetçilik ve devlet politikası bu felsefik altyapıya sahiptir, buradan beslenir.
Özgürlük her zamankinden daha gerçek ve mümkün
Örgütlenmek başka hiçbir sebep olmadan, varlığının tek nedeninin kendisi olmasıdır. Bunun kurumsallaşması, kamulaşmasıdır. Başka türlü özgürlük olmaz. Örneğin başı kapalı veya açık olarak tek başına özgürlük ölçüsü değildir. Çünkü iki durumda da kendisi için değildir. Çalışıp çalışmamak, çocuk yapıp yapmamak vb. konuları dayatma ile kabullenmek değil örgütlenerek tüm bunları kendi adına yeniden yorumlayıp mücadelesini verebilir. Örgütlenerek kendisi alan açabilir.
Örgütlenmek güç birliği eylem olanağı olduğu kadar düşüncenin şekillendiği, oluştuğu zemindir. Bu anlamda “Jin, Jiyan, Azadî” söylemi kadının örgütlülüğünün ve devriminin sembolik söylemidir. Ama özgürlük anlayışının en sade ifadesidir de. Rojava ve Rojhilat deneyimleriyle, birikimi ile hayat buldu, şekillendi. Bu politik duruşun söylemleşmesi olan “Jin, Jiyan, Azadî”nin Ortadoğu'da bir ifadeye kavuşması kadını sistemsel sorgulaması ve politik karşı çıkışıyla, örgütlülüğüyle ilgilidir. Özellikle Kürt kadınların örgütlülük düzeyi kadın, yaşam, özgürlük denkleminin teorik altyapısının güçlü kurulmasına ön ayak oldu. Ve bu düzey “Jin, Jiyan, Azadî” sembolik söylemini evrenselleştirdi.
Şunu belirtmeliyiz ki, "Jin, Jiyan, Azadî" söylemi özgürlüğün de perspektifini sunuyor. Ortadoğu denkleminde Rojava ve Rojhilat-İran deneyimleri kadın özgürlük arayışında değerlendirilmeyi hak ediyor. Gerek perspektifi gerekse de örgütlülük düzeyi ve politik duruşuyla… İncelendiğinde görülecektir ki bu deneyimlerde sistem içi hak talebi yoktur. Erkek tahakkümü sistemin, reddi, toplumu, yaşamı yeniden demokrasi ve özgürlük ilkeleri ile kurmak iddiası vardır. Bu, Ortadoğu kadınları için birleştirici olma özelliğine sahiptir. Başarma olanağı örgütlülük ve dayanışmadan geçiyor. Özgürlük her zamankinden daha gerçek ve mümkündür.
Kaynakça
- İslami Feminizmler-Derleyen – Zehra Ali
- Üçüncü Dünyada İkinci Cins – Miranda Davies
- Kadinlar, Direniş ve Devrim-Sheila Rowbotham
- Kadın Olmak Yaşamak Yazmak – Fatmagül Berktay
- Dipnot (Jineoloji Dosyası)
- Çeşitli Üniversitelerin Tez Yayınları