Aslında kadına yönelik şiddet olaylarındaki cezasızlığın, kadının sistematik olarak toplumsal, siyasal ve ekonomik alanın dışına itilmesi ile bağını görüp tamamen ideolojik ve örgütlü bir şiddet ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz
Yazıya başlarken katledilen kadınların verilerden ibaret olmadığını, tek bir kadının katledilmesinin dahi bir mücadele gerekçesi olduğunu, yazıdaki verileri ise sadece kadın kırımının vardığı düzeyi ortaya koymak için kullandığımı belirmek isterim…
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu twitter hesabından yaptığı bir paylaşım ile İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi sonrası kadın cinayetlerinin yüzde 26 oranında azaldığını ileri sürdü. Peki gerçekten bir azalma oldu mu, ya da İçişleri Bakanı neden böyle bir paylaşım yapma gereği duydu.
Türkiye'de kadın katliamları ne İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından sonra ne de önce azalma eğilimi göstermedi. Tam tersine son 20 yıldır Türkiye'de kadın cinayetleri korkunç bir artış gösterdi. Bu artış 2021'de de devam etti/ediyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Mart ayı verilerine göre 28 kadın katledildi, 18 kadın ise şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Basına yansıyan haberleri derlediğimizde 20 Mart ve 20 Nisan tarihleri arasında en az 29 kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirirken, şiddet türleri de arttı. Başta ülkeyi yönetenler olmak üzere erkeklerin bir 'zafer' gibi karşıladıkları İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının üzerinden henüz geçen 58 saatte ise üst üste kadın cinayetleri haberleri geldi; 7 kadın katledildi, 1 kadın canını zor kurtardı, 1 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.
Hemen ardından da İstanbul Sözleşmesi’nin 'gereksiz olduğunu' ileri süren açıklamalar yapıldı, AKP Kayseri Milletvekili Hülya Atçı Nergis, 31 Mart’a yaptığı bir konuşmada kadın cinayetleri ile ilgili "O kadınları öldürenleri yetiştirenler de kadınlar. Hiç mi kadınların payı yok bu şiddette?" diyerek, kadınları suçlama cüretinde bulundu. Bu saldırıların bir boyutu da sosyal medya üzerinden yürütüldü. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına tepki gösteren kadınlar hedef alındı, tecavüz ile tehdit edildi, hatta #12Nisan etiketiyle kadınların tecavüze uğramasını, katledilmesini teşvik eden paylaşımlar yapıldı.
Sokağa çıkan kadınlar ise polisin saldırısına uğradı, tüm Türkiye'de yüzlerce kadın gözaltına alındı. İstanbul Sözleşmesi’ni sahiplenmek için sokağa çıkan kadınların etrafında polis barikatlar oluştururken, kadın katilleri ellerini kollarını sallayarak cezaevlerinden çıktı yeni kadın cinayetleri işledi. Örneğin 21 Mart günü infaz düzenlemesiyle birlikte serbest bırakılan Besat Doğan isimli erkek, Rabia Doğan’ı katletti. Emniyet binasının önüne gelen failin arkadaşları, tezahüratlar eşliğinde cinayet zanlısını kutladı. Birçok şiddet faili erkek, avukatlarıyla yaptıkları görüşmelerde, “İstanbul Sözleşmesi feshedildi ben çıkabilecek miyim?” sorularını sormaya başladı. Boşanma aşamasında olduğu Fatma Hülya Yıldız’ı işkence ederek öldüren Mehmet Nevzat Yıldız, yargılandığı davanın duruşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine atfen “Deliller varsa beni yargılayın” diyerek kendisini savundu, Pınar Gültekin'i katleden fail erkek Cemal Avcı ise duruşmada "benim ile zorla birlikte olan bir eskortu" diyerek Pınar'ı suçlamaktan geri durmadı. Peki kadın katilleri bu cesareti, bu cüreti nereden alıyor?
Kadın katliamlarını İstanbul Sözleşmesi'ne bağlayanlar, kadına yönelik şiddet faillerine cesaret verenler değil midir? Yani kadın katliamlarının ve kadına yönelik şiddetin bu denli artmasının temel etkeni mevcut iktidarın politikalarıdır. Hukuksuzluk ve cezasızlık belki de en can alıcı nokta. Kadın cinayeti failleri cezasız bırakıldıkları gibi yapılan ceza indirimleri de başka kadınların öldürülmesine neden oluyor.
Peki neden bu cezasızlık? Cezasızlık, erkek egemen devlet tarafından sistemin kölesi olarak gördüğü başta kadınlar olmak üzere tüm "ötekilere" yönelik gelişen ve hukuken cezai yaptırım öngörülen tüm cinayet ve saldırılarda sistematik olarak uygulanıyor. Kadınlara, Kürtlere, Alevilere, Hıristiyanlara… Yani devletin kendi sürdürülebilirliği için bir tehdit olarak gördüğü tüm kesimlere uygulanıyor…
Meseleye kadın katillerine uygulanan cezasızlık üzerinden bakarsak, aslında kadına yönelik şiddet olaylarındaki cezasızlığın, kadının sistematik olarak toplumsal, siyasal ve ekonomik alanın dışına itilmesi ile bağını görüp tamamen ideolojik ve örgütlü bir şiddet ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Kadın düşmanı bir sistem
Peki kadın katillerini cezasızlık ile ödüllendiren bu yargı, hayatını korumaya çalışırken öldürmek zorunda bırakılan kadınlara nasıl yaklaşıyor?
Kendisine işkence eden evli olduğu erkeği öldüren ve zaten işkence izleri, medyaya yansıyan fotoğraflarında da görülen Melek İpek hakkında savcılık “kasten öldürme” suçundan müebbet hapis istedi. Daha sonra Melek kamuoyu baskısıyla serbest bırakıldı. Nevin Yıldırım gibi özsavunmasını kullanan onlarca kadın ise hala tutuklu. Uzun lafın kısası varlığını kadın düşmanı ilkeler üzerinden oluşturan devletçi bir yargıdan kadınlar için adalet çıkmaz.
Kadın katliamları ile mücadele açısından kadın katillerine ceza indirimi uygulayarak salıveren, yaşamlarını savunan kadınları müebbet hapis cezası ile cezalandıran bu sistemin ideolojik temelini ataerki, iktidar ve devletin oluşturduğunu görerek, daha sonuç alıcı çözümler üzerinde durmak gerekir. Bu da toplumun tüm katmanlarına yayılan 7'den 70'e, örgütsüz kadın kalmamalı şiarını temel alan örgütlü bir mücadele demektir. Kadına yönelik şiddetin kültürel ve sosyolojik boyutu ile mücadeleyi de kapsayan daha bütünlüklü bir mücadele hattı örebilmek gerekir.