“Bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır. Bir de yarınlar için direnenler” Adnan Yücel
1980 öncesi ‘78 gençliği neler yaşadı? Bugünün gençleri veya bunu yaşamayanlar bu kuşağı nasıl anlamalı? Dergi’nin bu sayısına böylesi bir tarihsel süreci yazarken koca bir tarihi gençliğimizi, ideallerimizi, devrim ve sosyalizm mücadelemizi kısacık yazıyla ifade etmek elbette mümkün olmayacaktır. Doğaçlama ve yaşanmışlıkları anlatacağımız kısa makaleden dolayı okuyanlardan özür dilemeliyim.
Her şeyden önce ‘78 kuşağı Faşist diktatörlüğün ülkedeki en ağır baskıcı koşullarında devrimci mücadele yürüten bir kuşaktı. Bir taraftan dişe diş bir mücadele yürüten gençlik, kadın, işçi ve emekçiler, dünyadaki farklı devrimci hareketlerden etkilenerek ülkede bu doğrultuda ideolojik politik mücadele yürütüyorlardı.
Kuşkusuz Türkiye sol hareketi reel sosyalist pratikleri örgütsel mücadele süreçlerinde rehber aldıkları ya da etkilendikleri ideolojik merkezin eksikliklerini de beraberinde örgütsel süreçlerine taşıyacaktı.
Örneğin, günümüzde yoğunca tartışılan ulusal sorun, kadın sorunu, ekoloji sorunu, inanç sorunu vb. gibi günümüzde yakıcı olan sorunlar devrim sonrasına ertelenmişti.
Türkiye’de Kürtler, Aleviler, kadınlar, emekçiler, yoksul genç kuşaklar o dönem etkilendikleri örgütlerde mücadele ediyorlardı. Gözünü budaktan sakınmayan sisteme kafa tutma cesareti göstermiş zıpkın gibi gençlerdik. İnançlıydık o dönem devrimci bilinçle donanmış ve halka devrim borçluyduk. Tartışıyorduk devrim kırlardan kentlere mi? yoksa kentlerden mi köylere? olacak. “Tam Bağımsız Türkiye, Faşizme Ölüm, Halka Hürriyet” diyerek sokakları inletiyorduk.
Mesela Mark’sın, Lenin’in kitaplarını ezberliyorduk ve toplantılarda konuşmalarımızda örnek vermezsek yeterli olmazdı… Sosyalizm gelecek biz dünyaya örnek olacaktık, inançlıydık, risk almıştık, sakınmayan, arkasına bakmayan dolu dizgin koşanlardık, bunu kimimiz canlarıyla ödedi, kimisi işkencelerde katledildi geriye anıları mücadeleleri ve adanmışlıklarına bağlılığımız kaldı.
Bize ait olanı anlatmak! Daha önce ifade ettiğim gibi reel sosyalist öğreti tartışılmaz, tapınma derecesinde secde edilirdi ve tartışmadan korkulurdu. Ülkede en yakıcı sorunlardan biri olan kadın meselesi örgütsel ortamlarda tartışılmaz. Zira tartışılsa da Feministlikle ‘suçlanma’, ‘dışlanma’ kaygısı kadınlar tarafından dile getirilmese de yaşanırdı.
Kadın meselesinde yeterli bilinç olmasa da cılız itirazlar, ayak diremelerimiz örgüt içinde dışlanma korkusu yaratırdı. Erkeklerin kadınları görmeme hali kadınların örgüt içinde edilgen ve erkeklerin ardılı bir ortam yaratmaktaydı. Başucu kitabımız “Kadın ve Sosyalizm” okuyup erkeklerle tartışmaya açtığımızda “yoldaş güçlerimizi bölmeyelim, devrîm olduğunda zaten hepimiz kurtulacağız kadınlarda özgürleşecek” denirdi.
O zaman ben de kadın yoldaşlarım da geri adım atmak zorundaydık. Çünkü devrimin yakın olduğuna inanıyorduk. “İnanmayacaksınız haftaya devrim olacak” diyen arkadaşlarımız bile vardı. O zamanlar sanırım ben daha temkinliydim “yok haftaya devrim olmaz ama, belki seneye devrim olur” diye bir opsiyon koyuyordum.
Deneyim önemli bir şey gençlere masal gibi geliyor inanmıyorlar bir gün çocukluğumla ilgili bir konuyu anlatırken oğlum “anne sanki masal gibi” demişti sahiden yaşadıklarımız neydi? O zulüm neydi? İşte bu yüzden deneyimin bunca yıl geçse de insanı dipdiri tutan, sahici bir yanı var. Ama aynı zamanda eski sahici bir mirasta denebilir. Bir şeyin hem anlatıcısı olmak hem uygulayanı olmak, özgürlük ve eşitlik mücadelesi için adım atmış olmak ve epeyce şekli değişse de halen mücadeleyi bırakmayanlar olarak bu yola gururla devam etmek, zaman alsa da, varacağımız güzel yerin habercisidir.
Birçok sorun gibi kadın sorununu devrim sonrasına erteleyen anlayışa yabancı değildik. Hiyerarşik, erkek aklı biz kadınları erkeklerin yardımcısı gibi görüyordu. Deli dolu ama cesur genç kadınlardık, korkusuzduk, erkek yoldaşlarımızın, birçok sorun gibi kadın sorununu devrim sonrasına erteleyen anlayışına yabancı değildik. Yaşananlar, yaşamayı hayal ettiklerimiz, süreçte çatışır haldeydi. Biz kadınlara biçilmiş kıyafeti kabul etmiyorduk ancak bununla mücadele de kolay olmuyordu. Bunun için önce ciddi bir kadın bilinci de gerekiyordu “devrim sırasında yaşamamız gerekeni, egemen erkeğin devrim sonrasına bırakma” planları vardı.
Erkek egemenliğini, kadına yönelik şiddeti hem annelerimizin çektiği acılardan biliyorduk hem de kendimiz yaşıyorduk.? Oysa biz annelerimiz gibi olmak istemiyorduk annelerimizin yaşadığı şiddetin tanığıydık, darbe sonrası bazı kadınların devrimci olduğu için zorla evlendirildiklerini biliyoruz.
Koskoca 42 yıl oldu. ‘Devletten kaçtık’ fakat erkek egemenliğinden, eril anlayıştan; evimizde, örgütlendiğimiz partilerde kaçamadık. Fakat hala kadın özgürlüğü için mücadele etmeye devam ediyorum/ediyoruz. Aslında Devrim yapmayı beklerken karşı devrime maruz kaldık diyebiliriz. Tabii 12 Eylül bizim için milat oldu, sanki M.Ö ve M.S gibi, darbe sonrası ayrı bir travma tabii oraya girmeyeceğiz, ancak 12 Eylül 1980 askeri darbesi yeni kuşaklara hiç unutamayacakları bir hafıza oluşturdu bu ülkede.
Uzun yıllar sonra arkadaşlarımızın kesik kesik anlattıkları işkence sahneleri, hapishanelerden çıkanların yabancısı oldukları hayatlar, evli arkadaşlarımızın eşlerinden ayrılma hikayeleri… Solcu oldukları için evlatlıktan reddedilenler, ya da sessiz sedasız kendini mutfağa kapatan kadınlar, öte yandan devrimci oldukları için aileleri tarafından gurur kaynağı olan evlatlar bunların hepsi bu kuşağın travmaları ve deneyimlerimizdi.
Bu anlatılanlar yeni kuşaklara masal gibi geliyorsa ve günümüz siyaseti, hala erkek egemense, hapishaneler kadınlarla doluysa, kadın-erkek eşitliğini sağlayamamışsak daha çok çalışmak, daha çok mücadele etmemiz gerekiyor.
1980’deki askeri darbe sonrası hiçbir şeyi unutamayız; yaşadıklarımız, insanca bir yaşam için hayat zorluğu içerisinde çekip çıkardıklarımızla oluşturduğumuz mücadele alanına yapılan saldırıyı… Tüm harçlıklarımızla aldığımız kitapları yakmak zorunda olmanın ağırlığını, ağlayarak banyo kazanında kitap yakmanın ne demek olduğunu bilenlerdenim.
Biz bu ülkenin gençleri olarak daha güzel, adil, eşit bir dünya izinin peşine düştük. Devrimcilik bizi biz yaptı bu en güzeliydi.
Yaşadığımız acıları, üzüntüleri, mücadele bayrağını 68 kuşağından devralmıştık fakat kanımca onlar bizden şanslıydı.
Ve 12 Eylül öncesi Türkiye’de büyük bir toplumsal zenginlik, enternasyonal bir duruş, inanış vardı. Kadınlar mücadelenin her yerinde; gecekondularda, mahallerde, fabrikalarda, sokaklarda büyük bir direniş gösterdiler.
Bugün kadınlar olarak o günlerden, o dönemden gelen mücadele mirası Türkiye kadın hareketine yol gösterdi. 12 Eylül Darbesi sonrası sokağa çıkmayı ilk başaranlar kadınlar oldu. Bu hedefler bence bugün de değişmedi büyüdü, devrim ve sosyalizm kadın özgürlüğü hedeflerimiz daha örgütlü geçmişten çıkardığımız, çıkaracağımız derslerle devam ediyor.
12 Eylül’de kadınların verdiği büyük direniş ve mücadele yıllar sonra kitaplaştırıldı. Cezaevinde kalan, işkence gören kadınların anlatıldığı ve bu kadınların yaşadıklarını anlattığı kitapların arasında ‘UnutaMAMAK 12 Eylül Kadınları’, ‘Ateşe Uçan Pervaneler’ ve ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’ yer alıyor genç kadınların bu hafızayı okumaları önemli. Günümüz koşullarında umut verici olan mücadelenin büyüyerek sürmesidir.