Sokağa çıkma yasakları – Silvan, 2015 / Foto: ÖHD
Bizzat devletin kendisi Kürt halkına ve Kürt kadınlara, çocuklara karşı işlediği suçları kabul etmeden, bu suçların sonuçlarını üstlenmeden ve toplumsal demokrasi ve barışı tesis etmeden helalleşme tartışması yerini bulmayacaktır
Geçtiğimiz günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açıklamaları kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Yeri, zamanlaması manidar olmakla birlikte, açıklamanın içeriği üzerine de pek çok tartışma yürütüldü, helalleşme açıklamaları bir süredir ülkenin gündeminden özenle düşürülmüş olan "yüzleşme" tartışmalarını da yeniden açmış oldu.
Helalleşmek… Yüzleşme kavramının aksine içerisinde karşılıklılık ilkesini barındırmayan tek taraflı bir eylem. Yüzleşme ise çok daha derinden, karşılıklılık ve aleniyet ilkesine saygılı bir kavram. Zira ülkenin kalabalık suçlar geçmişinin en büyük ihtiyacı on yıllardır üstü örtülmüş, daha da kötüsü sıradanlaştırılmış acı ve yaralarıyla yüzleşmekten geçmektedir. Yüzleşme aynı zamanda taraflara sorumluluk da yükleyen bir kavram, fakat yüzleşmenin de yöntemleri ve sonuçları var. Türkiye gibi yakın tarihi faili meçhuller, köy yakmalar, suikastlar, kimyasal silah kullanımı gibi sayamayacağımız topluma karşı işlenen suçlarla dolu bir ülkede bu ihtiyacı ‘helalleşmek’ gibi soft bir kavramın karşılaması pek mümkün görünmüyor. Üstelik suçun faili hâlâ kendini haklı görüyorken, uyguladığı her türlü faşizan, ırkçı, soykırımcı, cinsiyetçi politikaları sürdürüyorken, tartışmayı son halkadan, helalleşmekten başlatmak anlamsızdır.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 2000’li yılların başında, Türkiye’de barış ve çözüm süreçleri için en uygun yöntem olarak "Hakikatleri Araştırma ve Uzlaşma Komisyonları"nın kurulmasını önermişti. Hakikatleri araştırma komisyonları daha önce 30’a yakın ülkede toplumsal barış ve uzlaşı süreçlerinde kullanılmış bir yöntem. İçerik olarak farklılıkları olsa da, bu komisyonlar savaş ve çatışmalı süreçler içerisinde inkar edilen veya üstü örtülen gerçekleri açığa çıkarma ve makul bir sonuca bağlama üzerinden şekilleniyor. Bu örneği en tanınan haliyle Güney Afrika deneyiminden biliyoruz. Apartheid rejiminin işlediği suçların aydınlatılması ve ardından gelecek uzlaşı süreçlerinin ele alındığı bu deneyim 1995’ten 98’e kadar gergin ve çatışmalı süreçlerden sonra azımsanmayacak bir sonuca ulaştı. Toplumun yaralarının sarılması, iyileşme ve uzlaşma süreçlerine önemli bir katkıda bulundu. Ele alınacak ya da eleştirilecek pek çok yönü olmasına rağmen, bu süreç tarihe, bilinen en sonuç alıcı yüzleşme deneyimlerinden birini kazandırdı.
Gelinen aşamada Türkiye gerçeği içerisinde sorunları helalleşerek çözebileceğimiz noktayı çoktan aşmış bulunuyoruz. Bir başka deyimle herhangi bir siyasal iktidarın ya da siyasi partinin karar verebileceği bir helalleşme sürecinin yaşanabilmesi pek mümkün değil. Bizzat devletin kendisi Kürt halkına ve Kürt kadınlara, çocuklara karşı işlediği suçları kabul etmeden, bu suçların sonuçlarını üstlenmeden ve toplumsal demokrasi ve barışı tesis ve temin etmeden helalleşme tartışması yerini bulmayacaktır. Her şeyden önce on yıllardır devam eden savaş süreçlerinin nedenleri ve sonuçları doğru okunmak durumundadır.
Kürdistan’da gerçekleşen köy yakmaların, faili meçhullerin, kayıpların başlıca sebeplerinden biri toplumsal özgürlük ve demokrasi arayışıydı. Yüzyıllardır inkar edilen bir dilin ve kimliğin yeniden uyanışının bastırılma istemiydi. Faşizmin ve cinsiyetçiliğin toplumlarda özelde Kürt halkında yarattığı varlık-yokluk ikilemiydi. Dolayısıyla bir yüzleşme tartışması yürütülecekse öncelikle, 40 yılı aşkın bir süredir devam eden mücadele sonucunda elde edilen kazanımların ve taleplerin yerine gelmesi gerekmektedir. Halkların, kadınların, gençlerin uğruna mücadele ettiği, epeyce yol kat ettiği ve bedeller ödediği gerçeklerin görünür, bilinir kılınması ve kabul edilmesi gerekmektedir.
Sonrası… Sonrasına ancak mücadele edenler, bedel ödeyenler ve yakınlarını kaybedenler karar verebilir. 1995’ten bugüne her Cumartesi Galatasaray Meydanı'nda yakınlarını, kayıplarını arayanlar karar verebilir. Çocuklarının cenazesini almak için aylardır nöbette olan Barış Anneleri karar verebilir. Oğullarının katillerinin yargılanması talebiyle aylardır Urfa adliyesi önünde bekleyen Emine Şenyaşar karar verebilir. Taybet Ana’nın çocukları karar verebilir. Sur, Cizre, Nusaybin direniş süreçlerinde vahşi katliam politikalarıyla yüz yüze kalanlar karar verebilir. Fakat tüm bunlar olmadan önce etkin bir kabul ve irade gerekir. Belki sonrası yüzleşme ve eğer toplumlar, kadınlar, analar kabul ederse helalleşme olabilir.
Bu noktada bir kere daha "Hakikatleri Araştırma ve Yüzleşme" komisyonunun önemi devreye giriyor. Şeffaflıkla yürütülecek bir süreç toplumsal barış ve demokrasi inşasını güçlendirebilir. Uzun süreli çatışma sürecinin nedenlerini, sonuçlarını etkili bir biçimde araştırıp, çözüme kavuşturabilir. Belki kayıpları geri getiremez, on yıllardır ödenen bedelleri döndüremez ama gidenlerin, kaybedilenlerin amaçlarına, hayallerine cevap olunabilir. O vakit belki Kürt anaları evlatlarının hayallerinin gerçekleştiği bir iklimde yaralarını sarabilir. Hakikat, geçmişi değiştiremese de geleceğin umut dolu büyümesinin mayası kılınabilir.