Hem kadın hem de yeti farklılıklarıyla engelli kadınlar, toplumun hem cinsiyetçi hem de sağlamcı ideolojilerinin ayrımcı tutumlarıyla karşılaşmaya devam etti. Engelli kadınlar sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşama katılım için gösterdikleri olağanüstü çabada, taciz, istismar, tecavüz ve mobbinge herkesten daha çok maruz kaldılar
Yaşadığımız bu dijital çağda, duvarlarımızda asılı bir takvim bulundurma alışkanlığımızı çoktan terk ettik. Genç nesiller için duygusu çok yabancı olsa da bizim neslimiz için duvardan bir takvim yaprağı koparmak, zamana ilişkin farklı duygulanımların da iniş çıkışlarını içinde barındıran bir eylemdir. Kimi zaman heyecan, kimi zaman umut, kimi zaman hüzün, kimi zaman buruk bir tebessüm… Hisleri kişiye göre değişse de zamanın ilerleyişine dair bir kesinlik vardır, böyle bir hareketin içinde…
Zamanın ilerlediğine dair oluşan kanı, salt takvim yapraklarındaki değişen sayılarla ilişkili değildir aslında. Zamanın bir ilerleyiş olduğu hissini veren yaşanmışlıklarımızdaki değişim ve akıştır. Bembeyaz kar tanelerinin yüzümüze değen çocuk sevinci, yaprakların sararması, güneşin tenimizi kavurmaya başlayan ışıkları… Tüm bunlar zamanın akışını hissettiren dışsal değişimlerdir. Bir de içsel değişimler vardır elbette. Anda dokunduğumuz diğer insanlarla, yaşamımızın, yeniden ve yeniden yazıldığı, o biricik değişimin hikayesi… Değişim yoksa peki? Takvim yaprakları üzerindeki sayıların anlamsızlaştığı, kalakaldığı, değişimin olmadığı toplum kesimleri olabilir mi ki? Nefes alıp verdiğiniz halde zaman durabilir mi?
Şüphesiz bu ülkedeki milyonlarca engelli ve aileleri için zaman, değişimin yaşanmadığı, an’ların ve sorunların aynılaştığı, takvimdeki sayıların artık anlamsızlaştığı, bir devinimsizliğin adı. Zira bu 3 Aralık 2023 Dünya Engelliler günü de, 2022, 2021, 2020 ve noktalarla daha da uzatabileceğimiz yıllarla tıpatıptı.
Mesela milyonlarca engellinin, büyük kapatılma olarak adlandırabileceğimiz gözlerden uzak tutma hedefli sosyal izolasyonu ve sosyal yalnızlığı, bağımlı kılan sosyal politikalar ve her yıl ötelenen erişilebilirlik yasasının erişilemezliği sayesinde, bu yıl da değişmedi.
Yine geleneksel tıbbi modelin yarattığı hakim engellilik kültüründe, aciz, yük, muhtaç ve anormal olarak etiketlenen engellilerin uğradığı ayrımcılık pratikleri değişmedi. Sağlamcı kibrin ve zorbalığın iz düşümü olan şiddet, fiziksel, sözel ve duyusal yönleriyle olanca hızıyla, yıl boyunca devam etti.
Gürültü yaptığı gerekçesiyle engelli bir çocuğun ailesi, komşuları tarafından fütursuzca yaşamdan koparılırken, bakım evinde şiddete maruz bırakıldığı, kamera kayıtlarınca tespit edilen, otistik Sinan’ın failleri 2.700.TL’lik bir ceza ile cezasız kaldı. Engellilere yönelik şiddet, aileler ve duyarlı olan çok sınırlı bir toplumsal kesim dışında, insan hakları savunuculuğu yapan kurumsal örgütler ve kişilerce görünmez bir alan olarak, bu yıl da sahipsiz bırakıldı.
Örneğin trafik kazaları, akraba evlilikleri, yetersiz beslenme, savaş, mayınlı alanlar, yetersiz sağlık uygulamaları, iş kazaları ve hafızamıza kazınan tarifsiz acılarıyla yaşadığımız depremin, yeni engellilik durumları yarattığı gerçeği hepimiz için ortadayken, engelli nüfusuna dair bilgi ve istatistikler yine kayıt altına alınmadı. TÜİK’in vermiş olduğu yüzde 12,29’luk oran, dünden bugünlere bir ezber olma vasfıyla, sorunlara ilişkin yaklaşımın kurumsal ciddiyet/sizliği olarak bir kez daha aktarıldı.
Engellilerin genel bütçeden aldıkları pay, bu yıl da arttırılmadı. Anlatıla anlatıla bitirilemeyen “Engelli ve Yaşlı Hizmetlerinin” genel bütçedeki payı, personel giderleri dahil, yüzde 2’nin altında kaldı. Engellilere yapılan ödemeler, hane gelirine tabii tutulmak suretiyle, bir yandan engelli bireyin nesneleştirildiği resmi engellilik ideolojisini bir kez daha ifşa ederken, diğer yandan ödenen miktarın hacmi engellilerin yoksulluğunu kalıcılaştırarak, bağımlı kılma anlayışlarını bir kez daha meşrulaştırdı.
Almaları gereken sağlık hizmetlerinin niteliği nedeniyle, bambaşka bir değerlendirme ve yaklaşıma ihtiyaç duyan, yataklı tedavi gereksinimli engelli yurttaşlarımızın durumu ise, en ekonomik haliyle, “Evde Bakım Ücreti” adı altında, 5.120 TL’lik bir oranlık bir ödenekle, ailelere tevdi edilmeye devam edildi. Yataklı bir hastanın tıbbi ve medikal tüm ihtiyaçlarını, aileye havale etmek, kabul etmek gerekir ki devletin sosyal politikalarının, “sosyal” olma niteliğiyle hiç bağdaşmadı. Nitekim evde bu hizmeti veren, genellikle anne, kız kardeş ya da durumu uygun olan ailenin bir kadın ferdi, sosyal güvencesiz olarak bu hizmetleri veren bir görevliye dönüştürülmek suretiyle, hem engelli kişinin kendisi hem de hizmet verenin kendisi, tam da ödeneğin ismindeki anlama uyacak biçimde, eve bağlandı.
Belki değişir de çekilen eziyetler artık görülür diye düşünülen, sağlık raporları alma ve yenileme süreçleri, yine değişmedi. Değişmeyen süreğen engellilik durumları, her nasılsa belki değişir beklentisi taşındığı için midir bilinmez, rapor yenileme uygulamalarıyla zorunlu kılınmaya, engelliler ve aileleri için işkenceye dönüşmeye devam etti. Değişmeyecek engellilik durumlarına rapor yenilemenin zaten kendisi başlı başına bir akıl dışılıkken, iki yıl önce yüzde doksanlarda olan raporların yüzde yetmişlere düşürülmesi, devletin yıllar içindeki sağlık sunucularında böylesine aykırı uygulamalara tanıklık edilmesi ise, engellilerin tüm itirazlarına rağmen akıl sır erdiremedikleri pratiklerdi.
Normalin zorbalığı ve dili bu yıl da değişmedi. Beden ve zihin özellikleriyle kendilerini yeti farklılığı olan engellilerden üstün gören, üstün insanlar, kendilerini okulların, konutların, parkların, sokakların, taşıtların sahibi gördükleri için, kendilerine ait mekanlarında engellileri görmek istemedi. Ayrımcılık, dışarıda bırakma, nefret ve hakaret, olanca hızı ve en yakıcı haliyle, herkesin gözü önünde devam etti.
Sadece tahminlerle telaffuz edilen on milyonluk engelli nüfusunun yarısının kadın engellilerden oluştuğu ön görülmekle birlikte, erkek engellileri de doğuran kadınları ilgilendiren bir konu olması ve engellilik sorununun matematiği de şaşırtan yönüyle, aslında on beş milyonluk(!) bir kadın sorunu olduğu gerçekliği de değişmedi. Zira engellilik her hal ve koşulda, aynı zamanda, kadına değen bir sorun olarak, tüm karmaşıklığı ile, yükselen kadın mücadelesinden ayrı tutulamayacak bir ana hat olmayı ve acilen sahiplenilmeyi de gerektirmektedir.
Bir klasik olarak yine, 2 Nisan Otizm farkındalık gününde, otizmi erkeklere atanmış bir farklılık olarak kodlayan, bu tıbbi ezberle otistik kız çocuklarının ve yetişkin otistik kadınların tanı almasını geciktiren, bu gecikmeyle kadınları ihtiyaç duydukları desteklerden yoksun bırakan, sosyal medyada paylaşılan mavi kalp paylaşma yönündeki toplumsal yarışımız ve şuursuzluğumuz, maalesef hiç mi hiç değişmedi.
Mesela erkek egemen toplumun kodlarıyla gücü, toksik erkek ve kaba kas gücüne indirgeyen, kolektif anlayışımıza çok tezat biçimde, engelli çocukları olan ailelerde, istisnalar hariç, erkeklerin söz konusu engellilik sorunları olunca, nasıl zayıf kaldıkları, sağlamcı bu toplumla mücadele etmek ve eşlerle dayanışmak yerine, evlerini terk ettikleri ya da engelli çocuklarını terk etmeleri yönünde eşlerine baskı yaptıkları, yaşamsal örnekler de değişmedi. Kadınlar, engelli çocukları ile birlikte, bu zorlu yolları, sosyal, kültürel, ekonomik her türlü baskıya göğüs germek pahasına, yalnız başına yürürken, onlar adeta, gücün kasta değil kalpte olduğunu kanıtlayan, yeniçağın tanrıçalarıydı.
Bu yıl da engelli kamu emekçilerine yönelik mobbing ve ötekileştirme iddiaları,genellikle sağlamcı ve engelli hakları farkındalığı olmayan, erkek idarecilerin ve yargı mensuplarının soruşturması yoluyla, istihdamda yer alan engelli kadınların maruz kaldığı mobbing, istismar ve tecavüzün, maskelenmesinin yolu kolaylaştırılarak, istihdam alanları engelli kadınların, huzur ve güvenle kendilerini ifade edebilecekleri alanlar olmaktan çıkarıldı.
Değişmeyen en önemli konulardan bir diğeri ise, engellilik sorununun da bir nevi cinsiyetsileştirme yöntemiyle, orta sınıf beyaz erkeğe atanmış bir sorun haline dönüştürülmesinin sürdürülmesiydi. Mekanlardan, zihinlere kadın engellilerin farklılaşan ve özgünleşen sorunları bir kez daha göz ardı edildi. Hem kadın hem de yeti farklılıklarıyla engelli kadınlar, toplumun hem cinsiyetçi hem de sağlamcı ideolojilerinin ayrımcı tutumlarıyla karşılaşmaya devam etti. Engelli kadınlar sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşama katılım için gösterdikleri olağanüstü çabada, taciz, istismar, tecavüz ve mobbinge herkesten daha çok maruz kaldılar.
Engelli kız çocuklarının yaşadıkları yakın çevrede karşı karşıya kaldıkları istismar ve tecavüzler gizli tutularak üstü örtülmeye çalışılırken, bu ihtimalle birçok engelli kız çocuğu ebeveynlerin kaygıları nedeniyle eğitim süreçlerinden mahrum edildi. Erişilebilir olmayan sığınma evleri ise engelli kadınların ve engelli çocuğu olan kadınların, çözümsüz ve çaresiz kalmalarına, şiddetin ortasında bir yaşama mecbur bırakılmalarına yol açtı.
Bu yılın en değişmeyeni ise bağımsız yaşam desteklerinden yoksun olan engellilerin ailelerinin yüreğindeki mıh gibi saplanıp kalan o soruydu;’’ Bu kadar duyarsız, umursamaz, kaba ve hoyrat, sağlamcı bir toplumda, benden sonrası ne olacak?’’
Velhasıl bu yıl da sevgi her engeli aşmadı, kendi içinde yarışa girmiş, sevgi pıtırcığı sosyal medya paylaşımları, uçuşan manzumeler dizisi olup, hatıralarda kaldı. Her 3 Aralık Dünya Engelliler gününde olduğu gibi, saat on ikiyi vurduğunda bal kabağı arabalarımız olanca çıplaklığıyla gerçeğe, bir günlük abartılmış aşırı ilgi ise aslına döndü.
Değişmeyen yılların değişebilmesi için, HEDEP Engelliler Komisyonu olarak bazı çalışmalar yürütüyoruz ve yürütmeye devam edeceğiz. Engellilik Manifestosu, İçimizdeki Sağlamcı Ayrımcı Tabirler Raporu, Engelliler İçin Yeni Bir Yaşam Mümkün mottolu 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Raporu, vekillerimiz tarafından verilen sayısız soru önergesi ve kanun teklifi, forum, panel ve çalıştaylar bu değişime vesile olmayı amaçlayan çabalardı.
Engellilik sorunlarının çözümüne yönelik, en çok ihtiyacımız olan kolektif toplumsal dönüşüme ve değişime katkı muradıyla, yaptığımız bu çalışmaların toplumla buluşmasını çok önemli buluyoruz.
Alan ve veren dualitesi ile süregelen, felsefe, din, sosyoloji ve hatta mitoloji disiplinleri ile inşa edilmiş, kökleri çok derinlere inen engellilik sorunlarının çözümleri, çok sıkı bir mücadeleyi de bizim önümüze bir görev olarak koyuyor.
Acıma duyguları ile engellilerin yerine söz söylemek isteyen sağlamların lütfundan, engellilerin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşamın her alanında kendi sözlerini kuracağı, eşitleyen mekanizmaları savunmak, sahici bir yüzleşme ve cesur bir özeleştiri, şu an ihtiyacımız olan en önemli adım bu olacak şüphesiz ki….