Özgür kadın, özgür toplumun yaratıcısıdır. Bu yüzden kadın özgürlüğü mücadelesi, sosyalist hareketin, sosyalist toplumun tam da kalbidir
Dünya tarihinin en temel tartışmalarından biri, insanın nasıl bir toplumsal düzende yaşayacağı sorusu olmuştur. Yüzyıllar boyunca farklı sistemler denenmiş, uygarlıklar yükselip yıkılmış ama geriye hep aynı soru kalmıştır: İnsan ne için yaşar ve nasıl yaşamalıdır? İşte sosyalizm, bu soruya verilen en köklü ve insani cevaplardan biridir. Çünkü sosyalizm, insanı yalnızca üreten, tüketen, yaşayan bir canlı olarak değil; onuru, eşitliği ve özgürlüğü hak eden bir varlık olarak görür.
Bugün dünyada yaşanan eşitsizlikler, savaşlar, iklim krizi, işsizlik, yoksulluk ve yabancılaşma, insanı insan olmaktan uzaklaştıran bir sistemin ürünüdür. Kapitalist modernite, insanı meta haline getirirken; sosyalizm, insanı insan yapan değerleri savunur. Bu yüzden sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır. Neden mi? Çünkü kapitalist modernitenin temeli özel mülkiyet ve kâr hırsıdır. Her şeyin bir fiyatı vardır, insan emeği de dahil. Birey, bu sistemde ya sermaye sahibidir ya da emeğini satarak hayatta kalmaya çalışan bir araç. İnsan, ürettiğinin sahibi olamaz, emeği başkasının zenginliğine hizmet eder. Zaman içerisinde oluşturulan çarpık sistem ne kadar saklanmaya, üzeri örtülmeye çalışılsa da yaşadığımız çağda özellikle de günümüz dünyasında bu çarpıklık daha da görünür hâle gelmiştir. Zira sadece Birleşmiş Milletler verilerine göre bile dünya nüfusunun yüzde 1’i, dünya servetinin yüzde 50’sinden fazlasına sahiptir. Öte yandan her gün 25 binden fazla insan açlıktan ölüyor. Bir tarafta lüks içinde yaşayan milyarderler, diğer tarafta ise temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan milyarlarca insan… Dolayısı ile kapitalist modernite, insanı bu uçurumun kenarında yaşatır. Bir yanda fazla üretim, israf ve çevre katliamı; diğer yanda açlık, işsizlik ve umutsuzluk. Çünkü kapitalist modernite sistemi için; insan değil, kâr önemli ve esas olan da budur.
Buna karşı sosyalizm, insanı bir meta değil, değerli bir varlık olarak görür. En temel iddiası, üretimin insan ihtiyaçları için yapılması gerektiğidir. Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım gibi temel hakların devlet güvencesinde, ücretsiz olması sosyalizmin kırmızı çizgisidir. Çünkü insan ancak bu haklara eşit şekilde ulaşabildiğinde gerçek anlamda özgür ve onurlu olabilir. Sosyalizmde her birey emeğiyle topluma katkı sağlar ve ürettiğinin karşılığını alır. Kimse aç kalmaz, kimse sokakta yatmaz, kimse sağlık hizmetine ulaşamadığı için ölmez. Bunu ilk çıkışında da “herkesten yeteneğine göre, herkese katkısı kadar” şeklinde formüle etmiştir. Tam yeterli bir tanımlama olmasa da o günün koşullarına göre bu şekilde ifade edilmesi önemli olmuştur. Çünkü kapitalist modernite bireycilik üzerine kuruludur. Rekabetin kutsandığı, başkası pahasına kazanmanın meşru sayıldığı bir düzen yaratır. Oysa sosyalizm bunun tersine, dayanışmayı ve kolektif-komünal yaşamı esas alır. Zira insan ancak başkasıyla birlikte insandır. Sosyalizm, bireyin toplumdan kopuk değil, toplumun bir parçası olduğunu vurgusu yapar ve bunu esas alır. Dayanışma kültürü, sadece ekonomik anlamda değil; kültürel, sosyal ve duygusal olarak da insanı besler. Sosyalizm, insanları birbirine düşman eden sınıf ayrımlarını ortadan kaldırarak, birlikte üretmenin ve birlikte yaşamanın imkanlarını oluşturur.
Günümüz Dünyasında Sosyalizm İhtiyacı
Bugün kapitalist modernite sisteminin, yarattığı krizler insanlığı uçuruma sürüklüyor. İklim krizi kapıda, küresel ısınma durdurulamıyor; çünkü kapitalist modernite doğayı sınırsızca tüketmek üzerine kurulu. Savaşlar, göç dalgaları, gelir adaletsizliği her geçen gün daha da büyüyor. Birleşmiş Milletler’in raporlarına göre dünya genelinde 800 milyondan fazla insan açlık sınırında yaşıyor. Öte yandan dünyanın en zengin 10 kişisi, sadece pandemi döneminde bile servetini ikiye katladı. Bu tablo, kapitalist düzenin insan hayatını nasıl değersizleştirdiğinin en net göstergesidir. İşte tam da bu yüzden sosyalizm artık bir seçenek değil, bir ihtiyaç hatta bir zorunluluktur. Geleceği olan bir toplum, insanı ve doğayı koruyan bir sistem kurmak zorundadır. Bu açıdan da bakıldığında sosyalizm “romantik” bir hayal değil, insan olmanın en doğal sonucudur. Çünkü insan yalnızca kendini değil, başkasını da düşünür, düşünmek zorundadır. İnsan emeğinin karşılığını almak, onuruyla yaşamak ister. Toplumun geleceğine dair sorumluluk duyar. Bundan dolayıdır ki bugün sosyalizmde ısrar etmek; savaşlara, sömürüye, eşitsizliğe, doğa katliamına, yoksulluğa karşı “Artık yeter” demektir. Daha adil, daha yaşanabilir, daha insanca bir dünya mümkün demektir. Yani sosyalizmde ısrar, insanın insan kalma mücadelesidir. Onurlu, eşit, özgür bir yaşam için verilen bu mücadele, insanlığın vicdanıdır. Sosyalizm insanı, insan yapan değerlerin; eşitliğin, adaletin, dayanışmanın ve emeğin savunusudur.
Yeni Bir Soluk
Tam da burada Abdullah Öcalan’ın düşünceleri, sosyalist mücadeleye yeni bir soluk ve zemin kazandırır. İnsanlık tarihinin en temel kavgasını; devletli uygarlıkla demokratik toplum arasındaki kavganın, mücadelenin ifadesi olarak tanımlar. Kapitalist modernite, bu devletli uygarlığın en yeni formudur ve insanı, toplumu ve doğayı sürekli bir kriz ve yıkıma sürüklemektedir. Abdullah Öcalan, bu çıkmazdan kurtuluşu “Demokratik Toplum” modeliyle tarif eder. Bu model, klasik sosyalist devletçilik anlayışını aşarak halkların yerel meclisler, komünler ve kadın öncülüğünde doğrudan demokrasi temelinde örgütlenmesini esas alır. Ve sosyalizmi demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü bir toplumsal form olarak yeniden tanımlar. Yine “Kapitalist modernite insanı, doğayı ve toplumu parçalayarak kendine bağımlı kılmıştır. Özgür insan, özgür kadın ve özgür toplum yaratılmadan ne eşitlik ne de adalet mümkündür” tespiti kapitalist modernitenin insanı ve toplumu nasıl bir duruma getirdiğini ve alternatifinin ne olması gerektiğini ifade eder. Bu perspektiften bakıldığında sosyalizm, sadece sınıf temelli bir mücadele değil; aynı zamanda kadınların özgürleştiği, doğanın sömürülmediği, halkların birlikte eşit bir şekilde yaşadığı bir sistem arayışıdır. Yani “Kadın özgürlükçü bir toplum yaratılmadıkça gerçek anlamda sosyalizmden söz edilemez.”
İnsan Kalabilmenin Onurlu Yolu
Dolayısıyla sosyalizmde ısrar, aynı zamanda kadın özgürlükçü bir yaşamı, ekolojik bir toplumu ve demokratik halk iradesini savunmak anlamına gelir. İnsanca, eşit ve özgür bir yaşam için sosyalizm ve onun evrensel değerleri en güçlü çıkış yoludur. İnsan kalabilmenin, onurlu bir yaşamı savunmanın başka bir yolu yoktur. Çünkü bu sistemde kadının kimliği ve emeği görünür olur, erkek egemen akıl-ahlak dönüştürülür, doğa ile uyumlu yaşam esas alınır, demokratik yönetim biçimi ile halkların iradesi, eşit yaşamı güçlenir. Son tahlilde buradan bakıldığında kadın özgürlüğü, sosyalizminin temel direğidir. Kadın ideolojisini merkeze almayan hiçbir hareket ne kalıcı olabilir ne de gerçek anlamda özgürlük yaratabilir. Özgür kadın, özgür toplumun yaratıcısıdır. Bu yüzden kadın özgürlüğü mücadelesi, sosyalist hareketin, sosyalist toplumun tam da kalbidir.