Avrupa’nın merkezinde, Paris’te üç Kürt kadın katlediliyor. Bütün dünya izliyor. Demokrasi ve hukuk timsali Avrupa susuyor, olay aydınlatılmıyor ve arkasındaki güçler açığa çıkarılmıyor. 4 Ocak 2015'te Sêvê Demir, Fatma Uyar ve Pakize Nayır cinayetleri, özyönetim sürecinin yaşandığı, sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde, boşaltılan bir mahalleden çıkmaya çalışırken, keskin nişancılar tarafından hedef alınarak katledildiler.
Yeni bir yazı yazmanın ağırlığından ziyade, hakkında yazacağım kadınların, sözcüklerin ötesine taşınan anlamlarının yarattığı sancıyla kıvrandım. Üç gündür düşünüyorum. Sêvê Demir’i tanıyor olmam hep iyi hissettirdi. Varlığı, hayatımdan geçişi onun ömrünün son yıllarına denk geliyor ne yazık ki! Benim içinse değişip dönüştüğüm, gururlandığım bir kesiti hayatımın. Keşke Sakine’yi, Fidan’ı ve diğerlerini de tanımış olsaydım diye hep hayıflanırım.
Sabah kalkıyorum, Sêvê gün doğmadan kalkmış, sporunu yapmış, duşunu almış, etrafı toplamış, kahvaltı hazırlamış, kocaman bir gülümsemeyle “rojbaş” diyor. Gülümsemesiyle etrafa pozitif bir enerji saçılıyor. Sahici bir gülümsemenin, samimiyetin yayılışını izliyorum onun geçtiği her yerde. Girdiği her mekânda çoluk çocuk, yaşlı genç herkes “Sêvê geldi” diye sevinç hissediyor. 2015 baharında, kadın festivalindeyiz. Kadınlara regl olmanın doğallığını anlatıyor “Şerm nekin, ne şerm e. em jin in…”diyor. Kurmancî’nin dilinden dökülüşü tüm yasakları parçalıyor. Kadınlar gülüşüyor…
İtalyan bir kadın grubu belgesel film çekimine gelmiş ve Kürt kadın hareketinin dünya kadın hareketi üzerinde yarattığı etkinin orijininde ne olduğunu merak ediyorlar. Sêvê anlatıyor onlara usul usul bir tercüman eşliğinde ve hepimiz, tüm kadınlar merakla dinliyoruz. “Mücadelemiz sadece feodalizme, ataerkil sisteme karşı değil, kapitalist sistemi destekleyen tüm eril anlayışlara karşıdır mücadelemiz. Özgür eş yaşamı savunuyoruz” diyor. İtalyan kadın anlamayan bir edayla soruyor “peki ya aşk?”
Sêvê “Bizim için aşk iki kişi arasında yaşanan dar bir anlayış değildir. Aşk bir hakikat algılayışı, bir yaşam biçimidir. Özgür eş yaşamla birlikte yeryüzü aşkla aydınlanacak” diyor.
Keşke diyorum şimdi belgeseli çeken kadınların isimlerini hatırlasam ve o görüntülere ulaşabilsem. Sêvê’nin, anadilde yaşam konusundaki ısrarı tam bir direniş. Asimilasyona, otoasimilasyona karşı her an direnişte, bir an bile vazgeçmez. Tutuklu olduğu süreçte Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 12 Eylül 2012’de başlatılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine dâhil oluyor. Bugün yaşasa yine aynı kararlılığı ve direnişi göstereceğinden eminiz.
Sakine Cansız, Diyarbakır işkencehanesinden sağ çıkmayı başarabilmiş bir kadın. Bir dayanıklılık ve direniş abidesi. Yaşamını, kavgasını anlattığı otobiyografisinde, röportajlarında, söylediği her sözde hissettiğim en güçlü duygu “zamana ve uzama sığmayan” bir direnişçi olduğuydu. Bu yazıya başlamadan önce Sakine’nin biyografisi üzerine çalışan ve sunum yapan sivil toplum gönüllüsü bir arkadaşımla konuştum. Sohbet ederken Sakine için “Zamanı parçalayan ve onu kendi gözünden yeniden üreten biri, zamanı aslında siyasi kişiliğini oluşturan bir harita gibi sunuyor” dedi. Evet tam da buydu duymak istediğim ve kafamda dönen düşünce. Bir iç ferahlığı hissettim, zamanı parçalayan, kendi varoluşsal kimliğini zamansızlaştıran kadınlar onlar. Otobiyografisini okurken kendi siyasi kişiliğini oluşturan pek çok detaya ulaşmanın yanında bana asıl çarpıcı gelen hala güncelliğini koruyan meseleleri müthiş bir öngörü ile değerlendirmesiydi. Türkiye devrimci hareketinin Türklük Sözleşmesi etkisinden çıkamıyor oluşunun analizi yüzünüze çarpıyor mesela. Paris’te verdiği son röportaj yaşanan teknik sorunlar nedeniyle, 10 yıl sonra, yakın zamanda paylaşılıyor. Ve bu röportajda, üç yıl önce Rojhilat’ta başlayan kadın direnişini tam on yıl önce, taşıdığı anlamı ve yaratacağı etkiyi devrimci bir öngörüyle anlatıyor. Bir kere daha görüyoruz o zamanı aşan bir kadın.
Onların hikayeleri dayanıklılığın bir kanıtıdır. Kimliklerinin kesişimselliğinde farklılıklarından güç buluyorlar. Hepsinin ortak mücadelesi onurlu bir yaşam ve onurlu bir barış inşası içindir. Onların yaşamlarından söz ederken, pek çok detayın söylenmediği bir anlatı ortaya çıkıyor. Halbuki dimdik ayakta duran, sesleri adalet, eşitlik ve barış mücadelesinde yankılanan bu kadınlarının güçlü, dirençli ve ilham verici hikayeleri var. Daha yakından bakınca anlatının eksik parçasının en kadınsı yanlarına dair olduğunu anlıyoruz. Pek çok zorluk katmanıyla karşı karşıya kalmalarına rağmen bu kadınlar, umut ve dayanıklılıkla dirençli yollar açmak için güçlerini, kararlılıklarını ve sarsılmaz ruhlarını kullanıyorlar.
Kapitalizm üretimi karanlık dehlizlerde, samimiyetle ve aşkla yaşamı yeniden üretiyordu bu kadınlar. İnançla “berxwedan jiyan e” diyordu her daraldığında Sêvê. Zamanın ve uzamın ötesine geçiyordu.
Yazmayı sevsem de günlerdir düşünüyorum. Süslü sözlere, metaforlara ihtiyacım yok. Olanca doğallığıyla ve gerçekçi anlatabilmeliyim. Çünkü hepsi oldukça gerçekçi, samimi ve doğal kadınlar. Sadeliği yaşam tarzına dönüştürmüş direnişçi kadınlar. Sonra her birinin hayatlarından benzerlikler yakalıyorum. Neredeyse hepsi temizlik konusunda hassas ve bunu odağa koydukları bir yaşam disiplinleri var. Yaşamayı, nefes almayı bile samimiyetle yaptıkları, doğal bir öz disipline sahipler.
Pakize’yi anlatıyor en yakın arkadaşı, okuyorum. Yaşlı bir amcayı bir konuda ikna etmek için tam bir saat zaman ayırıyor. Hep aynı özen, aynı samimi yaklaşım. Zaman nedir ki? Biz direnişçi kadınlarız diyor her davranışıyla. Onu tanıyıp etkilenmeyen bir kişi bile yok.
Nagehan Akarsel geliyor aklıma hep. Nagehan’ı DİHA muhabiri olduğu zamanlardan tanıyorum. Sadece üç kere görüşmüşüzdür. Ama her kadının hikayesini uzun uzun dinlemesi, bakışlarıyla okşar gibi… Yine aynı yalın, sade, naif insan. Tanıdığı her kadında iz bırakmış. Usulca ve sakin adımlarla, gürültüsüz, patırtısız ama dokunduğu her yerde derin izler bırakmış bir kadın Nagehan.
2013 Paris cinayetleri Kürt toplumunu ve dünyayı şok etti. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Avrupa’nın göbeğinde vahşice katledildi. Bu suikastların, Türkiye hükümeti ile PKK arasındaki barış görüşmelerinin devam ettiği bir dönemde gerçekleşmesi, barış sürecini baltalama çabalarına ilişkin şüpheleri artırdı. Keza sayın Öcalan, olayın ardından kendisiyle yapılan görüşmede, “Sakine, Avrupa’da barışı temsil ediyordu” diyerek arka plandaki gladio yapılanmasına işaret ederek bu katliâmı barışa karşı gerçekleştirilen bir darbe olarak tanımlar.
Avrupa’nın merkezinde, Paris’te üç Kürt kadın katlediliyor. Bütün dünya izliyor. Demokrasi ve hukuk timsali Avrupa susuyor, olay aydınlatılmıyor ve arkasındaki güçler açığa çıkarılmıyor. Yetmezmiş gibi 23 Aralık 2022’de yine Paris’te yine dünyanın gözü önünde üç Kürt, suikastle katlediliyor Yine direnişçi bir kadın Evîn Goyî yaşamını kaybediyor.
4 Ocak 2015'te Sêvê Demir, Fatma Uyar ve Pakize Nayır cinayetleri, özyönetim sürecinin yaşandığı, sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde, boşaltılan bir mahalleden çıkmaya çalışırken, keskin nişancılar tarafından hedef alınarak katledildiler. Her üç kadın da Kürt siyasi hareketinin üyesiydi, öncü kadınlardı.
Farklı zamanlarda gerçekleşse de bu cinayetlerin biz Kürt kadınlar açısından ortak noktası şuydu: Devletler, Kürt kadınların demokratik ve sivil siyaset yapmasını istemiyor. Savaşın, çatışmalı iklimin sürmesini istiyor. Tam da bu nedenle siyaset yaparak çatışma çözümü ve toplumsal barış çalışması yürüten kadınları hedef almaları tesadüf değil. Son on yıla baktığımızda siyasi cinayetlerin tetikçiler aracılığıyla işlenmesi ve her defasında iradesiyle, duruşuyla örnek, öncü kadınları hedef alması ayyuka çıkmış durumda. Yine son on yıla baktığımızda Kürt Kadın Özgürlük Hareketinin sınırları aşarak büyümesi ve dünyaya yayılmasının, öncülük eden kadınları hedef haline getirmesi ile doğrudan bağlantısı var. Toplum üzerinde etki yaratan, kadın mücadelesinin hafızasını taşıyan kadınların hedef alınması tesadüf değil. Cezaevinde rehin tutulan siyasetçi yoldaşlarımız da yine aynı sebeplerle tutsaklar. Mücadele deneyimi aktarılmasın, kadın direnişi hafızasıyla birlikte yok olsun istiyorlar. Nafile, bu hafıza kuşaktan kuşağa aktarılmakla kalmıyor, dünyaya yayılıyor.
100 yıllık sömürgeci anlayışa karşı başlayan serhildan, kadınlar için anlamı genişleyerek binlerce yıllık sömürgeciye karşı da veriliyor. Bu kesişimsellik zamana da uzama da sığmayan bir iradeyle, erkek egemen sisteme kafa tutarak, genişleyip yayılıyor. Sakine, Sêvê, Fidan, Leyla, Pakize, Fatma ve diğerleri, direnişçi kadınlar, çünkü direnmek yaşamaktır. Çünkü direnmek tüm bu zulme karşı gülümseyerek mücadele etmektir. Biz bu sahiciliği ve direnişin her halini gördük onların yaşamlarında. Düşman da gördü ve düşman sadece bildiğimiz düşman değil, yaşamımızın her alanında bu erk, bu yok etmek isteyen eril anlayış var. Bulduğu her boşluktan sızmaya hazır tetikte bekliyor.
Bize düşen nedir? Biz geride kalanlara düşen unutmamak! Unutmamak da bir direniştir. Hafızayı diri tutmak ve unutmamak gerekir. Gülümseyerek, samimiyetle, sade, ilkeli, kararlı ve iradeli olmak ve unutmamak, kadın öncülerimizin ortak özellikleri.
Yaşamları, sadece bugünü şekillendirmekle kalmıyor, aynı zamanda gelecek nesillere de yol açıyor; tüm ötekilere, her sese değer verildiği, her kimliğe saygı duyulduğu ve her bireyin insanlığın dokusuna benzersiz katkılarından dolayı kucaklandığı bir dünyayı yükseltmeleri, savunmaları ve kurmaları için ilham veriyor.
Bize düşense bunları sürdürmek, büyütmek, aktarmak!
Sevgi ve minnetle…