Ev içindeki cinsiyetçi iş bölümü kapitalist üretim ilişkileri içinde kadınların cinsiyete dayalı meslek/iş ayrımına maruz kalmasını koşullarken kapitalist sömürünün olmadığı koşullarda da kadınların ücretli emek gücü içindeki kaderi değişmiyordu. Peki sosyalizmlerde yaşanan neydi?
Kadının gerçek özgürleşmesi, gerçek komünizm, ev ekonomisinin ayrıntılarına karşı ya da daha doğrusu, sosyalist büyük ekonomi için onun kökten değiştirilmesi uğruna (devlet çarkının başındaki proletaryanın yönetiminde) yığın savaşımı nerde ve ne zaman başlarsa, ancak orada ve o zaman başlayacaktır. (Lenin) (1)
İşçi sınıfı, yeni bir üretim tarzının temellerini atıyor ve burjuva toplumu çağından kalma üretici güçlerin gelişmesini olumsuz etkileyen bütün engelleri ve kalıntıları aşıyor ve parçalıyor. Bu yeni üretim tarzının yolunu açmak bu yeni toplumun baş görevidir. (Alexandra Kollontay) (2)
Ekim Devrimi ve reel sosyalizm yıllarının, demokrasi ve çok partililik tartışmasına sıkıştırılması ve /veya Lenin-Stalin-Kruşçev ve sonrası yılların, tarihsel olarak birbiriyle bağlantısız/birbirinin alternatifi dönemlermiş gibi tartışılması, feminist hareketin eleştirilerinin de bu çerçeveye sıkışarak ele alınmasına neden oluyor. Oysa ikinci dalga feminist hareket ile ortaya çıkan maddeci feminist analizlerde, kapitalist sömürünün sona ermesine rağmen, ev içindeki cinsiyetçi iş bölümünün neden hiç aşınmadığı ve kadınların emeğine erkeklerce el konulmasının devam ettiğinin tespit edilmesi, kurucu bir egemenlik sistemi olarak patriyarka analizlerinin ortaya çıkmasında belirleyici oldu. Sözün özü maddeci feminist eleştiri sosyalizm deneyimlerinde üst yapıya değil kadınların ev içindeki karşılıksız emeğine ve toplumsal üretimdeki cinsiyetçi iş bölümüne odaklanarak politik çerçevesini oluşturdu.
Elbette, 1960’larda ve 70’lerde Sovyetler Birliği’nde feminist hareketin neden yükselişe geçemediği Batı’daki gibi patriyarkayı sarsamadığı tartışmasında birinci etken örgütlenme özgürlüğünün olmayışı. Ancak örgütlenme özgürlüğünü çok partililiğe, çok partililiğin ise burjuva partilerinin örgütlenme özgürlüğüne bağlayan bir analizden yürüyen sol liberal tartışmaların buluştuğu feminizmin, maddeci feminizm değil kimlik siyasetleri olduğunu söylemek mümkün. Bu nedenle bu yazıda hem Ekim Devrimi hem de reel sosyalizm yılları için özel patriyarka-kamusal patriyarka (3) ilişkisine dair tartışmayı bir üst yapı analiziyle sınırlandırmadan toplumsal üretimin örgütlenmesindeki cinsiyetçi iş bölümünün neden aşınmadığı çerçevesinde yapmaya çalışacağım.
Sosyalizmin kazanımları
Bu düşünce savunulamaz görünmektedir. Girişimcilerin, işsizliğin, serbest piyasanın olmadığı, işçinin yarattığı artık değere el koyan bir sınıfın bulunmadığı kârın tamamen ikincil bir rol oynadığı, fiyat ve ücretlerin arz talep yasasına konu olmadığı bir kapitalizm anlamlı bir değerlendirme çerçevesinde kapitalizm olarak nitelenemez. Planlı Sovyet ekonomisi her yerde kapitalizme meydan okuma olarak algılandı. Sosyalizmin “maddi ekonomik yarısı” ve devrimin başlıca ürünüydü. (E.H.Carr) (4)
[Sosyalist] üretim tarzımız bir ekonomik anarşiye izin vermez. Rekabet, ekonomik kriz ve işsizlik bilmez. (Alexandra Kollontay, age.)
E.H.Carr’dan ilhamla söylersek; yıkıldığı güne kadar, okuma yazma oranlarının yüzde yüze ulaştığı, tüm kadınların ücretli istihdama katılabilmesinin yanı sıra öğretmen, doktor, mühendis olabildikleri, doğum izinlerinin dört ay olduğu, iş haftasının 35 saate kadar inebildiği, tüm çocukların ücretsiz olarak kreşe gidebildiği, eğitim, sağlık, barınma, gibi tüm hizmetlerin ücretsiz olduğu, kadın işsizliği diye bir şeyin söz konusu olmadığı, eşit işe eşit ücret uygulamasının bir biçimde uygulandığı sisteme elbette sosyalizm deriz. Ve kuşkusuz Gorbaçov’un sosyalizmin sorunlarına çare olarak sunduğu; özelleştirme, rekabeti körükleme, verimliliği artırma gibi politikaların ilk kaybedeninin kadınlar olduğunu da biliyoruz. NEP yıllarında küçük köylülüğün de devrime katılması/rıza göstermesi, ama esas olarak kentlerde ortaya çıkan açlık sorununa çözüm olarak Lenin’in de deyimiyle sosyalizmin inşasından geçici bir süre geri adım atmakla benzeştirilemeyecek bir durumdan söz ediyoruz. Ki NEP yılları da fabrikalarda verimliliği artırma politikasının sonucu olarak kadınlar işsiz ya da sağlıksız koşullarda uzun çalışma saatlerine uyum sağlamak zorunda kaldılar. Kadınların ücret seviyesi düştü, toplu yemekhaneler kapanmaya başladı ve devrimin hemen ertesinde neredeyse ortadan kalkan fuhuş kadınlar için zorunlu bir seçenek olarak yeniden gündeme geldi. Tüm bunlar sadece küçük köylülüğün toprak üzerinde özel mülkiyet hakkının olduğu proleter devletin mülkiyetindeki fabrikalarda “verimlilik artışı” hedefi nedeniyle yaşandı. Gorbaçov döneminde ise tüketim malları üreten sanayi kollarından başlayarak ilerleyen özelleştirmelerle ortaya çıkacak “verimlilik artırma” politikalarının ilk kaybedeninin kadınlar olması kaçınılmazdı. Ki zaten kapitalist özel mülkiyetin ortaya çıkışı siyasal üst yapıdaki dönüşümün seyrini de belirledi ve burjuva partilerinin örgütlenmeye başlamasıyla Sovyetlerin çöküşü gerçekleşti. Bu çöküşten kadınların payına düşenin yaygın biçimde işsizlik, yoksulluk, zorunlu fuhuş, yurt dışına zorunlu göç ve ağır sömürü koşullarında çalışmak olduğu göz önünde bulundurulursa, “reel sosyalizm” dahi olsa Sovyetler'in çöküşünün ne bizzat Sovyetler Birliği’ndeki kadınlar ne de tüm dünyadaki kadınlar için patriyarka karşısında güçlendiren bir durum yarattığını söylemek mümkün olabilir.
Sosyalizmin sorunları
Erkek artık evin efendisi, ailenin başkanı ya da reisi gibi davranamıyor. Zaten kadının üzerinde çocukların da gösterildiği kendi alım karnesi olduğundan beri ona yapılacak ne kalıyor ki. Yani kadın artık özel bir girişimciye ve kocasına/ailenin geçimini sağlayana bağımlı değil. … Devrimin en önemli edimi, tüm yetişkin erkekler ve kadınlar için genel çalışma yükümlülüğünü getirmesidir. Bu yasa kadının yaşamında, tarihte şimdiye kadar görülmedik bir değişikliğe yol açtı. (Alexandra Kollontay, age)
Kadınların sahip oldukları tüm haklara rağmen, Yüksek Sovyet Prezidyumu fotoğraflarındaki sadece erkeklerden oluşan bileşim bile tek başına erkek egemenliğinin gücünü gösteriyor. Siyasal alanın tümüyle erkeklerin denetiminde/yönetiminde olduğu bir sistemde, kâra ve ranta dayalı üretim ilişkileri ortadan kalksa da patriyarka, özel alan başta olmak üzere, kendisini yeniden üretebileceği iç dinamiklerini korur/harekete geçirir. Ki dönüp evlerin içine bakıldığında, Sovyet Birliği’nde yapılan zaman kullanım anketleri bize, büyük kentlerde 1923’te erkeklerin ev işlerine bir ay içinde harcadığı zamanın toplam zamanlarının yüzde 7’siyken, kadınların ev işlerine harcadığı zamanın toplam zamanlarının yüzde 23’ü civarında olduğunu gösteriyor. 1960’a gelindiğinde ise, erkeklerin bir ay içinde ev işlerine harcadıkları ortalama sürenin toplam zamanın yaklaşık yüzde 9’uyken kadınlar için oranın yüzde 18 olduğunu görüyoruz.(5) Uzaya araç gönderen Sovyetler Birliği’nin 40 küsur yılda kadınların ev içindeki yükünü azaltma konusunda aldığı -yüzde 5’lik- yol, aslında aileyi sadece kapitalizme ait bir kurum olarak gören ve kadınların ücretli emek gücüne katılımıyla kadın erkek eşitsizliğinin ortadan kalkacağını varsayan sosyalizm anlayışının sınırlarını da çok net biçimde ortaya koyuyor.
Tam bu noktada hem benim gibi sosyalist feministler(6) hem de Marksist feministler(7) ve kuşkusuz [bence Marksist feminizmin bir kolu olarak ] toplumsal yeniden üretim kuramını(8) temel alan feministler açısından, patriyarkanın özellikle ev içindeki cinsiyetçi iş bölümü söz konusu olduğunda, nasıl hiç aşınmaksızın ayakta kaldığını açıklamak için Ekim Devrimi ve reel sosyalizm deneyimine, çoğulculuk-demokrasi tartışmasının ötesine geçerek bakmayı bir kez daha zorunlu kılıyor.(9) Bu nedenle esas olarak kadınların ücretli emek gücündeki konumlarından yola çıkarak ev içindeki patriyarkal ilişkilerin neden kadınlar lehine dönüşmediğine bakmak gerekiyor.
Sovyetler'de 1928’de toplam işgücünün yüzde 28’ini kadınlar oluştururken 1975’e gelindiğinde bu oran yüzde 51 olmuştu. 1975’te sanayideki işgücünün yüzde 49’u, devlet çiftliklerinde ise 45’i kadınlardı. 1977’de yükseköğrenim görenlerin yüzde 51’i kadınlardan oluşurken, yükseköğrenim görmenin karşılığı yönetici görevlerde ve nitelikli işlerde çalışmaktı. Ancak tüm bu “gelişmelere” rağmen kadınlar esas olarak hem tarımda hem de sanayii üretiminde düşük ücretli ve niteliksiz işlerde yoğunlaşmışlardı hatta niteliksiz kol emeğiyle çalışanların neredeyse hepsi kadındı. 1959’dan 1970’e gelindiğinde mağaza depo işçileri, postacılar, kalite kontrolcüler, kuryeler gibi niteliksiz işlerde çalışanlar arasında kadınların oranı yüzde 59’dan yüzde 70’e yükselmişti. 1972’de devlet çiftliklerinde çalışan kadınların sadece yüzde 11’3’ü makine ve teçhizat kullanırken süt sağma, temizlik ve hayvan besleme gibi elle yapılan işlerin neredeyse hepsini kadınlar yapıyordu.(10) Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde kadınların ev içindeki karşılıksız emeğine-cinsiyetçi iş bölümüne dayalı olarak ücretli emek gücüne katılım koşullarının belirlenmesi sermayenin de çıkarınaydı böylece kadınlar daha düşük ücretli güvencesiz ve örgütsüz olarak çalışıyorlardı. Ev içindeki cinsiyetçi iş bölümü kapitalist üretim ilişkileri içinde kadınların cinsiyete dayalı meslek/iş ayrımına maruz kalmasını koşullarken kapitalist sömürünün olmadığı koşullarda da kadınların ücretli emek gücü içindeki kaderi değişmiyordu. Peki, sosyalizmlerde yaşanan neydi?
Yeni bir üretim tarzı mı üretimin örgütlenmesinde değişmeyenler mi?
Gerçi ücretli emek henüz vardır, ama işçiler tarafından yaratılan artı değer, artık herhangi bir özel girişimcinin cebine girmeyip, bilakis toplumsal gereksinmelerin karşılanması: üretimin geliştirilmesi, yeni bir toplumsal bilincin yartılması ve proletaryanın devrimci diktatörlüğü döneminde mutlak zorunlu olan Kızıl Ordu’nun beslenmesi için kullanılıyor. (Alexandra Kollontay, age)
Alexandra Kollontay 1921’de Sverdlov Üniversitesi’nde işçi v köylü kadınlara verdiği derslerde yeni/sosyalist üretim tarzının örgütlenmesinden bahsederken işi sınıfının artık kendi ekonomi yönergelerini hazırladığını üretimi ve ticareti planladığını tüketim mallarının dağıtımını örgütlediğini anlatıyor. Lenin’in de Ağustos 1917’de Devlet ve Devrim’de öngördüğü biçimde büyük üretimin işçilerce örgütleneceği memurların da hazırlanan yönergelerin basit uygulayıcıları haline geleceği proletarya diktatörlüğünün hayata geçişini tarifliyordu. Ancak Kollontay bununla yetinmiyor ve kadınları tüm yerel ve özyönetim organlarının çalışmalarına katma mücadelesinden ödün vermemek gerektiğini de söylüyor. (age) Bu noktada Ekim Devrimi’nin öncülerinin tahayyüllerinin dönemin gerçekliğinin engellerine takıldığını görmek kuşkusuz antikomünizmden sıyrılan bir feminist eleştiri yapmak için de elzem. Paylaşım savaşının ağır yıkımı altında iç savaş sürerken sosyalizmi inşa etmeye çalışmak, tıpkı ev içindeki cinsiyetçi iş bölümü gibi üretim süreçlerindeki uzmanlaşmaya dayalı hiyerarşilerin de bir gecede yok olmayışı, bürokrasinin bir şekilde göreve çağrılışı Kollontay’ın bahsettiği, kadınların hayatlarını dönüştüreceği varsayılan yeni üretim tarzının örgütlenmesinin önündeki en büyük engelleri oluşturuyordu. Lenin’in 1913 ve 1914’te(11) kapitalist sömürünün en uç örgütlenme biçimi olarak mahkûm ettiği Taylorizmi, 1918’de üretimde verimlilik artışı için gerekli şartlardan biri olarak, büyük ölçekli sanayide rekabetin örgütlenmesinin sosyalizm için önemini vurgulaması da kuşkusuz devrimin karşılaştığı zorlukları hızla aşmaya yönelikti.(12) Nadezhda Krupskaya’nın 1921’de açıkça, özellikle yönetsel işlerde (yani bürokraside!) Taylorizimin benimsenmesi gerektiğini ve uzmanlaşmayı teşvik etmenin önemini anlatması(13) da kuşkusuz işçi sınıfının ve kapitalist üretim ilişkilerinin yeterince gelişmediği bir ülkede devrimin gerçekleşmiş olmasıyla yakından bağlantılıydı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi ardından gelen NEP sürecinde de “dönemin zorunluluklarının” kadınların kazanımlarının tırpanlanmasıyla hayata geçirilmesi söz konusu oldu. Jenotdel’e rağmen kadınların hem Bolşevik Parti’deki hem de sovyetlerdeki güçsüzlüğü ve etkisizliği, NEP’in ardından da belirleyici olmaya devam etti. 1920’lerin sonunda 1930’ların başında, Stalin iktidarında tek ülkede sosyalizmi korumak amacıyla başlatılan planlama/hızlı sanayileşme programları erkek nüfusun savaşlarda azalmış olması sebebiyle kadınları yığınsal olarak işgücüne dâhil ederken, verimlilik artışını sağlayan kalemlerden biri de, NEP döneminin bir devamı olarak ev içindeki toplumsallaştırılabilecek işlerin kadınların sırtına yüklenmeye devam edilmesiydi. Avrupa’da ne kadar süreceği bilinmeyen savaş tam tamları çalmaya başladığında ise Stalin, nüfusa ihtiyacımız var diyerek kürtajı yasaklarken 10 çocuklu annelere Sovyet madalyası takıyordu. Stalin sonrasında Kruşçev ile başlayan ve yıkılışa kadar giden süreçte kürtaj yasağının kalkması (ama eşcinselliğe yönelik yasak ve cezalandırmanın sürmesi) doğum oranlarının düşmesi söz konusu olurken kamusal hizmetler en üst seviyeye çıkıyordu. 1920’lerin sonunda 15-49 yaş arası her 1000 kadından 159’u doğum yapmışken 1970’e gelindiğinde her 1000 kadından sadece 65,7’si doğum yapmıştı.(14) Sovyetlerin yaşadığı her siyasal dönemeçte değişmeyen, sanayileşme hamleleri eşliğinde hem toplumsal üretimde hem de ev içinde cinsiyetçi iş bölümünün aşınmaksızın varlığını sürdürmesi oluyordu.
Sonuç yerine…
En başa dönersek, işçi ve sovyetlerinin dağıtılmış olması, kadınların üretim süreçlerinin örgütlenmesine kolektif olarak müdahil olmalarını sağlayacak mekanizmaların ve -tabii ki üretim araçlarının özel mülkiyetinin savunusunu içermeyen- örgütlenme özgürlüğünün olmayışı, feminist hareketin ortaya çıkışı önünde hiç kuşku yok ki esas engeli oluşturdu. Bir kısır döngü halinde siyasetten yani kamusal alanın karar alma mercilerinden dışlanan, toplumsal örgütlenmeleri engellenen kadınların, özel alanda/evde erkeklerle yaşadıkları eşitsizlik ilişkisine bir feminist mücadele/kadın dayanışması ile cevap vermesi mümkün olmadı. Ancak bunun ötesinde sosyalizmin sorunları tartışmasını kadınların özgürlüğü için atılması gereken adımları, feminist de olsa sosyal politikayla (ücretsiz kamusal hizmetler, kreş, barınma ve ücretli çalışma hakları) sınırlamayan, üretimin örgütlenmesi meselesini sol liberal çok partililik ve verimlilik analizlerine sıkıştırmayan bir feminist ve sosyalist analizin ihtiyaç olduğunu görmek gerek. Böyle bir tartışma, sadece entelektüel nostaljinin konusu değil; bugünden sınıf içinde kadınların örgütlenmesinin, feminist sınıf siyasetinin, cinsiyete dayalı istihdam ile cinsiyetçi iş ve meslek ayrımına karşı mücadelenin en önemli ayağı olarak, kadınların ev içindeki karşılıksız emeğini ve ev içinde bizzat erkek işçi ile kadın işçi arasındaki cinsiyetçi iş bölümünü de sınıf siyasetinin temel meselesi olduğunu görmeyi mümkün kılar.
(1) Lenin, Büyük Bir Başlangıç, (Kadın ve Aile içinde), Sol Yay. Çev. Öner Ünalan
(2) A. Kollontai, Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu (Sverdlov Üniveristesi’nde İşçi Ve Köylü Kadınlar İçin
Verilen 14 Ders , 1921), İnter yay. Çev. M. Ali İnci,
(3)Özel patriyarka kamusal patriyarka ilişksine /ayrımına ilişkin tartışma için bknz. Patriyarka Kuramı, Sylvia Walby, Çev. Hülya Osmanağaoğlu, Dipnot yay.
(4)E.H. Carr , Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi, Yordam Kitap, Çev. Levent Cinemre
(5)Michael Paul Sacks, A Comparison of the Everyday Life of Soviet Working Men and Women between 1923 and 1966 (makalenin yazılış tarihi 1977)
(6)Kapitalizm ve patriyarkanın farklı iç dinamiklere sahip iki ayrı sistem olduğunuartık ancak iç içe geçerek -patiyarkal kapitalizm- kendilerini yeniden ürettiklerini söyleyen ikili sistem kuramı
(7)Patriyarkanın bağımsız bir sistem olduğunu ancak kapitalizmin artık patriyarkanın kendini yeniden üretme dinamiklerini belirlediğini söyleyen kuram.
(8)Kadınların hane içindeki emek sürecini “yeniden üretim” olarak kavramsallaştırarak, hem toplumun hem de emek gücünün -böylece hem de kapitalist sistemin- yeniden üretimiyle ilişkilendirirler. (TYÜ için bknz. Melda Yaman <https://feministbellek.org/toplumsal-yeniden-uretim/>)
(9)Özellikle Delphy’nin kuramlaştırdığı patriyarkal üretim tarzı yaklaşımını savunan maddeci/radikal feminist akım açısından bu zorunluluk söz konusu değil kuşkusuz.
(10)Mary Buckley , Women in the Soviet, Feminist Review, No. 8 (Summer, 1981), pp. 79-10
(11) https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1914/mar/13.htm
(12) https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/mar/x03.htm#sec5
(13) https://www.marxists.org/archive/krupskaya/works/taylorism.htm
(14) Gur Ofer – Aaron Vinokur, Work and Family Roles of Soviet Women: Historical Trends and Cross-Section Analysis, Journal of Labor Economics, Vol. 3, No. 1, Part 2: Trends in Women's Work,