Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Kürdistan’da doğaya çevrilmiş namlu: Ekokırım

Dîlan Bebleşîn Dîlan Bebleşîn
15 Haziran 2024
Ekoloji, Yazı
0
0
SHARES
58
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Doğanın ahlaksızca sömürülmesi hem ekolojik dengenin bozulması hem de toplumların doğayla bağlantısının koparılmasına neden olur. Doğa üzerindeki tahakkümle, toplumların yaşam alanları yok edilerek insanların kendilerine yetebilme kapasiteleri ortadan kaldırılır. Toplum, devlet ve onun sermaye ayağını oluşturan şirketlere bağımlı hale getirilir

İnsan var olduğu ilk günden bu yana doğayla bir ilişki içerisinde yer alıyor. İnsanı insan kılan tüm değerlerin var edildiği bu ilişkideki dengenin bozulması, kapitalist modernite zihniyetine de yön veren temel faktör oldu. Ekolojik yaşamın karşısında konumlanmak, anlam ve ahlakta eksilmeyi de beraberinde getirdi. Doğayı bir ana gibi kutsal kabul eden animizm düşüncesi, doğa ile uyumlu bir ilişki yaratmıştı. Bu anlamlı ilişki, doğanın hakikatini anlayan ve onu güçlendiren bir niteliğe sahip olduğu için kadın, doğa ve toplum güçlü bir şekilde ayakta kaldı. 

Kadınların doğa ile kurduğu ilişki, sadece ekonomik ve sosyal kapsamlı değildir. Aynı zamanda kültürel ve manevi bir niteliktedir. Bu ilişki, toplumların sürdürülebilir yaşam ölçüleri geliştirmesinde büyük rol oynar. Kadınların bilgelik deneyimleri hem doğanın korunması hem de ekolojik bilincin toplumsallaşması konusunda başat bir rol oynamaktadır. Varlığını günümüze dek sürdüren bu anlamlı ilişki, kapitalist modernitenin kendi sistemini kabul ettirmek ve kendisini meşru bir zemine oturtmak amacıyla tahrip edildi. Kapitalist modernite, erkek egemen devletçi toplumun hakim kıldığı yaşam tarzıyla başta ekolojik, sosyolojik ve ekonomik olmak üzere birçok alanda yaşanan sorunların da temelini attı. Öyle ki Kapitalist modernite, hala sürdürdüğü gasp ve ahlaksızlıkla Kürt kadınlar başta olmak üzere Kürt halkı üzerinde tahakküm kurmak için Kürdistan’daki yaşam alanlarını talan ediyor. 

Ekolojik tahakküm ve talanın kökeni incelendiğinde insan, doğa ve kadına karşı ihanetin eş zamanlı olarak aynı egemenler ve söylemlerle inşa edildiğini görüyoruz. Doğadan kopuş insanın kendi özünden de kopuştur. Ahlaksızlık ve talana yol veren ilk oyuk burada açıldı. Bu oyuk, günümüzde sistemleşmiş ve hatta örgütlenmiş ihanetlerin de bir çığ gibi büyümesinin önünü açtı. 

İnanna’nın 104 ME’sini çalan Enki, Tiamat’ı katleden Marduk, kadınları zayıf ve dengesiz olarak tanımlayan Platon, kadın değerlerini inkar eden Aristo, cadı avlarındaki kadın düşmanlığını doğaya birebir uyarlayan Bacon’dan da bildiğimiz üzere, esasında kadın şahsında hep doğa hedef alındı. Kadın ve doğa eş tutularak, zayıf, dengesiz, nesne ve güçsüz olarak addedildi. Sonuç olarak ortaya çıkan tablo, bir bütünen doğa ve kadının tahakkümle zapturapt altına alınması olarak karşımızda duruyor. 

Kadından uzak bir bakış açısıyla yoğrulmuş pozitif bilimin doğaya karşı geliştirdiği karşıt eril ideolojisi, yeni krizleri de doğurmaya devam ediyor. Kapitalist sistemin sınır bilmeyen ahlaksız ilerleyişi, ekolojik yıkımlara karar veriyor ve doğadaki tüm varlıkları istediği şekilde kullanıyor. 

Kürdistan’da kadın ve doğa üzerinde yürütülen özel savaş politikaları, toplumların kontrol altında tutulması kapsamında merkezi bir rol oynar. Özel savaşın en görünmez ancak en etkili cephelerinden birini oluşturur. Halkın kendi iradesiyle karar alma yetkisini doğrudan etkileyen bu politikalar, kadının toplumsal yaşamdaki rolünün yok edilmesini amaçlar. 

Kapitalist sistem, doğa üzerinde tahakküm kurarak benzer bir işlevsellik ortaya koyar. Doğanın ahlaksızca sömürülmesi hem ekolojik dengenin bozulması hem de toplumların doğayla bağlantısının koparılmasına neden olur. Doğa üzerindeki tahakkümle, toplumların yaşam alanları yok edilerek insanların kendilerine yetebilme kapasiteleri ortadan kaldırılır. Toplum, devlet ve onun sermaye ayağını oluşturan şirketlere bağımlı hale getirilir. Doğanın metalaştırılması ve bir tüketim nesnesi haline getirilmesi, aynı zamanda iktidarın ekonomik ve politik bir güç elde etmesi anlamını da taşımaktadır. 

Abdullah Öcalan’ın doğanın sınırsız sömürüsü ve kadının ucuz iş gücü olarak kullanılması şeklinde tanımladığı ‘ekolojik ve toplumsal kırım’ esasında aynı ideolojik sistemin ürünüdür. Devlet, merkezi otorite olması ve dikey hiyerarşik yapısı nedeniyle doğrudan ekolojik kırıma yol açmaktadır. Devletin ekonomik ve politik çıkarları, doğanın korunmasından önce gelmektedir. Bu nedenle devletler, doğal kaynakları kontrolleri altında tutmak ve kendi çıkarlarına uygun şekilde kullanmak için özel savaş politikaları yürütürler. Bu politikalar, yalnızca askeri çatışmalarla sınırlı değildir. Aynı zamanda ekonomik baskı, propaganda ve sosyal mühendislik gibi birçok stratejiyi de içermektedir. 

Bu yöntemlerle doğa tahrip edilir, yaşam alanları boşaltılır ve ekolojik bir soykırım ortaya çıkar. Abdullah Öcalan, doğanın bu şekilde gasp ve talan edilmesinin sadece ekolojik bir sorun olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir adalet meselesi olduğunu önemle vurgulamaktadır. 

Örneğin, Kürdistan’da devlet doğal kaynakları ele geçirmek ve kendi kontrolü altında tutmak için askeri güç kullanmaktadır. Kürdistan’da yürütülen savaşlar, ormanların yakılması, Kürdistan dağlarının kimyasal silahlar ile bombalanması, devlet eliyle militarist güçlere yaptırılmaktadır. 

Kimyasal silahların toplum üzerindeki etkileri, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal yapılar üzerinde de yıkıcıdır. Kimyasal saldırılar, toplumsal bağları koparır, insanların güvenli yaşam alanlarını yok eder ve kitlesel göçlere neden olur. Kimyasal silah kullanımı, halk sağlığı üzerinde de olumsuz etkilere sahiptir. 

Ayrıca, kimyasal silahların kullanıldığı bölgelerde, ekonomi durma noktasına gelir ve toplum yaşamını idame ettirecek düzeyde bir ekonomiden bile yoksun bırakılır. Abdullah Öcalan, kimyasal silahların toplum üzerinde yarattığı bu tür etkilerin, iktidar yapılarına ve savaş stratejilerine hizmet ettiğini vurgular. Bu silahlar, toplumları korku ve çaresizlik içinde bırakarak iktidarın toplumlar üzerindeki kontrolünü pekiştirmeye yarar.

Devletler ayrıca sermayelerini büyütmek amacıyla endüstriyel kapitalizmi destekler. Bu sistem, doğal kaynakların sınırsızca sömürülmesin dayanmaktadır. Madencilik, petrol arama-çıkarma ve belirli bir bitki türünün bir bölgede çok yaygın olarak uzun yıllar boyunca yetiştirilmesi anlamına gelen monokültür uygulamaları, ekolojik dengenin bozulması anlamına gelmektedir. 

Yine aynı kapsamda, devlet medya aracılığıyla toplumu yanlış yönlendirerek ekolojik kırımların boyutlarını gizlemeye çalışmaktadır. Toplumun ekolojik bilincini zayıflatarak doğaya yönelik duyarlılığını azaltmak istemektedir. 

Şu anda devlet eliyle Kürdistan’da yürütülen savaş ve beraberindeki doğal olmayan ölümler gibi ekokırıma yönelik de bir sessizlik mevcut. Ekokırımın devlet eliyle adeta bir güvenlik gerekçesi şeklinde meşrulaştırılması, özel savaş politikalarından biri. Kürt halkı kadar dağları, ağacı, suyu ve yaşam alanları da terörize edilerek yaşananlara tepki gösterilmesinin önü alınıyor. Kürdistan’daki her ekolojik kırım, göçe zorlanma, Kürdistan coğrafyasını insansızlaştırma ve Kürdistan’ın demografisini değiştirme amacıyla gerçekleştiriliyor. 

Tam da bu nedenle, ekolojik mücadele Kürt halkı için aynı zamanda tarihini, toprağını, ülkesini savunma mücadelesi anlamına gelmektedir. İnsanlık için en doğru paradigma olan demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın ortaya koyduğu şekliyle ertelemeden ekokırıma karşı mücadeleyi büyütmeliyiz. Ekolojik yıkımların boyutu, doğayı gasp ve talan edenlere karşı doğayı savunanların örgütlenmesini olmazsa olmaz kılmaktadır. Modernite adı altında, bizi karanlığa mahkum etmek isteyen, yaşamlarımızı bir zindana çeviren bu sisteme mecbur değiliz. Bu ahlaki ölçülerden yoksu sistem mutlak değil, ezeli değil, ebedi değil… Elbette ki toplumsal ekoloji, doğa ile anlamlı yaşam da bir ütopya değil. 21. yüzyıl kadın yüzyılı kadar ekolojik devrim yüzyılı da olmalıdır.

Etiketler: Doğa talanıEkolojik yıkımSayı 68
Önceki İçerik

Savaş ve şiddetin ekolojisine karşı toplumsal ekoloji

Sonraki İçerik

Kadın ve doğanın sömürülmesine karşı ekofeminizm

Sonraki İçerik

Kadın ve doğanın sömürülmesine karşı ekofeminizm

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.