Deniz Poyraz, Garibe Gezer, Fatma Altınmakas, Sakine Kültür, İpek Er, Pınar Gültekin, Gülistan Doku ve ismini sayamayacağımız kadar çok kadının hayatlarının çalınması konferansa katılan kadınların mücadele gerekçesini büyütüyordu
21-22 Mayıs’ta Ankara’da HDP Kadın Meclisimizin konferansındaydık. Bölge konferanslarının ardından merkezi konferansımızı yapmak bizi hayli heyecanlandırmıştı. İllerden gelen kadınlar, sabahın erken saatlerinde konferansta hazır bulunmuşlardı. Konferansa vardığımızda salonda halay çekecek yer çok az olmasına rağmen çalan müziğin ritmine göre büyük bir ahenk içinde halaya durulmuştu. Halay coşkuyla sürdü ama bu halay direnmeyi yansıtıyordu. Konseri yasaklanan ve gözaltında olan kadın sanatçıların şarkıları çalıyordu ve kadınlar yasaklara inat, sanatı ve sanatçıyı sahipleniyordu.
Konuşmalarda Aynur Doğan, Ezgi Mola, Sezen Aksu, Ece Seçkin, Dengbej Xalide, Zelal Gökçe’ye yönelik saldırıların ne anlama geldiği ve neye işaret etiği değerlendirildi. Makul ve makbul kadın sanatçılar olmadıkları için bu durumla karşı karşıya kaldıkları değerlendirilerek, sanatı özgürleştirene kadar mücadele edileceği belirtildi.
Konferansın önemli değerlendirme konularından biri de kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları oldu. Öyle yakındaydı ki bu kadın arkadaşlarımız… Hazırlanan sinevizyonda, salona asılan pankartlarda, konuşmalarda sanki bu kadın arkadaşlarımızın hepsi ordaydı ve ne yapılması gerektiğini söylüyorlardı bize. Deniz Poyraz, Garibe Gezer, Fatma Altınmakas, Sakine Kültür, İpek Er, Pınar Gültekin, Gülistan Doku ve ismini sayamayacağımız kadar çok kadının hayatlarının çalınması, intihara sürüklenmesi, tecavüze uğraması konferansa katılan kadınların mücadele gerekçesini büyütüyordu.
Kadınların gündeminde tecrit ve cezaevleri de önemli bir başlık olarak değerlendirildi. Aysel Tuğluk şahsında birçok kadın yoldaşın büyük bir hukuk garabeti altında rehin alınıp tecrit edilmesi ve tecridin kadınların yaşamına etkileri detaylandırılıyordu. Başta İmralı’da olmak üzere tüm cezaevlerini içine alan tecridin artık tüm topluma ve kadınların yaşamına dayatıldığı değerlendirilerek, bunun bir rejime dönüştürülmek istendiği sıklıkla vurgulandı. Artık tecrit durumu, doğası yasaklanan kadınların, ne konuşacağı, nasıl güleceği, ne giyeceği, hangi dili konuşacağı, hangi sınırlar içinde hareket edileceği belirlenen tüm kadınların da sorunudur.
İşten atılan kadınların eve hapsedilmesi, özgürce okuyamayan üniversitelinin, ekonomik özgürlüğü kalmayanın da, KHK ile işinden olanın da, çöken hukuk zemininden kaynaklı hukuksuzluklarla yüz yüze kalanın da, yasaklanan sanatın sonuçlarını yaşayanın da, savaşın doğurduğu şiddetten nasibini alanın da, sokağı özgürce kullanmayanın da, güvensiz hale gelen tüm yaşamın tecrit edilme halini oluşturduğunu ve ülkemizin büyük bir gözaltı toplumuna dönüştüğünü de değerlendirildi. Tecrit edilmeye karşı mücadelenin kendini özgürleştirme mücadelesi olduğu vurgulandı.
Konferansımızda yapılan değerlendirmeler, Türkiye’de de dini araçsallaştıran tekçi iktidarın yeni bir rejim inşasında kadın kazanımlarını ortadan kaldırarak başlattığı gerçeğini ortaya koydu. İktidarın, İstanbul Sözleşmesi’ni etkin bir şekilde uygulamak yerine sözde çıkardığı yasalarla erkek şiddetini daha da körüklediği, kadınların yaşam tarzına müdahale ettiği, bedeni ve varlığı üzerinden tüm yaşamını kuşatma altına almaya çalıştığı ve doğrudan devlet şiddetinin hedefi haline getirdiği böylesi bir süreçte, kadınların susmayacağı, dayanışarak ortak mücadele edeceği mesajları bizlere umut ve güç verdi.
Uluslararası emperyal güçlerin çıkardığı yeni hegemonya savaşlarının ideolojik ve kültürel savaşlar olduğu, yine dünyada derinleşen ekonomik krizlerle bağlantılı olduğu kadar bu savaşlarla kadın bedeni üzerinden yeni yüzyılın kurgulanmaya çalışıldığı değerlendirmeleri yapıldı. Kapitalist modernitenin toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel olarak tarihinin en büyük sistem krizini yaşadığı 20’nci yüzyılda birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla oluşturulan siyasal sistemin aşıldığına, 21’inci yüzyılda kurulamak istenen yeni sistemin 3’üncü Dünya Savaşı ekseninde Ortadoğu merkezli olduğu ve savaşın giderek derinleştiğine dikkat çekildi. Çünkü bizler şunu çok iyi biliyoruz ki, halkların özgürlük eğilimine karşı yeni kölelik kültürünün sürdürücüleri olan sistemin hegemon güçleri, kendi aralarındaki ilişki ve çelişki temelli çıkar çatışmaları üzerinden düzeni yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Kapitalizm sürekli krizler çıkartarak, yeni savaşlar geliştirerek jeopolitik çıkarlarını esas alıyor. Kapitalist sistem kendi çıkarı temelinde halkların ve kadınların demokrasi, eşitlik, özgürlük taleplerini kaos halinde tutarak bastırmaya çalışıyor ve böylece ayakta kalacağını sanıyor. Yine savaşlardan kaynaklı kadınlar göçe zorlanıyor ve gittiği yerlerde mülteci pozisyonunda şiddetin bin bir çeşidiyle karşı karşıya kalıyor, bedeni sömürülüyor, ucuz işgücü olarak çalıştırılıyor, barınma sorunu yaşıyor. Buradan sayamadığımız şiddetin her türlüsüyle yüz yüze bırakılıyor. Bu yüzden konferansımızda emperyalist güç odaklarının çıkardığı savaşlara karşı özgürlükçü, demokratik güçler ve kadınlar açısından sunduğu fırsatların olduğu bilinciyle ortak mücadeleyi büyütme ve barışı savunmanın politik bir hat ve sorumluluğuna vurgu yapıldı.
Bu kararlılıktan hareketle, kadınların ve halkların hiçbir şekilde iki bloğa da ihtiyaç duymadığı 3’üncü Yol dediğimiz yolu hep birlikte kurup yürüyeceğimiz gerçeğine bir kez daha tanıklık ettik. Yeni dönem hegemonya savaşlarının sömürü dozajını arttıran iktidarların çoğalması, haliyle çelişki alanlarının da arttığı anlamını doğuruyor. Özgürlük arayışındaki toplumlarla ilişkilenme, ittifaklar geliştirme, yatay ve derinlikli bir mücadele ağı ve 3’üncü Yol siyasetinin gereklerindendir. Bunun için kadınlar olarak kendi özgür geleceklerini inşa etmenin adı olan 3. Yol stratejisiyle daha güçlü çıkış yapılacağı üzerinde önemle duruldu. Tüm bu tartışmalar ışığında bu yolun kavranması değerlendirildi. Ekolojiden ekonomiye, kadın kırımından yoksulluğa, her türlü sömürü ve tahakkümcü siyasete karşı bir panzehir olduğu, halklara ve kadınlara sunulan esas seçenek olduğu gerçeğini bir kez daha gördük.
Kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı siyasete karşı birleştirici gücü olan 3’üncü Yol’da buluşmak konferansımızın temel gündemi oldu. Dolayısıyla; enkazın altından çıkmak isteyen başta kadınlar olmak üzere; Ermeni, Alevi, Roman, Süryani, Arap, Kürt, Türk, Çerkes, Laz gibi farklı inanç ve kesimlerden halklar, işçi ve emekçiler, mütedeyyinler, feministler, nefret suçlarıyla yüz yüze kalanlar, yerinden edilen mülteciler, yaşam alanı savunucuları ekolojistler, emek örgütleri, aydın, yazar, akademisyenler… Yani; ülkede faşizm koşullarında yaşamak istemeyen, yeni bir yaşamın mümkün olduğu umudu taşıyan herkesin buluşacağı 3’üncü Yol’un inşası, kongremize giderken temel hedefimiz olacaktır. Elbette ki bu yolun zor, uzun erimli olduğunun çok iyi farkındayız. Ancak gücümüzün, enerjimizin, kararlılığımızın da farkındayız. İşte bu farkındalık bizi daha çok umutlandırıyor. Yürüyüşümüze her gün yeni’lerin eklenmesiyle mücadelemiz daha da büyüyor.
*HDP Kadın Koordinasyonu Üyesi