Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Kastik Katilin Suç Dosyası: Tarihin En Uzun Savaşı Karşısında Kadının Direnişi

Aysel Işık Aysel Işık
10 Ağustos 2025
Yazı
0
Kadın Varlığı Üzerine Kurulmuş Kastik Uygarlık
0
SHARES
238
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Kadınların toplumsal yaşamda aktif hale gelmesi, yalnızca görünürlük kazanmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda kendi iradelerini oluşturabilecekleri, karar alma süreçlerine özgün biçimde katılabilecekleri bir örgütlenme zemini de gerektirir. Erkek egemen yapılarda kadınlar çoğunlukla ikinci plana itilir; bu durum yalnızca temsil sorunuyla sınırlı kalmaz, aynı zamanda kadınların seslerinin duyulmamasına ve deneyimlerinin dışlanmasına da yol açar

Tarih dediğimiz şey, aslında bir travmanın kroniğidir. İnsanlık, bir zamanlar toprağın, güneşin ve suyun ritmiyle uyum içinde yaşıyordu. Yaşamı kutsayan, doğayla özdeşleşen bir varoluş biçimi hakimdi. Bu düzenin merkezinde ise, hayatı doğuran, besleyen ve koruyan kadın vardı. Kadın, sadece bir beden değil; bilgelikti, üretimdi, adaletti, sevgiydi. Tanrıça İnanna’nın ay ışığında dans ettiği, Kybele’nin mağaralarında bilginin aktarıldığı bir çağdan söz ediyoruz. Fakat bir gün bu uyum parçalandı. Bir kopuş, bir yarılma, bir karşı koyuş yaşandı. İşte o gün, insanlık kendi içinden bir “kastik katil” doğurdu. Kastik katil, sadece bir birey değil; bir zihin biçimi, bir iktidar refleksi, bir tahakküm sistemidir.

Önce tanrıçayı tahtından indirdi, ardından onu “fahişe” diye damgaladı. Kadının bilgeliğini şeytani büyü saydı, onun bedeni üzerinden mülkiyeti kurdu, sesini susturdu. Kadının direnişini bastırmakla kalmadı; onu tarih dışı, toplum dışı ve insan dışı ilan etti.

Ve böylece, sadece bir cinsiyet değil, bütün bir insanlık vicdanı bastırılmış oldu. Tarih denilen şey, kadına karşı işlenmiş büyük bir suçun sistematik meşrulaştırılmasından başka bir şey değildi artık. Kadın unutuldu, insan unuttu. Oysa bu unutuluş bir kader değil; örgütlü bir saldırıydı.

Ve bu saldırının adı; kastik gruptur.

Peki bu tarihsel süreç içerisinde kadının emeği nasıl çalındı ve bu karşı koyuşa karşı kadınlar nasıl mücadele etti?

Kadına Karşı Tarihte İşlenmiş Suçlar

1. Tanrıçadan Fahişeye: Kutsalın Alçaltılması
İlk büyük suç, kadının kutsal niteliğinin yok edilmesidir. Anadolulu, Mezopotamyalı tanrıçalar, İnanna, İştar, Kybele sadece doğurganlık değil, bilgelik, adalet ve sevgi tanrıçalarıydı. Kastik katil, bu kutsal figürleri silmedi, aynı zamanda onları aşağıladı. Tapınakları genelevlere çevrildi. Tanrıçanın bilgisi, “musakaddim” adı altında metalaştırıldı. Kadının ruhu değil, bedeni satın alınır oldu.

2. Tevrat ve Şeri Hukukta Kadın Düşmanlığı
Tevrat’ta kadın, “günahın sebebi”, “erkeğe hizmet etmekle yükümlü”, “şeytana yakın” bir figürdür. Sözde ilahi hukukla desteklenen bu düşmanlık, kadını toplumdan dışlamanın en eski yasal kılıfıdır. Aynı anlayış daha sonra Roma hukuku, Katolik Kilisesi, Şeriat sistemleri ve birçok gelenekte devam etti. Kadın, erkek vesayetine muhtaç bir “yarım insan” olarak tanımlandı.

3. Kitlesel Kadın Katliamı
Avrupa’da Orta Çağ boyunca süren cadı avları, kadın bilgisine karşı yürütülen en kapsamlı soykırımdı. Tahminen 40.000 ila 100.000 kadın, “cadı” oldukları gerekçesiyle yakıldı, boğuldu, işkencede öldürüldü. Suçları neydi? Bitki bilgisi, şifa yeteneği, bağımsız yaşam tarzı, dilsiz kalmayı reddetmek… Bu bir cehalet değil, sistemli bir bastırmaydı. Kadın bilinci, kadın aklı, kadın bedeni, her şey tehdit olarak görüldü.

4. Harem ve Cariyelik Sistemi
Özellikle Osmanlı gibi aristokratik sistemlerde kadın, ya haremde bir “dekor” olur ya da cariyeleşir. Kadının özgürlüğü, eğitimi, iradesi yoktur. Varlığı, bir padişahın ya da paşanın “zevk nesnesine” indirgenir. Bu sistem, fiziksel olarak olduğu kadar ruhsal olarak da kadını parçalamıştır.

5. Modern Dönemde Sistematik Şiddet ve Eşitsizlik
Bugün hâlâ: Dünya genelinde her üç kadından biri fiziksel ya da cinsel şiddet görüyor. Kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden ortalama %20 daha az ücret alıyor. Tecavüz, taciz, namus cinayetleri, kadın sünneti gibi uygulamalar milyonlarca kadının hayatını mahvediyor. Savaş bölgelerinde kadın bedeni hâlâ bir savaş silahı olarak kullanılıyor. Yani kastik katil hâlâ iş başında. Sadece kıyafetini değiştirdi. Artık takım elbiseli, dijital, yasalcı…

Kadın Direnişi: Tarihi Sadece Katil Yazmaz

Bütün bu bastırma, yok etme ve susturma girişimlerine rağmen kadınlar hep direndi. Çünkü kadının direnişi, sadece bir kurtuluş değil, varlığını koruma savaşıdır. İşte bu direnişten birkaç örnek:

1. Hypatia
İskenderiyeli filozof. Bilimle konuştu, erkeklerle tartıştı. Katledildi. Ama ismi hâlâ yaşıyor.

2. Jeanne d’Arc
Erkekler ordular kurdu. Jeanne de öyle yaptı. İşgalcilere karşı savaştı. “Cadı” diye yakıldı. Ama inancı hâlâ direnişin simgesidir.

3. Rosa Luxemburg
Savaşın karşısında durdu. Eşitlik için sokaklara çıktı. Kurşunlandı. Ama onun hayali, bir nesli devrimci yaptı.

4. Sakine Cansız

Kürt kadının özgürlük mücadelesinin simgesiydi. Öcalan’ın ifadesiyle, “demirden irade”ydi. Paris’te katledildi ama onun izi her kadın yürüyüşünde, her direniş çadırında yaşıyor. Bugün barışa da direnişe de öncülük ediliyor.

5. İran’da Jîna Emînî
Bir başörtüsü bahanesiyle devlet tarafından katledildi. Jin, jiyan, azadî felsefesi dünyaya yayıldı.

Tüm bu tarihsel yaşanmışlıklar ve devam eden mücadele ve direniş karşısında halen kendisini örgütleyen kastik katil, kadınları ve toplumu cenderesine almaya çalışsa da bunun karşısında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan öncülüğünde ordulaşan kadınlar mücadelesini de direnişini sürdürüyor. Peki, kastik grup karşısında kadın örgütlenmesinin temel prensipleri nasıl gelişiyor?

Kastik grup yapılarında kadınların özgürlük yolunda karşılaştığı en büyük engellerden biri, bilinçlerinin çeşitli yollarla çarpıtılmasıdır. Kadına dayatılan bastırılmışlık hali, çoğu zaman bir kader gibi sunulur ve bu durum, sistemin en güçlü dayanaklarından birine dönüşür. İşte tam da bu nedenle, kadın özgürlük mücadelesinin ilk adımı, özgürlük bilincinin yeniden inşa edilmesiyle başlatılır. Bu anlayış, özellikle Kürt kadın hareketi içinde derinleşmiş ve özgün bir mücadele hattı oluşturmuştur.

Bu çabanın bir parçası olarak, kadına yönelik suçların üzeri örtülmeden açığa çıkarılmakta; kadın felsefesi ve etik anlayışı yeniden düşünülmekte; özgür kadın kimliği ise toplumsal alanda daha görünür ve tanımlı hale gelmektedir. Bu bilinç inşasının kurumsallaşmasında Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu ve Kürt kadın hareketi tarafından geliştirilen Jineoloji özel bir yer tutar. Jineoloji, erkek egemen sosyal bilim anlayışına karşı, kadınların kendi deneyimlerini, tarihlerini ve bilgeliğini özgürlük fikriyle buluşturan alternatif bir bilgi üretim yaklaşımı sunar.

Kadın özgürlük bilinci yalnızca düşünsel düzeyde kalmaz; yaşamın örgütlenişine de yansır. Çünkü bilinç, toplumsal pratikle güçlendikçe kalıcı hale gelir. Bu noktada kadınların yaşamın dışına itilip eve kapatılması, kastik grup yapısının en temel dayanaklarından biri olarak karşımıza çıkar. Kadının yalnızlaştırılması ve üretimden koparılması, onu hem ekonomik hem de sosyal anlamda bağımlı kılar. Bu yüzden kadın mücadelesi, sadece bir hak arayışı değil, aynı zamanda kadını eve hapseden sistemin çözülmesi anlamına gelir.

Kürt kadın hareketi bu duruma karşı, kadının yeniden topluma dönmesini esas alan bir örgütlenme biçimi geliştirmiştir. Kadın kolektif evlerinden komün mutfaklara, bakım kooperatiflerinden mahalle meclislerine kadar pek çok farklı düzeyde örgütlenme biçimleriyle kadınlar birlikte üretmenin, paylaşmanın ve karar almanın yollarını açmaktadır. Çocuk bakımının toplumsallaştırılması ya da özel mülkiyete dayalı üretim ilişkilerinin yerine kolektif ekonomik modellerin yerleştirilmesi, bu dönüşümün önemli adımları arasındadır. Rojava’da hayata geçirilen kadın meclisleri, kadın akademileri ve kadın ekonomisine dayalı kooperatifler, bu anlayışın pratikteki en güçlü örneklerini oluşturur.

Kadınların toplumsal yaşamda aktif hale gelmesi, yalnızca görünürlük kazanmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda kendi iradelerini oluşturabilecekleri, karar alma süreçlerine özgün biçimde katılabilecekleri bir örgütlenme zemini de gerektirir. Erkek egemen yapılarda kadınlar çoğunlukla ikinci plana itilir; bu durum yalnızca temsil sorunuyla sınırlı kalmaz, aynı zamanda kadınların seslerinin duyulmamasına ve deneyimlerinin dışlanmasına da yol açar.

Bu nedenle, Kürt kadın hareketi içinde şekillenen örgütlenme biçimleri, hem karma yapılar içinde kadınların yer almasını hem de bağımsız kadın örgütlerinin güçlendirilmesini esas alır. Kadınların yalnızca eşit olarak temsil edilmeleri değil, özgün bir kimlikle var olabilmeleri, kendi ihtiyaç ve önceliklerini doğrudan ifade edebilmeleri önemlidir. PAJK, KJK, TJA, KONGRA STAR gibi yapılar, kadınların karma siyasal mücadele içinde kendi sözlerini, yöntemlerini ve kararlarını oluşturabildikleri bir zemini güçlendirmiştir. Bu yaklaşım, kadınların yalnızca var olması değil, kendi politik akıllarıyla sürece yön verebilmeleri bakımından dönüştürücü bir etki yaratır.

Kadınların kendi örgütlülüklerini geliştirmesi kadar, bu örgütlenmenin toplumu dönüştürücü bir rol üstlenmesi de oldukça önemli bir yere sahiptir. Çünkü özgürlük sadece kadınlar için değil, toplumun bütünü için anlam kazanmalıdır. Bu noktada en çok üzerinde durulan konulardan biri de erkekliğin, yani toplumsallaştırılmış erkek egemen kimliğin dönüşümüdür.

Kadın özgürlük hareketi, yalnızca kadınların değişimini değil, aynı zamanda erkeklerin de egemenlik alışkanlıklarından sıyrılarak özgür ilişkiler kurabilmesini hedefler. Bu nedenle erkeklik bilincinin sorgulanması, şiddet, sahiplenme, kıskançlık ve iktidar arayışı gibi davranışların dönüştürülmesi, özgür bir yaşamın ön koşulu olarak görülür. Abdullah Öcalan’ın “erkeği öldürmek” şeklinde tarif ettiği bu yaklaşım, bireysel bir yok etme değil, erkeğin kendi içindeki tahakküm ilişkilerini tanıması ve bunları aşması yönünde bir davettir. Böylece özgür kadın ile özgür erkek arasında eşitlikçi, şeffaf ve dayanışmacı bir ilişki zemini oluşur.

Kadın özgürlüğü yolunda atılan adımlar ne kadar güçlü olursa olsun, bu kazanımların korunması ve savunulması da en az o kadar önemlidir. Kadına yönelik şiddetin yalnızca bireysel değil, sistematik ve yapısal bir karakter taşıdığı bir dünyada, kadınların kendilerini kolektif olarak savunabilecekleri dayanışma biçimlerine ihtiyaç duyulur. Bu savunma yalnızca fiziksel değil; psikolojik, dijital, ekonomik ve hukuki alanları da kapsayan çok yönlü bir direnişi gerektirir.

Kürt kadın hareketi, bu ihtiyaca hem ideolojik hem de pratik düzlemde yanıt üretmiştir. Kadınlar, yaşadıkları şiddet karşısında yalnız bırakılmamakta; dayanışma ağları, bilinçlendirme çalışmaları ve ortak savunma mekanizmalarıyla birlikte hareket etmektedir. YPJ, yani Kadın Savunma Birlikleri, bu çabanın en görünür örneklerinden biridir. Ancak bu yapı yalnızca silahlı bir birlik olarak değil, aynı zamanda kadınların kendilerini koruma hakkını savunan, bu hakkı hem fiziksel hem de düşünsel düzeyde inşa eden bir öz savunma modeli olarak anlam kazanır.

Kastik sistemin baskısı yalnızca belli bir coğrafyaya, inanca ya da sınıfa ait değildir. Kadınlara yönelik tahakküm her toplumda farklı biçimlerde karşımıza çıkar; ama kökleri benzer şekillerde derine uzanır. Bu yüzden kadınların özgürlük arayışının da sınırları aşan bir dayanışmaya dönüşmesi kaçınılmaz olur. Farklı coğrafyalarda yaşayan kadınlar, benzer deneyimlerden geçerken birbirlerine ayna tutar, güç verir ve ortak bir dil geliştirirler.

Bu ortak dilin giderek güçlendiği alanlardan biri, uluslararası kadın dayanışmasıdır. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi Filistinli kadınlarla, Latin Amerikalı kadınların direnişi Rojava’daki kadınlarla buluşmakta; deneyimler, bilgi birikimi ve mücadele biçimleri paylaşılmaktadır. “Jin, Jiyan, Azadî” sadece Kürt kadınlarının değil, artık dünya kadınlarının ortak sloganı haline gelmiştir. Bu uluslararası buluşmalar, kadınların birlikte düşünmesini, üretmesini ve ortak kampanyalarla seslerini daha güçlü duyurmasını mümkün kılar. Kadınlar arasındaki bu bağlar, yalnızca dayanışma değil, aynı zamanda birlikte kurulan yeni bir dünyanın habercisi gibidir.

Sonuç olarak, özgür kadın, özgür toplumun kurucu gücüdür. Özgürlüğü yalnızca kadınlar için değil; toplumun tamamı için özgürleşmenin anahtarıdır. Kastik katil, önce kadını bastırdı; çünkü toplumu oradan çözmek istiyordu. Bu yüzden mücadele de kadınla yeniden başladı. Kadın örgütlenmesi sadece bir savunma biçimi değil; yeni bir toplumu kurmanın stratejisidir. Yeni etik, yeni ekonomi, yeni yaşam, yeni düşünce ancak kadınla, kadın etrafında, kadının öncülüğüyle mümkün olacaktır.

Etiketler: Kadın Mücadelesikastikkastik katilKürt kadın mücadelesiMahsa Aminiözgür kadınRosa LuxemburgSakine CansızSayı 128Tanrıça
Önceki İçerik

Camdan Bir Sahne: Hollywood Feminizmine Karşı Rojava Kadın Devrimi

Sonraki İçerik

Kadın Varlığı Üzerine Kurulmuş Kastik Uygarlık

Sonraki İçerik
Kadın Varlığı Üzerine Kurulmuş Kastik Uygarlık

Kadın Varlığı Üzerine Kurulmuş Kastik Uygarlık

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.