Öldürmenin erkeklere, yas tutmanın kadınlara yüklenişi -her ne kadar toplumsal cinsiyet farklılıkları anlayışı zamanla evrimleşse de- cinsiyet rolleri ve özellikleri üzerine uzun süredir var olan Batılı kavramsallaştırmanın bir parçasıydı. Genel olarak erkekler güçlü, kadınlar zayıf; erkekler bağımsız, kadınlar bağımlı; erkekler koruyucu, kadınlar korunan olarak görülüyordu
“Kadınların ‘artık yeter’ dediği gün eski dünyaya iyi bakın. Bu kadınlar gevşemeyecek. Kuvvet içlerinde barınıyor, daha yorgun düşmediler… şimdiye kadar olanlardan bıkmış kadınlar ayağa kalktıklarında onlara iyi bakın. O gün, bu [dünya] sona erecek ve yenisi başlayacak.”
Kadınların ‘artık yeter’ dediği gün dünyanın eskisi gibi bir yer olmaktan gerçekten çıktığı gündür. Okuduk, biliyoruz… tanık olanlarımız bile vardır kısacık sıradan hayatlarında bunun kendini göstere göstere gelen işaretlerine…
Kadınların binlerce yıl süren köleliğine, buna karşı ayağa kalktıkları her direnişe değinmek olanaksız ama 178 yıl öncesindeki Komün günlerine, 18 Mart 1871’e uzanabiliriz. “Soyu, ünvanı ya da serveti sayesinde kimsenin efendi olmadığı; kökeni, kastı veya maaşı yüzünden kimsenin köle olmadığı yeni bir toplum” yaratmayı hedefleyenlerin muazzam atılımına tanık oluyoruz o süreci anlatan yazılardan. Ve her defasında yeni bir şey öğreniyoruz devrim günleri gerçeğinden…
Sadece 72 gün süren Paris Komün günlerinin başlıca iki ayırt edici özelliği var kadınlar cephesinden bakacak olursak: Bunlardan birincisi, kadınların devrim kesitinde kendilerini bütünüyle ortaya koyuşları, ikincisi de toplumsal yaşamın örgütlenmesi işini devrim sonrasına ertelemeyen girişkenlikleri ve yaratıcılıkları.
Kadınların Hükmettiği Bir İnsan Denizi
Ezilenin ezileni kadınlar, hayatın akışına yön verdikleri gibi Komün Günleri’nin devrimsel sıçrayışında da yıkıcı ve yapıcı rolleriyle yer aldılar: “Monmartre’da önce kadınlar sokağa çıktı, çocuklar onları izledi. Ve hepsi birlikte, kadınların hükmettiği bir insan deniziydi.”
“Burjuvazinin mülkünü ve gücünü çalmak isteyen intikamcı proleterler” olarak görülen işçi sınıfından erkekler yeterince tehlikeliydi. Ama muhafazakarından gericisine bütün egemenler kadınların toplumsal düzene karşı daha büyük tehdit oluşturduklarını düşünüyorlardı. Çünkü onları ve davranışlarını alışıldık kalıplara sokmak, bilinen ezberlerle yorumlamak olanaksızdı. Komün günleri alışılmış bütün kavramları, benimsenen bütün dengeleri altüst eden bir hız ve coşkuyla akıyordu.
“Öldürmenin erkeklere, yas tutmanın kadınlara yüklenişi -her ne kadar toplumsal cinsiyet farklılıkları anlayışı zamanla evrimleşse de- cinsiyet rolleri ve özellikleri üzerine uzun süredir var olan Batılı kavramsallaştırmanın bir parçasıydı. Genel olarak erkekler güçlü, kadınlar zayıf; erkekler bağımsız, kadınlar bağımlı; erkekler koruyucu, kadınlar korunan olarak görülüyordu.”
Kadınlar buna pabuç bırakmadılar. Yeni ve zamanından ileri bir bakış yarattılar. Her işi başarabileceklerini gösterdiler, her zorluğun ve olmaz denilen her şeyin üstesinden gelmeyi bildiler. Bu öyle bir hal aldı ki, kadın ve erkek özelliklerini iki karşıt kutba ayıran toplumsal cinsiyet kavramsallaştırmasını yerle bir ettikleri için egemen sınıf erkeklerinin başlıca endişe kaynağı haline geldiler. Onları korkutan, kadınların “edilgenden çok saldırgan, çaresizden çok kendine yeten, arabulucudan çok savaşçı, erkekleri destekleyici olmaktan çok eleştirel, çekingenden çok özgüvenli, bağımlıdan çok bağımsız ve kesinlikle kırılganlıktan uzak” olmalarıydı.
Siyasal ve Toplumsal Devrimin İç İçeliğinin Önemi
Bütün bunlar onlardaki kabına sığmaz öfke ve gelecek tasavvuruna işaret eder; kadınların geleceğe dair hayallerinin ve -buna sonuna kadar hakları olduklarını duyumsadıkları- öngörülerinin bugünlere kadar uzanan örnekleridir. Siyasal devrimi toplumsal devrimle iç içe örmeleri gerektiği sezgisi ve bilinci onlara yol göstermiştir. Kadınlar toplumsal devrimi oluşturan unsurları devrim sonrasına ertelemediler. Yaşamın, gündelik hayatın belki en küçük fakat çok önemli yanları üzerine hayal kurmayı ve onları gerçekleştirme çabasını süreklileştirdiler.
Onlar, siyasal hayal gücünün hayati önemini sezgisel olarak kavramışlardı. Kendilerini kuşatan, boğan ve kuşaklar boyunca ölümden beter bir sürünme anlamına gelen, hiçbir iyileştirme sağlamadan sürekli olarak kaybetmeye yazgılı bir geleceğe talim etmek istemiyorlardı.
Komün o kısacık ömrümde bazı konularda öyle bir yol açtı ki, sadece Fransa özelinde değil dünyanın birçok yöresinde ceremesini özellikle de kadınların ödediği birçok konuda esin kaynağı olma özelliğini koruyor.
Kreş Deyip Geçmeyin!..
Örneğin, Komün’den neredeyse 200 yıl sonra Digel Tekstil’in kadın işçileri işe gelirken çocuklarını bırakacak bir yer bulamadıkları için yaşadıkları sıkışmayı dile getirirken insanın aklına ister istemez Komün geliyor. Digel’in kadın işçileri patronlarının yasal olarak kreş açmak zorunda olmalarına rağmen bunu yapmadığını çünkü ceza ödemenin kreş açmaktan daha az maliyetli olduğunu keşfettiklerinden bahsediyorlar: “Kreş açmamanın bir cezası varmış sanırım. Onu ödüyorlarmış, onu ödemek daha makul geliyormuş onlara. Hiç kimseye bu zamana kadar kreş yardımında da bulunmadılar…”*
Ev dışındaki üretimde yer alsın almasın, kadından beklenen “aile”nin bütün fertlerinin ertesi günkü işgücünün yeniden üretimindeki işlevini aksatmadan yerine getirmesidir. Bu bakım hizmetleriyle tükenen kadın, kâr zarar hesabını “titizlikle” yapan patronların “kreş de neymiş, parası neyse öderiz” pervasızlığıyla kalakalır. Ne çocuğunu bırakabileceği bir kreş vardır ne de alabildiği kreş yardımı…
Bunca hoyratlıkla üstünde tepinilen kreş hakkı 1871 Paris Komünü’nün alamet-i farikalarından oysa… Bugün Fransa’da hâlâ yürürlükte olan kreş sistemi ilhamını Komün’den alır.
Komün yönetimi, bütün çocuklara serbest, zorunlu, laik kamu eğitimi verilmeye başlanmasını karar haline getirdi ve bu kısacık kesitte uyguladı. Çocukların sağlıklı bireyler olarak yetiştirilebilmeleri için eğitimden sağlığa, oyundan mesleki yeteneklerin geliştirilebilmesi için yapılması gerekenlere ciddi biçimde kafa yoruldu. İnsanlığın kurtuluşu için geleceğe dönük bir hayaliniz varsa, kreşlerden çocukların can sıkıntısını giderecek yöntemler aramaya, hayata farklı ve iyimser gözlerle bakacak çocuklar ve kadın girişkenliği ve yaratıcılığının alabildiğine serpileceği bir iklim yaratabilmek gerekecektir. Çocuklar, geleceği kuracak nesil öylesine önemliydi ki, onlara nezaret eden öğretmenlerin siyah ve koyu renk elbiseler giymemeleri gerektiği gibi bir “ayrıntı” bile düşünülmüştü.
“Asla siyah ve koyu renkli elbiseler giymemeleri gereken bakıcılar, tek bir işle uzun süre uğraşmaktan bıkmasınlar ya da yorgun düşmesinler diye, ‘çocuklara mümkün olduğunca sadece neşeli ve genç kadınların bakması önemli olduğu için’ dönüşümlü olarak çalışacaklardı. İşçi sınıfı mahallerinde, fabrikaların yakınlarında dört bir yana kreşler yapılacaktı; dinle ilgili her şey çıkarılıp yerlerine hayvanlar ve ağaçların resim ve heykelleri hatta küçük çocukların ‘en büyük illeti’ olan sıkıntıyla baş etmeye yönelik ‘kuşlarla dolu bir kuşhane’ konacaktı.”
Kreşlerden başlayarak “insanlık eğitimi” aralıksız bir uğraş olarak sürdürüldü. Çocuğa başkalarını sevmeyi ve onlara saygı duymayı, kendisine verilen eğitimin herkesin çıkarları düşünülerek verilmekte olduğunu öğretebilmek, bunun için sürekli güncellenen yaratıcı yöntemler geliştirmek hayati önemdedir. “Eksiksiz insanlar olabilsinler, yani sadece elleriyle değil kafalarıyla da üretebilmek için bütün yetilerini kullanabilsinler” diye çocukların bütün yeteneklerini aynı anda geliştirmeye özen gösterildi.
İnsanlığın kurtuluşu mücadelesinin geçtiği uğrakları hatırlamak hem başarılan muazzam işin ışıltısını hem yapılması gerekenlerin büyüklüğü karşısında hız kesmeden yürüyüşü büyütmek gerektiğini gösteriyor.
Son Not:
Ortak Lüks, Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, Kristin Ross, Metis Yayınları
1871 Paris Komünü, Prosper Olgvier Lissagaray,
Komünün Asi Kadınları, Gay L. Gullickson / Yordam
(*) Kadın İşçi, https://www.kadinisci.org/digel-tekstilde-direnen-kadinlar-anlatiyor-bu-duzen-degisecekse-bizim-sayemizde-degisecek/