Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Kadınların 10 Ekim Ankara Katliamı Davası

Senem Doğanoğlu Senem Doğanoğlu
12 Ekim 2025
Yazı
0
10 Ekim Katliamının 10. Yılında Katliamların Değişmeyen Ortak Portresi -1
0
SHARES
66
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Bizi mitingin neden yapıldığı bilgisinden arındırarak yargılamada taraf olmaya davet eden Mahkeme heyetine her defasında barış mitingi yeniden anlatılıyordu. Ne yaşadığımızın adını Devlet koyamayacaktı. Suçun adını koyma inadı da biz kadınların direttiği ve içinde olduğu bir mücadele biçimiydi

2015 yılı yeniden tüm cephelere saldırısıyla iktidarın kendini tahkiminin yılı olmuştu. 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır Mitingindeki bombalı saldırıyı, 20 Temmuz’da Suruç’tan Kobane’ye örülecek yoldaki katliam takip ediyordu. 7 Haziran’da seçimi kaybeden iktidar, çözüm sürecini bitiriyor ve şiddeti daha da arttıracağını ilan ediyordu. Daha  “ilk yasak dönemi” diye anacağımızı bilmiyorduk, sokağa çıkmak yasaklanıyor ve evlerinde otururken insanlar öldürülüyordu. Cenazeler buzlukta bekletiliyor, kent içinde panzerlere bağlanıp sürükleniyordu.  

Bu sıralı vahşeti ve karanlığı dağıtmak için emek güçleri Ankara’da ‘Barış, Emek, Demokrasi’ çağrısıyla merkezi miting kararı alacak, savaşı durdurmanın en sahici yüzünü gösterecekti.

Bundan 10 yıl önce, 10 Ekim 2015 günü ülkenin her yerinden barış tahayyülü ortak olan binlerce insan Ankara’ya geldi. Sendikaların, meslek örgütlerinin bayraklarına, orak çekiçler, kızıl yıldızlar, mor feminalar, gökkuşakları, onur bayrakları karışmış; barışa dair en umutlu sözlerin yer aldığı pankartlar yerini bulmuş, sarı-kırmızı-yeşil elden ele garın önündeki coşkusunu sunmayı bekliyordu. Saat 10.04’ten sonra ise pankartlar kimine sedye olacaktı, bayraklar ise kimine tampon… Katliamın hemen ertesinde gazıyla, akrebiyle, TOMA’sıyla saldıran kolluk; o pankartlara, flamalara sarılmış cenazelere, yaralı bedenlere dokunamayacaktı. 10 Ekim 2015 günü Ankara Garı’nda bildiğimizi sandığımız tüm duygular iç içe geçmişti mutlaka ama o öfke ve inat etmenin bambaşka bir biçimi, 10.04’ten sonra hiç sönmedi. Biz avukatlar da bugün halen devam eden yargılamanın ilk adımını orada bu öfkeyle attık, on yıl boyunca devam edecek bitimsiz inadı o gün o anda kuşandık…

Adliye Koridorlarında Buluşmak

10 Ekim Katliamı davasının soruşturma aşaması, kısıtlılık kararı altında geçerken savcıların odalarının kapısında, adli emanet koridorunda buluşmaya başladı geride kalanlar. Adliye ilk günden itibaren başka bağların kurulduğu bir mekâna dönüşmeye başladı. Devlet sorumluluğunun araştırılması talebini serimleyen dilekçeler de, yitirdiklerimize ait eşyaların aynı “Devletten” geri alınması da bir inada dönüşmüştü. Başka bir bakım etiği oluşmaya başlamıştı. Savcılık kalemlerinde; evlatları, anneleri, babaları, sevdikleri için adalet arayan kadınlar karşılaşıyor; birbirini sağaltan ve 10 Ekim barış mitingi çağrısını halen sürdüren, birbirine ve de tüm dünyaya aynı özenle bakan “o inat” adliye koridorlarını bile değiştiriyordu. Adli emanette son an’ların eşyalarını almaya hep kadın avukatların eşlik etmesi de tesadüf değildi…

Katliama dair devletin Mülkiye Müfettiş Raporunun açıklanması ile, mitingte canlı bomba eylemi olacağı istihbaratının önemsenmediği ve ilgili birimlere iletilmediği anlaşılmıştı. Ama buna rağmen tek bir kamu görevlisi hakkında da soruşturma açılmayacağı ilan ediliyordu. Düzenlenen iddianame, gözden çıkarılmış IŞİD’lıların yargılanması için Mahkemeye veriliyordu. Devlet şiddetinin davalarına aşina olanlar için hayal kırıklığı değildi elbet bu durum. Ancak bu aşamada başka bir direnç de yükseliyordu. “Neden mitingdeydin ya da öldürülenler kastedilerek  “neden öyle’ bir mitinge gitmişti ki” sorusunu hiç kimsenin yüzüne açıktan soramayan, tek bir kamu görevlisini yargılatmayan,  “gaz kullanıldı, ambulans gelmedi, silah sıkıldı” sözlerini abartılı ve duygusal bulup, bunlara kuşkuyla bakan Savcılar; 10 Ekim Katliamına “anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” diyordu. Biz kadınlar bu sorulara, adlandırmalara her yerde denk geliyorduk; tanıyorduk bu özne olmaktan çıkarma girişimlerini. Tümüyle fail lehine işleyen bu sistemi ayrıca gündelik yaşamından bilen kadınlar, gelecekteki dava için başka yolları da o sırada örmeye başlıyordu. 

Duruşma Salonu Dönüşürken

Katliamın hemen ertesinde alanda, hastanede, adli tıpta, sonra aylarca sürecek kriz masasında, adli emanette, savcılıkta kendi yolunu bulan, kendi etiğini yaratmaya başlayan, ilerde ihtilaflarla da dönüştükçe güçlenen, başkalaşan inat ve irade nasıl ki duruşmaların başlamasına kadarki sürecin harcı olmuştu; kadınların tanıdığı bildiği bu bağlar, tüm yargılama sürecini de inşa edecekti. Bu güçlü bağ ve deneyimin kadın hareketinden devralınan bir tarafı olduğu aşikardı. Adaleti de devletin tanıdığı sınırlı çerçeveyi bozan ve onu aşan bir şekilde, “erkek adalet değil, gerçek adalet” olarak kurduğundan davalar da artık bambaşka şekillenecekti.

Çoğunluğu kadın olan avukatlar, katliamda yaşamını yitirenlerin çoğunluğu kadın olan yakınları, katliamda yaralanmış ve yaşama bir de bu dava ile tutunmuş kadınlar, 7 Kasım 2016 tarihinde başlayan ilk duruşmadan, sonuncusu 17 Haziran 2025 tarihinde yapılan duruşmaya kadar inat etmenin, vazgeçmemenin, mücadele tarihinin bir de bu şekliyle yazılabileceğini temsil ediyordu. 10 Ekim davasının bugün halen devam edebilmesi, tüm canlılığı ile toplumsallaşması için gösterilen bu inat biraz da duruşma salonunun başka türlü kurulması ile ilgiliydi. Kendisini, etkisi zamanla azalacak, güç dengelerinin kurulacağı dava deneyimlerine hazırlayan mahkeme heyetleri; öfkesinden bir gün olsun feragat etmeden, tahayyül ettiği ve mutlaka gelecek olan barışın içine 10 Ekim 2015 günü kaybettiklerini alan, katledilenlerin kim olduğunu ve kendilerini  nasıl değiştirdiğini, hatırasının ne anlama geldiğini tane tane anlatan, birbirine bambaşka bir şefkatle bağlanmış bir salonun artık devletin isteyeceği duruşma düzeninde olamayacağını çok erken bir zamanda anladı.

Bizi mitingin neden yapıldığı bilgisinden arındırarak yargılamada taraf olmaya davet eden Mahkeme heyetine her defasında barış mitingi yeniden anlatılıyordu. Ne yaşadığımızın adını Devlet koyamayacaktı. Suçun adını koyma inadı da biz kadınların direttiği ve içinde olduğu bir mücadele biçimiydi. Erkek şiddetini “aile içi mesele”, tecavüzü, çocuk istismarını “bireysel sapkınlık”, eşcinsel, trans cinayetlerini “münferit nefret”, kadın işçilerin maruz kaldığı tacizi, mobbingi, düşük ücreti “sıradan emek sömürüsü” olarak gören Devlet şiddetinin cinsiyetçi, ırkçı içeriğini görmeyen politikayla Mahkemelerde çarpışmak, önce suçlara adını vererek ve her birinin politik suç olduğunu ortaya koyarak başlıyordu. 10 Ekim Katliamı davasına da, bu katliamın insanlığa karşı suç olduğu söylenerek başlandı ve halen devam ediyor. Barış arzusuna yönelmiş bir saldırıya karşı, yaşamı savunmanın adı oldu bu ısrar 

Her duruşmada Türkiye ve Ortadoğu gündemine göre talepler arttı ve değişti; kadınların hayatla kurduğu o canlı bağlar gibi, kişisel yaşamlarımızın kolektif tarihle toplumsallaşması gibi. Her duruşma illa ki sözünü söyledi kadınlar, başka bir duyguyla her duruşma çıkışında açıklamalarını yaptı. Kaybın derin acısını ifade etmek aşırı duygusallıkla; öfkeli olmak mantıksızlıkla; sessizce yasını yaşamak korkmakla; ağlamak zayıflıkla itham edilmiyorsa ve ‘kahraman’, ‘cesaretini donanmış’, ‘sert’ figürleri yoksa bu davanın, 10 yıldır örülen direncin ufkunun kadınlar olmasındandır.

Terk etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz

Geceleri, sokakları, meydanları beraber terk etmediğimiz; Aycan Kaya’dan, Ayşe Deniz’den, Azize Onat’tan, Başak Sidar Çevik’ten, Berna Koç’tan, Bedriye Batur’dan, Dicle Deli’den, Dilan Sarıkaya’dan, Ebru Mavi’den, Elif Kanlıoğlu’ndan, Emine Ercan’dan, Fatma Esen’den, Fatma Karabulut’tan, Fatma Filiz Batur’dan, Gözde Aslan’dan, Gülbahar Aydeniz’den, Gülhan Elmascan’dan, İdil Güneyi’den, Kübra Meltem Mollaoğlu’ndan, Leyla Çiçek’ten, Meryem Bulut’tan, Necla Duran’dan,  Nilgün Çevik’ten, Sarıgül Tüylü’den, Sevgi Öztekin’den, Sevim Şinik’ten, Seyhan Yaylagül’den, Sezen Vurmaz’dan, Şebnem Yurtman’dan ve Şirin Kılıçalp’tan devraldığımız barış ve adalet mücadelesinin bu ısrarlı biçiminden de hiç ama hiç vazgeçmeyeceğiz. 

Her birine minnetle…

Etiketler: 10 Ekim10 ekim davası10 ekim katliamıadaletAnkara Gar KatliamıcezasızlıkhukuksuzlukmahkememitingSayı 137
Önceki İçerik

Varoluşun Erdemli Duruşu: Direniş

Sonraki İçerik

Türkiye’de Katmerleşmiş Krizlerin Pozitif Entegrasyon Perspektifiyle Sistematik Çözümü

Sonraki İçerik
Türkiye’de Katmerleşmiş Krizlerin Pozitif Entegrasyon Perspektifiyle Sistematik Çözümü

Türkiye’de Katmerleşmiş Krizlerin Pozitif Entegrasyon Perspektifiyle Sistematik Çözümü

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.