Kadınların ekrandan kayıp giden zamanı yavaşlatıp, yapay zekanın zahmetsizce açtığı yollardan çıkarak patikalara sapmaları ve burada toprakla, suyla, havayla buluşmaları, hem yeni bir dilin oluşmasında ve hem de edebiyatın dirilmesinde belirleyici olabilir
Yeryüzünde neredeyse hiçbir varlık, edebiyatta kadınlar gibi en ince detaylarına kadar tasvir edilmemiştir. Kadınların kahkahalarının, bakışlarının, ruhlarının, ayak bilekleri ya da saç tellerinin yer edinmediği bir şiir, öykü veya romana rastlamak neredeyse imkansızdır. Birer arzu nesnesi olarak kadını edebiyattan çıkarırsak, maceradan maceraya koşarak kendilerine iktidar alanları yaratan ve bunun üzerinden kendilerini var eden erkek hikayelerinden geriye sadece kuru planlar, duygusuz komplolar kalır. Bu açıdan bakıldığında kadınlar edebiyatın hem ilham kaynağı hem de vazgeçilmez nesneleridirler. Tabi ki şiirin ve edebiyatın yüzyıllar boyunca erkekler için birer ayrıcalık olarak yaşam bulduğu düşünüldüğünde; kadınların edebiyattaki temsillerinin özne-nesne ayrımı bağlamında ‘nesne’ olması da şaşırtıcı değildir. Bir başka deyişle edebiyat her türlü incelikli ve derinlikli üslubuyla gerçekte var olan cinsiyet eşitsizliklerini hem yansıtan ve hem de yeniden üreten bir ustalığa sahiptir. Her katilin bir maktule ihtiyacı olduğu gibi edebiyatın da bu sevgili kadın maktullere ihtiyacı vardır.
Anlatının kolektif aklın tarihsel hafızası olarak keşfedildiği masallardan destanlara, şiirlerden romanlara biraz önce sözünü ettiğim ustalığın izini sürmek mümkündür. Bu öyle bir ustalıktır ki birdenbire kendimizi bir katille empati kurarken bulabiliriz. Okuyan herkesin belleğinde derin izler bırakan Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında mesela; biz katil fakat yoksul ve ince ruhlu hukuk öğrencisi Raskolnikov’un içsel hesaplaşmalarını, etik, hukuk, felsefe gibi yüksek entelektüel meselelerini büyük bir zevkle okurken, maktuller tüm değersizliği ve vahşice parçalanmış bedenleriyle olması gerektiği gibi görüş alanımızdan çoktan çıkıp gitmişlerdir. Romanın sonunda Raskolnikov’un Sibirya’ya sürgüne gitmesi ve tanrıya sığınması ile kavuştuğu içsel huzur cinayetin tüm vahşiliğini silerek katilin insan yanını görmemizi sağlar. Diğer yandan maktul tefeci Alyona İvanovna sevilmeyen, değersiz bir varlık olarak kalmaya devam eder. Onun insan yanını görme şansımız yoktur. Raskolnıkov’un öldürdüğü diğer kadın Lızaveta engellidir ve vicdan azabının ve etik tartışmanın asıl tetikleyicisidir. Aslında güçlü bir kadın olan Alyona İvanovna tam da güçlü olduğu için Raskolnikov’un tasarlayarak işlediği cinayetin kurbanı olmuştur. Ama her iki kadın da birer prototiptir ve dolayısıyla gerçek birer karakter değildirler. Onların hikayeleri içsel hesaplaşmaları bizim için görünür değildir.
Benzer bir durumu Patrick Süskind’in Parfüm romanında da bulmak mümkündür. Roman kahramanı Jean- Baptiste Grenouille, isimlerinden ve güzelliklerinden başka haklarında hiçbir şey bilmediğimiz kadınları öldürerek; onların tenlerinden koku üretmeye çalışır. Grenouille’nin kendi çirkinliği ve kokusuzluğuyla baş etmesinin, hatta annesinden intikam almasının ve en nihayetinde insanlaşmasının tek yolu kadınları öldürmekten geçer.
Bunlardan başka daha yüzlerce romanda hikayede ve edebi eserde cinsiyet eşitsizliklerinin nasıl yeniden üretildikleri analiz edilebilir. Kate Millett Cinsel Politika kitabında erkek egemenliğinin romanların iç dokusunda nasıl yer edindiğini ayrıntılı örneklerle göstermiştir.
Bununla birlikte kadınlar ve erkekler arasındaki iktidar ilişkileri ve hiyerarşinin nasıl yeniden üretildiğini tespit etmek sadece bir başlangıçtır, asıl olan bu döngünün nasıl kırılabileceğinin yollarını bulmaktır. Virgina Woolf’un bu konudaki önerisi kadınların birer odaya ve paraya sahip olmalarıdır. Ancak para, zaman ve mekan da derinlere işlemiş olan cinsiyetçiliği aşmak için sadece küçük bir alan yaratabilir. Çünkü bazı kadın yazarlar da erkek yazarlar gibi bu döngünün birer parçası olmaktan kurtulamamışlardır. Güzellik idealleri, klişeleşmiş toplumsal cinsiyet rolleri, başka türlü düşünmenin ve üretmenin önündeki en büyük engellerdir.
Bu noktada yapı sökümü bir alternatif olarak klişelerden ve dildeki cinsiyetçilikten kurtulmak için kullanılabilir. En basit haliyle kadınlar için kullanılan cinsiyetçi kavramların tersyüz edilmesi, rollerin değiştirilmesi ve cinsiyetin nötralize edilmesi gibi yöntemler meseleyi tespit ettikten sonraki ikinci aşamayı oluşturabilir. Fakat daha önemlisi yeninin yaratılması ve yapılandırılmasıdır.
Bu aşamada asıl zorluk içinde yaşadığımız postmodern gösteri çağında bir yandan dilin erozyonu ile oluşan yüzeyselliği ve ortaya çıkan yeni barbarlığı aşarak edebiyata hak ettiği yeri yeniden vermek ve burada özgürlükçü ve derinlikli bir alan oluşturabilmekten geçiyor.
Kadınların ekrandan kayıp giden zamanı yavaşlatıp, yapay zekanın zahmetsizce açtığı yollardan çıkarak patikalara sapmaları ve burada toprakla, suyla, havayla buluşmaları, hem yeni bir dilin oluşmasında ve hem de edebiyatın dirilmesinde belirleyici olabilir. Ucuz romanlar, duygu bulamacında kendini tekrar eden şiirler ya da kuru propagandanın ötesine geçemeyen yenilikçi denemeler arasında bırakalım edebiyatta kadınların temsilini konuşmayı, edebiyatın kendisinin topyekûn kaybolma tehlikesi altında olduğu bir çağda kadınlar için yaratma ve yeniyi üretme hayati bir yerde duruyor.